Nefret Kültürü Karşısında Ruhsallığımız

 


 

NEFRET KÜLTÜRÜ KARŞISINDA RUHSALLIĞIMIZ

Dünyamızda bugün nefret kültürü diye bir şey mi var? Evet var. Ancak öylesine içselleşti, öylesine meşrulaştı ki fark edemiyoruz. Çünkü günlük yaşamda ilişkiler sevgi ve saygı temelinde değil, sadece birbirimizi ve hatta kendimizi “idare” ediyoruz. Başkalarına olduğu kadar kendimize de yabancıyız. Kendimizi de ne seviyor ne sayıyoruz. Ortalık kibirden geçilmiyor. Kibir gerçekte kendini değersiz bulduğunu örtmek ihtiyacıdır. Narsist kendini sevmez ama seviyor gibi yaparak bir anlamda “kendini idare” eder. Başkalarından nefretimizin kaynağı kendimizden nefretimizdir.

Günümüzde sanat hırçın, medya insanları katmış önüne yokluğa doğru sürüyor, uluslar arası siyaset yalan ve çıkar üzerine kurulu. Başarı bir üstünlük yarışından ibaret. Herkesin bir diğerinin olanaklarında gözü var. Bu, sevgi ve saygıdan uzak, tüm ölümcül duyguların dünyamızda cirit atması demektir. Bu zehirli atmosferi solurken elbette nefret kültürünü meşrulaştırdığımızın ayırdında olamayız.

Çünkü hücrelerimizdeki su bu ölümcül duyguları kaydetti. Okyanusların ve toprağın derinliklerinde yapılan nükleer denemeleri su ve toprak kaydetti. Savaşları yalnızca elinde silahla ölüm saçanlar değil, olan biteni TV larda kayıtsızca izleyen hepimiz yapmaktayız. Bizim onayımız olmasaydı, yapılanları meşru veya olağan kabul etmeseydik, kimse savaş kararı veremez kimse eline silahı alıp başkasını öldüremezdi. Çünkü olaylar kitlesel bilince göre oluşuyor. Ve biz de kitlesel bilincin bir parçası olarak yaşıyoruz.

Olaylar karşısındaki düşünce ve duygularımız son derece önemlidir. Çünkü enerji, güç üretiyoruz. O enerji ve güç toprağa, atmosfere ve kitlesel bilinç üzerinden diğer insanlara yükleniyor. Uygun zamanlarda o enerji ve güç eyleme geçiyor.

Nefretle yüklü kitlesel bilinç hücrelerimizdeki, atmosferdeki, tüm canlılardaki, bulutlardaki, denizlerdeki suyun kimyasını bozdu. Yağan yağmurlar artık üzerimize rahmet değil, nefret olarak iniyor.

Gerçekte dünyamızda yaşanan pek çok acının insandaki ego merkezli yaşamdan kaynaklandığını bilim adamları, psikolog ve sosyologlar da ifade ediyor.

Geçen yıl Kaknüs Yayınlarında bir kitap çıktı : Asrın Vebası Narsizm İlleti. Kitabın Psikiyatr Dr. Mustafa Merter (Türkiye Benötesi Psikolojisi Derneği Başkanı) tarafından hazırlanan tanıtım yazısı şöyle:

Ülkemizde de geniş ilgi gören Ben Nesli kitabının yazarı Jean Twenge, yeni kitabında modern toplumlarda süratle yayılan narsizim hastalığını mercek altına alıyor. İnsan ruhunun fast food’u diye tanımlanan narsisizm, kısa vadede kişiyi mutlu ediyormuş gibi görünse de er ya da geç depresyona, toplumsal yozlaşmaya, hatta küresel ekonomik krizlere neden oluyor. Detaylı istatistiklere, vaka hikâyelerine ve kamuoyu araştırmalarına dayanan kitapta, narsizmin en az obezite kadar sık rastlanan bir hastalık olduğuna dikkat çekiliyor. Başlıca sebepleri arasında ben-merkezli çocuk yetiştirme tarzı; Facebook, Youtoube, Twitter gibi kişinin “egosunu parlatıp vitrine çıkardığı” iletişim araçları, bankaların leblebi çekirdek gibi dağıttığı krediler ile “parlak yaşam tellallığı” yapan boyalı medya organları yer alıyor.

Ç ok güzel, yetenekli, dolayısıyla da her şeyin en iyisine layık olduğuna dair gerçek dışı bir inanca sahip olan narsist kişi; sevgi, fedakârlık, yardımseverlik gibi değerlerle hiç ilgilenmiyor. İstekleri gerçekleşmeyince ise agresifleşiyor ve şiddete başvurabiliyor. Felsefi kökeni Descartes’in düalist (ayrımcı) düşünce tarzına, Freud’un “korku veya hazzın esiri” olan insan tasavvuruna ve ben-merkezli tüketici toplumunun mimarı olan pazarlama ve halkla ilişkiler kuramlarına dayanıyor. Çözüm ise daha fazla “biz” demekte yatıyor.

Özgüvenli görünen ama aslında narsisizmin getirdiği bir ego şişmesi yaşayan yeni neslin realist bir tarafı yok. Onlardaki bu kaygı, öfke olarak; narsisizm ise yalnızlık olarak topluma yansıyor. Bu ciddi bir küresel sorun, tsunami dalgası gibi tüm dünyaya yayılıyor. Türkiye’de de bunu istatistiksel olarak görebiliyoruz. 80’li yıllarda özgüvenin desteklenmesinin önemini vurgulayan eğitim sistemi, Türkiye’de de uygulandı. Şu an büyük şehirlerdeki genç nesil, Twenge’nin kitabında anlattıklarıyla aynı durumda.”

Görüldüğü gibi sorunun çözümü “ben” yerine “biz” demekte bulunmuş. Doğrudur, ruhsal yasalar da bunu söylüyor, ama biz demek kolay mı? Biz demek için tümden bir değişim gerekir. Sevgi ve saygı içermeyen tüm isteklerin, davranışların, fikirlerin atılması, açgözlülükten, kibirden, tembellikten, kıskançlıktan vazgeçilmesi, tüm insanlığın kardeş olduğunun bilincine varılması, dünya ve üzerindeki her şeyle bütünlüğümüzün idrak edilmesi, kısaca ruhsal yasalara uygun bir yaşam tarzının seçilmesi, nasıl olacak? Ruhsallığımız inkâr edilirken bunlar mümkün mü?

Önce ruhsallığımızın farkına varmamız, ruhsallığımızı yaşamamız gerekiyor. İnsanlık yeni bir son döneme, sevgi zamanına hazırlanıyor. Bu amaçla yüzyıldan daha fazla bir zamandan beri Yüce Sistem yeryüzündeki açılmaya hazır gönüllere yeni zamanın tebliğlerini indiriyor. Her yerde, her ulustan gruplar bu bilgileri alıyor, değişim için gayret gösteriyorlar. Biz şuradaki birkaç kişiden ibaret değiliz. Hem sayımız çok, hem şuurca açıldık. Ama henüz dünyaya ve insanlığa beklenen hizmeti veremiyoruz. “Biz” anlamı sevgiyle yaşanır. Olumsuz duygular suyumuzu, toprağımızı nasıl kirletmişse, sevgi de öylece suyu, toprağı temizleyecek güçtedir. Yoğun öfkelerle yüklü sular dünyamıza felaket olarak yağan yağmurlar halinde dönüyor. Toprak içinde birikenleri yanardağlardan ateş halinde püskürüyor. Kasırgalar, depremler ve tsunamiler, bütün bunlar bize dönen öfkemiz, nefretimiz, zalimliğimizdir. Tufan sadece bir sembol değildir, aynı zamandan fiziksel bir gerçektir.

Bilgi “Şimdi üzerinde rahatça dolaştığınız, bir gün içindeki ağırlıkları dışarı çıkaracaktır”, “Gönüllerdeki meydana vurulunca siz o zaman yüzünüzü yere eğeceksiniz” diyor.

Şunu da fark etmeliyiz ki, insan olarak verdiğimiz zarar kendimiz ve dünyamızla sınırlı kalmadı. Maddi tezahürün arkasındaki ruhsal planlara da aynı oranda zarar verdik.

Bilgi “ Birbirinize, bilmediklerinize ve dünyanıza verdiğiniz zarar sizleri topyekûn yok oluşa götürmese de, büyük bir kısmınız bundan etkilenecektir. Yağmurların durmadan yağmasına az bir zaman kaldı bize göre.” diyor.

Bir felaket anında hayatta isek elimizde ne kalacaktır? Yalnızca düşüncelerimiz, duygularımız. Çünkü onlar kaybedilmeyecek olanlardır. Öyleyse kazancımız bu kaybedilmeyecek olanlar üzerinden olmalıdır. Bugün her şeyi tahrip etmiş olan kitlesel bilincin üstüne çıkmak, sevgiyi yaşamak tek kazançtır. İnsan dünyayı yeniden yaratmaya muktedirdir. İnsan olmanın anlamını ve gücünü kavrayabilirsek yağmurları temizleyerek değiştirebiliriz. Dünyaya rahmet ve bereket getirebiliriz. Son sözü yine Yüce Sisteme, Dost Sisteme bırakmak isterim:

Siz öyle bir su damlası olunuz ki, düştüğünüz yerden hayat fışkırsın. Toprak bu yağmurları bekliyor, bereketi yeryüzüne yeniden taşımak için.

Boş laflarla oyalanmayın. Gerçek görünümüne bürünmüş aldatıcılardan uzak kalın. İnsan güzeldi, yine güzel olacak. Siz güzel olacaklara yardım elinizi uzattıkça güzelleşecek olanlardansınız.” 

Güney Haştemoğlu   25.02.11   

Yazının sorumluluğu yazarına aittir

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap