Affetmek mi? Helâlleşmek mi?

 


AFFETMEK Mİ HELÂLLEŞMEK Mİ BİZİ EVRENE AÇAR?

Can Yücel Bilmelisin ki adlı şiirinde şöyle diyor:

“Bilmelisin ki;

Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.”

Gerçekten kimseyi kırmamak çok ince bir çizgidir. Bu konuda hiç farkına varmadan “konuşma kazaları” veya “ yorumlama hataları” yapıyoruz. Arkadaşımızı seviyorsak affetmek kolaydır. O halde bağışlamazlık sevginin azlığından veya yokluğundan ileri gelir.

Bizi inciten her olay gerçekte öğrenmemiz gereken bir noktayı işaret eder. Ben karşımdakini incitiyorsam içimdeki bir acı nedeniledir. Veya birisi beni incitiyorsa aynı biçimde içindeki bir acı nedeniledir. Neden incindiğimizin doğru bir tahlilini yaparsak kendimizdeki acıyı keşfederiz ve görürüz ki o acı devam ettikçe biz hep incinmeye mahkûmuz. Ki bu acı egomuzun yarattığı bir acıdır. Kitle zihninin bize empoze ettiği bir değersizlik duygusudur. Bu duyguyu aşmamız gerekir. Bu kırgınlığımızdan kendimize dair öğreneceğimiz en değerli bir bilgidir. Unutmayalım ki bir başkasının bizde yarattığı o kırgınlığı zaten biz her gün kendi kendimize yaratarak o acıyı yarattık ve aynı acı nedenile biz de başkalarını zaman zaman farklı şekilde de olsa kırmaktayız. Yani kırıldığımız nokta aynı zamanda bizim de başkalarında kırgınlık yarattığımız noktadır.

Karşımızdaki kişi de kendinde aynı nedenlerle oluşan bir acıyı kendince hafifletmek için kırıcı olmaktadır. Bu da bizim için çok önemli bir bilgidir. Karşımızdakini tanımak, ona daha doğru davranmak, acısına dokunmamak. Eğer elimizden geliyorsa o acıya şifa olacak bir tutum içinde olmak. Onu yargılamak değil daha fazla sevebilmek. Seviyorsak eğer, en azından yapılması gerekenin bu olduğunu kabul etmek. Yoksa bu sitedeki yazıları neden okuyoruz değil mi?

Affetmediğimiz sürece o acı faal bir yanardağ gibidir. Zaman zaman ateş püskürür yakar, ama her zaman dumanıyla bizi zehirler ve içimizde nedenini bilemediğimiz huzursuzlukların, sıkıntıların hatta kimi zaman asabiyetin nedenidir. Bu durumun biyolojik bedenimizdeki hasarını, kansere kadar giden sonuçlarını hepimiz biliyoruz.

Affetmemek bilgi noksanlığıdır. Kendimiz, çevremizdeki insanlar, olayların nedenleri, gücenmenin, kırılmanın ve affedememenin sonuçları hakkında bilgi sahibi olmamaktan dolayı affedemiyoruz. Kendimizi ve diğer insanları sevmediğimiz için affedemiyoruz. Affetmenin bizi ne kadar hafifleteceğini, huzurlu ve mutlu edeceğini bilmediğimiz için affedemiyoruz. Denilebilir ki falanca kişiyi affettim ama ben de pek bir şey değişmedi. Nasıl birkaç kişiyi sevmek sevgi değilse bir kişiyi affetmek de affetmek değildir. Çünkü af mekanizması kendimizi ve karşımızdakini tanımaktan geçtiği için af, topyekûn aftır, kendimizi ve herkesi affetmektir. Bu af aynı zamanda geleceğe yöneliktir. Yani bundan böyle olabilecek affetmezliklerden de muaf olmak.

Affetmek beyindeki stresi çözmektir. Bu daha akıllı, daha huzurlu, daha mutlu ve daha güçlü olmaktır.

Affetmek zihinsel bağlardan kurtulup evrene açılmaktır.

Bu sevgidir, zihindeki safraları atıp O’na yükselmektir.

Bunları neden anlayamıyoruz. Çünkü bağışlamazlıkların sınırladığı zihinlere o kadar alışmışız ki, başka türlüsünü düşünemiyoruz. Daha akıllı olmayı doğuştan bir yetenek, daha huzurlu ve mutlu olmayı her istediğimize kavuşmak ve neşeli olmayı eğlenmekle, gücü para ve mevki sahibi olmakla öylesine bağlamışız ki hemen yanımızda duran hazineleri göremiyoruz. Zihin değişmezse hiçbir şey değişmez.

Affetmek sözcüğünü ne kadar çok kullandık değil mi? Acaba burada “affetmek” doğru sözcük mü? Affetmek sözcüğünün ve eyleminin arkasında “büyüklük duygusu” ve affedilenle ilgili “yargılama, suçlama ve hüküm verme” düşünceleri bulunabilir mi ve bu affetme egomuzun bir oyunu olabilir mi? Schiller diyor ki “Affetmek ve unutmak, iyi insanların intikamıdır”. Affetmek ve unutmak intikamla eş tutulmuşsa artık karşımızda gönül değil ego vardır. Duygularımızı, düşüncelerimizi çok iyi kontrol etmeliyiz. Aksi halde egomuzun oyununa gelir ve evrene açıldığımızı, O’na yükseldiğimizi zannederken bataklığa düşebiliriz.

Affetmek yerine helâlleşmek desek çok daha doğru olacak. Çünkü helâlleşmede iki eşit tarafın birbirine karşı olan haklarını O’nun önünde helâl etmeleri vardır. Tarih boyunca gelip geçmiş insanlarla, bugün yaşayanlarla ve gelecekte yaşayacaklarla aramızda sonsuz hak bağlantıları vardır. Çerçeveyi çok mu geniş tuttuk? Geçmiş ve gelecek yoksa her şey “şimdi” de ise neden geniş olsun? Su molekülünü, okyanus yapan sayısız su molekülüdür. Tek başına bir su molekülü nedir ki? Hiçbir şey! İnsanı da insan yapan gelmiş geçmiş ve gelecek olan insanlardır. İnsan olmamızı onlara borçluyuz. Öyleyse kırılmak reddetmek niye, karşılıklı hakları görmemek niye ve bu hakları helâl etmeyi anlamamak niyedir?

İnsan olmamızı sadece diğer insanlara mı borçluyuz? Şu beden içindeki deneyimlerimizde, bedenimizin ve Dünya Anamızın hakları ne olacak? Bu hakları inkar ederek, bedenimize ve Dünya Anamıza olan saygısızlık ve nankörlüklerimiz, onlara yaptığımız zulüm ne olacak?

Her şeyi yeniden düşünelim. Önce içimizdeki bağışlamazlıkların hedefi olan kişilerle sonra tüm insanlık ailesiyle helâlleşelim. Sonra bedenimiz ve Dünya Anamızdan özür dileyelim, üzerimizdeki haklarını helâl etmelerini isteyelim. Bu söz daha çok uzar, iyisi mi artık işi gönüllerimize bırakalım.

Helâlleşmek, eksiksiz olarak helâlleşmek Evrene açılmak, O’na yaklaşmaktır.

Güney Haştemoğlu 9 Haziran 2011

Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap