Egomuzun Ninnileri ve Korku Masalları

 


EGOMUZUN NİNNİLERİ VE KORKU MASALLARI

İnsandan beklenen tek şey uyanış, bilinçte yükseliş ve bilinçlenmenin her basamağı ile ilgili gereken görevleri görme, anlama ve yerine getirmedir.

İnsanın varoluşu ile birlikte başlayan Yüce Sistem kaynaklı eğitimin amacı budur. Uyanış egomuzu tanımakla başlıyor. Ama egonun oyunu çok. Ego özellikle gerçeğin taklitlerini yaratmada çok usta.

Bizim öğretimiz beş erdemi temel alır: iyilik, doğruluk, çalışma, bilgi ve sevgi. Pek çok kişi bunları zaten bildiğini ve bu erdemlere sahip olduğunu düşünüyor. Burada karşımıza Osho’ nun deyimi ile “iyi ego” çıkıyor. İnsan kötü işler, yanlış işler yaptığında çektiği iç sızısı, azabı onun yüzünü, kalbini belki daha çabuk Yaratan’a çeviriyor. Ama koşullu da olsa güleryüzlü, iyiliksever, merhametli, nazik, cömert, bilgili kişiler toplumca, tabii yine koşullu olarak, seviliyor, takdir edilip yüceltiliyor. Çünkü ego bize erdemli olmayı “koşullu” kabul ettiriyor. Toplumsal bilince “koşul” konusunun yanlışlığını anlatmak mümkün değildir.

Kendimize göre ve toplumsal zihin değerlerine uygun olarak oluşturduğumuz koşullar bizi değişmek zorunda bırakmaz, etrafın iltifatları da çok haz vericidir. Bu iltifatlar aslında Ego’nun bize söylediği ninnilerdir ve bizim uykumuzu iyice derinleştirir.

İnsanları dinleyin, en çok neden bahsediyorlar? İyiliklerini, doğruluklarını, hizmetlerini anlatırlar, bilgilerini sergilerler, birbirlerine hitap ederken sevgi sözcükleri kullanırlar. Kendimizle ilgili gerçeği bilmediğimiz için bunları samimiyetle, inanarak yaparız. İnsanlar en çok ne hakkında konuşurlar? İyiliklerinin karşılığında yapılan nankörlükler, saygısızlıklar, başkalarının kusurları ve dolayısıyla kendi mükemmelliğimiz. Kendi haklılıklarımız ve başkalarının haksızlıkları. Bizim terbiyemiz ve başkalarının kabalıkları.

Ego zihnimizde hep bu ninnileri söyler. Bütün gün bu ninnileri dinler gece de deliksiz uyuruz.

Egomuz, onun sözünü dinlemediğimiz takdirde başımıza geleceklerle bizi korkutur. Ego önce bizde sayısız bağımlılık yaratır, sonra onu dinlemezsek bizi o bağımlı olduklarımızı kaybetmekle korkutur: Paranı kaybedersin, kimse seni sevmez, toplumdan dışlanırsın, mevkiini, şöhretini, saygınlığını, aileni, çocuklarını, konforunu kaybedersin! Bütün korkuların kaynağı egodur. Ego bizi korkutmak için icabında dinimizi, inancımızı kullanır. Hatta bizi Yaratan’la korkutur. Hâlbuki biz sevgi dolu bir insanız, herkesi severiz değil mi? Ama sevgide endişe, korku olmaz. Sevgide karamsarlık yoktur. Seven doğruluk, iyilik, sevgi için kaybı göze alandır. Kaldı ki sevenin Yaratan’a güveni tamdır. Bilir ki O’ bir seven, sevdiği için veren bizi üzmez. Biz göremediklerimizde üzülür, bulamadıklarımızla ıstırap çekeriz.

Bütün bunların sonucu aslında ıstırap ve acıdır. Bu nedenle güya aklın, mantığın, aslında egonun öngördüğü her mutluluk olanağına sahip olan insanlar bir türlü mutlu olamazlar. Çünkü biz GERÇEK’ in içinde bulunuyoruz, GERÇEK olanı bilinçsiz olarak her an yaşıyoruz ama uykuda olduğumuz için Gerçek olana uyum sağlayamıyoruz. Uyum sağlamamız için uyanmamız, uyanmamız için ıstırap çekmemiz gerekiyor.

Güzel yoldan dünya gafleti hâkim oluyor ve o iyi egomuzun batağına saplanıyoruz. Hatta bunu, yanlış olduğunu, doğruda bulunmadığımızı bile bile yapıyoruz. Tabii ki kaderimiz yanlışlarımızın ıstıraplı sonuçlarına katlanmak biçiminde oluyor. Hiç olmazsa kaderimizi kendimiz yarattığımızın bilincinde olalım.

İnsan O’nun Yasalarının kısıtlayıcı olduğunu düşünür ve O’nun Yasalarına karşı özgür olmak ister. O’nun Yasalarına karşı özgür olmayı istemek isyandır, o kişi asidir. Gerçekte ise egolarımızın yarattığı toplumsal zihnin veya bilincin tasallutundan, obsesyonundan, engelinden kurtulduğu O’nun Yasalarına, o yasaların yarattığı mekâna uyduğu zaman insan özgürdür. Özgür olmak, engelsiz kalmak; sezgiyle gerçeğe açılmaktır. Peki, yaratılışımızdan beri süren eğitimimize rağmen bu gerçekleri neden anlayamıyoruz?

Gerçekleri anlamak için iç huzurunu duymak, yani engelleri ve bağlanamayan nice yerleri ortadan kaldırmak ve samimiyetle, hayır için bilmeyi dilemek vardır. Bu yapılmazsa, yeri olmayacak bir bilginin yahut kullanılamayacak bir mananın üzerimize verilmesi mümkün olmadığı gibi, hiçbir veren düzen de onları boşa harcayacak kullanımdan, kontrol olmaksızın dilediği verişi yapamaz. Hak etmek için iç yumuşaklığı ve her şekildeki verilene kayıtsız şartsız alaka duyacak uygunluğa gelmek zorunludur. Hak edişle birlikte veriliş an meselesidir.

Egonun ninnilerinin, korku masallarının farkına varan üst bilince geçer. O’nun verdiği görevi hisseder. Zamanı görür. Zamanın ikazını açıkça anlar. Zamana karşı gelmez. Bütün bunları yukarıda sözünü ettiğimiz beş erdem iyilik, doğruluk, çalışkanlık, bilgi ve sevgi ile çözer. Çünkü bu beş erdem tüm erdemlere açılır, tüm yasalar ve esaslarla bizi birleştirir. Yeter ki o azme, o sebata sahip olalım.

Yolumuz açık olsun.

Güney Haştemoğlu 18 Kasım 2011

Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap