Sevgi Bizi Toplar ve Bütünler

 


SEVGİ BİZİ TOPLAR VE BÜTÜNLER

İnsan bilemediğimiz bir bütünlüktür. Belki bir hikmet gereği, belki yanlış bir seçimle insan varlığını oluşturan unsurlarla şuur bağlantısını kaybetmiştir. Dünya üzerinde bulunuşumuzun amacı “biz olan, bizden başka bir şey olmayan unsurlar” la şuur bağlantımızı yeniden kurmak içindir. “Biz” kayboldu. “Ben” diye bir şeyin hükmüne girdik. “Ben” kitlesel zihnin varlığımızı kullanma aracıdır. Bu nedenle “biz” ve “ben” bir arada olamaz. “Biz” gerçekte sevgidir. “Ben” algımız devam ettikçe sevgiyi ne anlayabiliriz ne de yaşayabiliriz.“Ben” algısı beraberinde Bütün’den ayrılığı ve bir şeylere sahip olmayı getiriyor. Düşünülecek olursa “ben” algısı eş koşmadır, şirktir. 

Sahipmiş gibi göründüğümüz bazı şeylerin emanet olduğu bilgisi hafızamıza kayıtlı. Örneğin beden, can, akıl birer emanettir. Ama bu bilgi anlam olarak şuurca kavranmadığından var olabilmemiz için gerekli olan her şeyin emanet olduğu bilgisine ve bilincine ulaşamıyoruz.

Şu gün için Bütün ile yeniden şuur bağımızın kurulması, yeniden var oluşumuz dahi bize verilmiş bir “söz”, bir “vaat”ten ibarettir henüz. Varlığını oluşturan Bütünle bağlantıyı yeniden sağlayacak olan, her şeyi unutmuş ve kendine “ben” diyen yanımız bu işi nasıl başaracak? Yine O’nun bir Hikmeti olarak “”ben”im unuttuklarımı o yüce yanım unutmadı ve devamlı bir çağrı ile “ben”i izliyor. Kalbimden, vicdanımdan sesleniyor, aklımı kullanmaya çalışıyor. Masal gibi mi geliyor? Kitlesel zihin hep böyle der. Çünkü dünya aklına uygun düşmüyor ve dünya kelimeleri yetmiyor. Farklı bir gerçekliği anlamaya, hissetmeye ve ifadeye gayret ediyoruz. Kitlesel zihnin hükmünden çıkmaya çalışıyoruz, karşı geliyoruz.

Kitlesel zihin akıl, çokluk, ayrılık ve mücadele üzerine kurulu. Anlamaya ve anlatmaya çalıştığımız Düzen ise gönüle, birliğe, tekliğe, dostluğa ve sevgiye dayalı. “Ben” ve sevgi bir araya gelemeyince insan bugün bizzat kendisi olan unsurları başka şeymiş gibi görüyor, yani dağılmış ve toparlanamıyor. Bütün o unsurlar “biz” senin varlığınız diyor ama kitlesel zihnin yarattığı sahte “ben”in esareti altında asıl gerçeğimizi inkâr ediyoruz. Bu, gerçekte karışık ve ıstırap yaratan bir durum, bir kâbus, bir teşevvüştür.

İnsanın kendi olduğu halde reddettiği unsurlar nelerdir ve onlarla nasıl bütünleşecektir?

Göklerin melekûtunun yeryüzüne inmesi ne demektir? O inmekte olan ve insanın “yeni kendisi” olan boyuttur. Günümüz insanının evrene tekrar insan olarak doğmasından önceki aşamalardan biridir. Bebeğin ana rahminde gelişim aşamaları vardır. Zamanında gereken aşamayı gerçekleştiremeyen bebeği rahim atar. Veya doğsa da o bebek yaşamaz. Dünya da bir rahimdir. Kısaca insan için kritik zaman işlemektedir. Ya var olma yolunda devam edecek veya edemeyecektir.

Özgürlük gerçek anlamda varlığını geliştirmek ve yüceltmektir. Kavga, mücadele bizi yükseltmez. Rekabetin insanı geliştireceği sanılır. Rekabetle gelişen insanın hırsıdır. Dünyamız rekabetin doğurduğu savaşlarda insan olarak, doğa olarak, kültür olarak nice değerleri kaybediyor. Bugün insanın varlığını geliştirme ve yükseltme yönünde özgür olduğunu kim söyleyebilir? Tam tersine insan kendi iradesinin dışında bir yaşama, üretim ve tüketim kölesi olmaya zorlanmaktadır. Ama ne yazık ki insan tüketerek mutlu, ileride ahlakî veya çoğu kere gayri ahlakî yollardan daha çok tüketebileceğini düşünerek umutlu. Sonuçta ortaya çıkan özgürlük değil, kalbi, vicdanı körelmiş insanların köleliğidir. Onlar gelişemezler, onlar Yaratan’ın sesini duyamayacak kadar uzağa, karanlıklara, yok oluşun yollarına düşmüşlerdir. Onlar asla huzur duyamazlar, çünkü huzur sevgiyle aynı kaynaktandır.

Sevgi özgürlüktür, sevgi gelişmek, yükselmektir. Sevmek sevilmektir. Bilgiyi sevgi açar, sevgi bilgiyi bütünler. Sevgi dolu insan her an doğrudur, iyidir. Çünkü sevgi her şeyi hayra götüren enerjidir. Sevgi heyecan, coşkudur. Bu nedenle özgürlük önce kitlesel zihinden özgürleşmektir.

Sevgi Bütünü bir arada tutan bağdır, bedenimizi bütünleyen, işe yarayan bir bütünlük sağlayan sinir sistemi, kan dolaşımı, kas sistemi, iskelet yapısı gibidir. Beynimizin, kalbimizin tüm organlarımızın, hücrelerimize kadar tüm bedenimizin belli bir düzen içinde çalışması O’nun Sevgisi sayesindedir. O’ndan uzak kalınca neden hasta oluyoruz?

Sevgi sayesinde ayaktayız, sevgi sayesinde nefes alıyoruz. Her şey o enerji ile var, kısaca bir sevgi denizindeyiz. Ama bunu şuurca kavrayamıyoruz. “O balıklar ki denizdedirler, denizi bilmezler” Bütün mesele o biliş haline geçmek. Bilmekle yaşayacağımız ve yaşatacağımız bir başka kutsal gerçeklik var. Yaratılışımızdaki neden o kutsal gerçekliktir. O bir nurdur. Nur nedir? Kavramları o kadar daraltıyoruz o kadar sınırlıyoruz ki, adeta önemi kalmıyor. Nur kutsal ışık, kutsal bir aydınlıktan ibaret midir? Nur evrenleri yaratan bir güçtür. Evrenler dediğimiz görebildiğimiz uzaydaki sayısız galaksi vs midir? Sonsuz sonsuzluk içinde varolan her şeyin yine sonsuz sonsuzluk içindeki fizik ötesi nedensel boyutlarını, küçük aklımız, havsalamız (*) alabilir mi? Bizim sonsuz anlayışımız dahi aslında sonludur.

Sevgiyi anlamak için önce onu bilmediğimizi kabul edelim. Biz sevgiyi her şeyden önce bir insana olan duygumuzla tarif ediyoruz. Bu sevginin en dar sınırıdır. Üstelik bizim kimseyi sevdiğimiz de yok. Friedrich Nietzsche diyor ki. “biz aslında karşımızdaki insanı sevmiyoruz. Onun bizde yarattığı duyguyu, heyecanı, hissi seviyoruz. Sevgiyi değil sevilmeyi seviyoruz.” Sevilmekten anladığımız şey de karşımızdaki insanın bizde yarattığı egomuzu okşayan duygudur.

Sevgi belki kapalı bir yelpazenin adıdır. Yelpaze 360 derece açılınca sevgiyi oluşturan sayısız gücün, oluşumun, hayrın, huzurun, sevincin, heyecanın, mutluluğun pek azını şuurumuzun elverdiği nispette anlayabiliriz. Fakat şuurumuzun beklendiği yer yelpazenin tümüdür. Çünkü sevginin bizde tamamlanmasıyla toplanıp bütünlendiğimiz gün önümüzde açılacak yeni yelpazeler var.

(*) havsala: leğen, karın boşluğu, pelvis, zihnin kavrama kapasitesi

Güney Haştemoğlu. 1 Mayıs 2012

Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap