Tsunaminin Düşündürdükleri

 


TSUNAMİ BİZE NELER DÜŞÜNDÜRMELİ NELER ÖĞRETMELİDİR?

On yıllardan beri bilim insanları dünyanın kaynaklarının tükenmekte olduğunu, yakın bir zamanda bu kaynaklara dayalı uygarlığın ayakta kalamayacağını, toprağın ve denizlerin bu kadar büyük bir nüfusu besleyemeyeceğini, açlık, kargaşa, göçler, şiddetin ve kitlesel ölümlerin kapıda olduğunu bildiriyorlar.

Yine on yıllardır Ruhsal Yüce Sistem dünyamızın her yerindeki spritüel gruplara bir sona yaklaşmakta olduğumuzu, doğal afetlerin uygarlığımızı büyük ölçüde sarsacağını, çok büyük sayıda insanın bundan zarar göreceğini ama asıl zararımızın maddi kayıplar karşısındaki tutumumuzdan kaynaklanacağını tebliğ yoluyla anlatıyor. Ve yeni bir zamanın yeni bir enerjiyle çoktan dünyamızda hüküm sürmeye başladığı konusunda bizleri ikaz ediyor.

Ne var ki kitlesel bilinç insanlığı öylesine uyuşturmuş durumda ki bütün bunları televizyon dizisi gibi izliyoruz, evimizin yandığını anlamıyoruz. Japonya büyük bir felaket yaşıyor. Televizyonda tsunaminin şehirleri nasıl yok ettiğini izliyoruz, bir taraftan da spikerler “ilk tespitlere göre 6 kişi yaşamını kaybetti” diyor. Bu nasıl bir haberciliktir? Bu bir oyun mu? Sonra haberler bitiyor. Bir taraftan alt yazılar son durumu geçerken ekranda bu hafta vizyona giren filmlere veya en lezzetli yemeklerin nerelerde yenebileceğine dair programlar izliyoruz. Sanki “evet Japonların başına çok kötü şeyler geldi, ama siz iyisiniz, şükredin ve sinemaya gidin, lezzetli şeyler yemeğe devam edin” gibi bir mesaj.

Japonya depremler ülkesi ve Japonlar yüzyıllardır doğal felaketlerle yaşama eğitimi aldılar. Her ulus insanlığın bilinçlenmesi yönünde bir görev yapar. Sanki Japonlar üzerinden dünyaya bir mesaj var: “İşte yanlış temeller üzerine kurulmuş bir uygarlık insanı koruyamaz. Ne kadar tedbir alsanız boştur. Çünkü sahip olmayı ve biriktirmeyi esas alan bir bilinçtesiniz. Yıkılan uygarlığınız değil kitlesel ve egosal bilincinizidir. Bu bilinç sizi özünüzden uzaklaştırdı. Özünüze dönmeniz için kazanç saydığınız, sahip olduğunuzu sandığınız şeyleri kaybediyorsunuz.” Japonlar afetler karşısında disiplinli soğukkanlı bir ulus. Orada adeta yüksek bir afet ahlakı gelişmiş. Dünyaya çok güzel bir örnek veriyorlar.

Ama asıl düşünmemiz gereken, neden bunlar oluyor, olanlar karşısında nasıl davranmalıyız?

Bunlar oluyor; çünkü dünya ile, dünyanın üzerinde her ne var ise onlarla, kendimizden başka tüm insanlarla tek bir özden varedilmiş olduğumuzu unuttuk. Kitlesel bilinç bunun hatırlanmaması için elinden geleni yapıyor. Ne var ki bizim bunu hatırlamıyor olmamız bu birlikteliği ortadan kaldırmıyor. Duygulardaki, düşüncelerdeki kirlilik, sevgisizlik, nefret ve şiddet birlikteliğin her zerresine yayılıyor. Tebliğler bilmediğimiz boyutlara verdiğimiz zarardan bahsediyor, dualite realitesini bizim yarattığımızı, gerçekte böyle bir şeyin var olmadığını anlatıyor. Dualite her şey sahip olma arzusu ve kaybetme üzüntüsü ile başlar. Kazanç anlamı, sahip olma anlamı ile özdeşleştiğinde değişimler kayıp gibi görünmeye başlar. Değişim yeni şuura geçmek için fırsattır. Değişim eskinin terki yeninin ortaya çıkmasıdır. Bu nedenle bir şeyleri kaybetmeden kazanç mümkün olmaz. Her şey şuurda yükseliş için belli bir zamanla sınırlı araçtır. Zaman dolduğunda aynı araç faydasız hatta zarar vericidir. Yeni bir araç gerekir. İşte bu noktada eskisine sahip olma, sımsıkı tutunma değişimi yükselişi önler. Kaybolabilen şeyler geçici değerlerdir. Kaybediş hayırdır. Kaybetmek karşısında üzüntü ve isyan bizi özümüzden ayırır. Öz’de kaybetme duygusu yoktur. Çünkü evren yasasında kaybetmek diye bir madde yoktur. Her şey bizi ilerlemeye taşıyan deneyimlerdir. Öfke, hırs, kıskançlık sahip olma ve sahip olduğumuzu kaybetme düşüncesinden kaynaklanır. Sonuçta yalnızlığa mahkûm oluruz.

Zamanı gelen değişimler için ortaya çıkan olayları veya kayıp zannettiğimiz durumları engelleyemeyiz. Ama gelecekleri doğru karşılayıp davranışlarımızı doğru kılabiliriz. Bu bizim yeni zamana geçişimizi kolaylaştırır. İnsanlık bugün tüketim ekonomisinin baskısıyla açgözlü hale gelmiştir. Açgözlülüğün ahlaka aykırılığı bile artık algılanmıyor.

İhtiyacımızdan fazlasına el uzatmamak, biriktirici olmamak hayrımızadır. Elimizdekiyle yetinmek bereketi arttırır. Evrende biriktirmek de yoktur. Varolan her imkân bir amaç için bir süre ile sınırlı olarak vardır. Sonra yerine yenisi gelir. Bilgiler dahi aynı yasaya tabidir. Dünkü bilgi bugün işlevsel değildir. Bunları görmezsek zaman elimizdeki alır velimiz boş kalır.

İşte doğruda ve iyide olmak değişeni görmek, eskiyi terk, yeniyi kabul etmekle, biriktirmemek, eldeki ile yetinmekle mümkündür. Çünkü her şey gibi doğru ve iyi de bir yönüyle değişmezken diğer yönüyle değişmektedir. Bunları ayırt edebilmek şuurda yükselmekle olur.

İnsan yaratılış olarak çok yüksek bir muktedir olma gücüne sahiptir. İnsandan beklenen bu gücü tanıma ve kullanmadır. Bu gücü tanıma kendimizi ve dünyamızı tanıma ile birliktedir. Ne kendimizi ne dünyamızı tanımıyoruz. Dünyamızın doğasına aykırı bir uygarlık kurduk. Dünyamızın yapısına aykırı olan özümüze de aykırıdır. Yarattığımız uygarlık sevgi uygarlığı değil, nefret ve kavga uygarlığı doğa da bu olumsuzluklarla yüklendi ve zaman dediğimiz değişim, sürekli yıkım ve oluşum gücü nefret ve kavga uygarlığını yıkmaya başladı.

Şuurların olayları doğru karşılaması sevgiyle karşılaması demektir. Kaybettiklerimiz süresini dolduranlardır. Ne var ki kayıplar karşısında aynı şeyleri daha sağlam yapayım örneğin yeni nükleer santralları her türlü doğa felaketine karşı daha sağlam inşa edeyim dersek bu yanlışlık olur.

Anlamalıyız ki yarattığımız uygarlık yerküreye uygun değildir. Yeni bir uygarlık modeli yaratmalıyız. Bu daha yüksek bir kitlesel bilinç demektir. Sahip olmaya, biriktirmeye, açgözlülüğe, kavgaya, öfkeye, hırsa dayalı olmayan bir sevgi bilinci yaratmak ve yeni uygarlığı bu bilinç üzerine kurmak zorundayız. Havayı, suyu, toprağı kirletmeyen, kaynakları tüketmeyen, deprem, fırtına, seller, tsunami gibi afetlerden etkilenmeyen, hatta bunlara sebebiyet vermeyen bir uygarlık modelini yaratmaya insanlık muktedirdir. Bu çözmemiz gereken sırdır. En azından bugün bunları konuşuyorsak işe başladık demektir. Zaman da bize yardım ediyor, elimizdekileri almaya başladı. Çok uzak olmayan bir zamanda uygarlık adına ne varsa hepsini kaybedebiliriz. Bunu korkuyla değil sevgiyle karşılamasını bilmeliyiz. Altınçağ dünyamız üzerinde dünyanın ve bizim doğamıza, özümüze uygun bir uygarlığın kurulmasıdır.

Güney Haştemoğlu  24 Mart 2011

Yazının sorumluluğu yazarına aittir

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap