Zamanı Anlamak Ateşi Sevgiye Çevirmektir.

 


Zamanı Anlamak Ateşi Sevgiye Çevirmektir.

Zaman yolcularıyız, gerçeğin ta kendisi sandığımız sayısız fantastik dünyalardan geçerek asıl gerçeğe doğru yürümekteyiz. İçinde yaşadığımız dünya realitesine gören gözlerle bakacak olursak Hobbit’lerin Orta Dünya’sından ne farkı var? Küçükten büyüğe, aile içinden uluslar arası alana kadar bütün savaşlar egonun yarattığı fantastik gücü temsil eden yüzük için değil mi? O yüzük ateşe atıldığında ne olacak? Gerçekte yanan o fantastik güçtür, insanın bu realitedeki egosudur. Güç savaşları bitecek ve varlıklarını egosal güç üzerine inşa etmiş olanlar, o yüzükle birlikte yanacaklar. Geride kalanlar için Orta Dünya’da artık barış ve huzur çağı başlar, yaşananlar ise sadece bir öyküdür.

Nemrut İbrahim’i ateşe attığında, annesi acıyla feryat eder. İbrahim annesine seslenir ”Anne, ağlama ben ateşte değilim, asıl ateşte olan yanan sensin”. Güç yüzüğünün sahibi Nemrut, onu ateşe atmıştır ama İbrahim’in o ateşte yanacak bir şeyi yoktur. Çünkü o, O’na teslimiyet içindeki bir adamdır ve ateşi sevgiye dönüştürmüştür.

Zaman gerçeğinin bu iki ifadesi olarak, Hobbit’lerin Orta Dünya’sı günümüzün çağdaş anlatımı, İbrahim’in öyküsü ise geçmiş devirlerin antik anlatımıdır.

-----------------------------------------

İnsanın bütün sorunu zaman’ladır. Anne rahmine düşmekle Dünya’mıza özgü fizik zaman’ın da içine düşeriz. Tüm insanlıkla paylaştığımız ortak zaman’lar içinde kendi daha küçük çaplı toplumsal ve kişiselzaman’larımızla yaşarız; bu, iç içe, birbiriyle bağlantılı, birbirini etkileyen, bilgi ve güç yüklü bir muhteşem sistemdir. Gücü, sevgiyi, O’na giden yolu bize öğreten zamandır. Zaman bu öğretimi hem paylaştığımız genel olaylarla, hem bağlı olduğumuz toplumsal ve kişisel alanlardaki olan bitenle anlatırken, bir yandan da kalplerimize şuurlarımıza gerçeğin bilgilerini enerjiler halinde yükler; bizi düşünmeye, anlamaya ve içinde bulunduğumuz ana uyanmaya zorlar. Zorlar; çünkü zaman, bildiğimiz ve bilmediğimiz özellikleriyle her an değişen, kendini asla tekrarlamayan, geri dönüşü olmayan, insanı içine alıp menzile götürmek üzere görevlendirilmiş bir canlı şuur yapısıdır; insanın varlık olarak bu değişimin dışında kalması yolunu kaybetmesidir, yok olmasıdır. Bu zorlama, O’nun yardımı, merhameti, koruyuculuğu ve sayısız yollarla bize ulaşan sevgisidir.

Zaman’a yetişmek, birlikte yürümek için her adımda elimizdekileri terk etmek zorundayız. Zaman’ı anlamadığımız için bu terk etme konusunu da anlamıyoruz. Eğer bir üst bilinç açısından bakabilseydik, belki şuna benzer bir manzara görecektik: bir hava limanında insanlar uçağa binip çok sevdikleri birinin yanına gidecekler ama uçağı kaçırıyorlar. Üzüntü içinde ellerindeki bagajlarla bir sonraki uçağa koşuyorlar fakat bir sürü bagaj alma ve yeni uçağa yükleme işlemi nedeniyle bir sonraki uçak da kaçırılıyor. Bu böyle, aynı hava alanında nice yaşamlar boyu sürüp gidiyor, bir türlü bagajdan vazgeçilmiyor. Bagajla sevdiğimiz arasında bir tercihimizi hep bagajdan yana kullanıyoruz. Aslında o uçaklarda bagaj yeri zaten yokmuş meğerse. Ve son uçak da kalktığında biz değerli bavullarımızla ebediyen kalakalıyoruz. O bavullar bizi ateş gibi yakıyor. Rüyalarımızda gördüğümüz kâbuslara benziyorsa da, biz bu kâbusu gerçekte yaşamaktayız.

Kendimizi sahip olduklarımızla tarif ettiğimiz sürece, terk etme ve zamanı takip mümkün değil. Hâlbukizaman sahip olduğumuz her şeyi, yenisini vermek üzere zaten elimizden alıyor. Elimizden alınanlarla bağımızı kesmediğimiz için üzüntüler acılar yaşıyoruz, verilen değerleri göremiyoruz, kullanamıyoruz.

Bu anlatım, çoğumuz için soyuttur ve soyut anlatım, kolaylıkla kabul edilir. Ne var ki neyi terk edelim sorusunun cevabı somut olarak ifade edildiğinde kabul edebilecek kişi sayısı azdan da azdır. Bu nedenle kişinin bizzat kendisinin gönülce inançla, içtenlikle düşünerek arayacağı doğru cevabı, zaman, gönlüne mutlaka fısıldayacaktır. Cevap teslimiyetle yaşandığında, terk edemediklerimizle birlikte bizi de yakanzaman ateşi sevgiye dönüşür, uçağa da gerek kalmaz zaten sevdiğimizin yanında olduğumuzu görürüz.

Güney Haştemoğlu

14.10. 2015

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap