Değerler Giyinilmeli

 


DEĞERLER GİYİNİLMELİ

"Hazinelerinizi, hırsızların çalamayacağı, farelerin kemiremeyeceği,
pasın çürütemeyeceği şeylerden seçin." İsa Peygamber

Değer denilince bugün, parasal ölçü, pahalı madde varlıkları, zenginlik anlaşılıyor. Çünkü dünya materyalist hale gelmiştir. İnsanların kıstası, para ve para ile ölçülebilir şeylerdir. Şimdilerde küçük bir azınlık, servetlerini büyütmek uğruna büyük insan çoğunluğunu kullanmakta, hatta aç bırakmaktadır dünyada. Halbuki Tek Yaratan, göklerin çiğinden ve yerin semizliğinden doymaları için insanlara ne nimetler vermektedir bölüşmeleri için. Ama görülüyor ki selamete giden yol bulunamamıştır. Binlerce yıldır almakta olduğu eğitime rağmen insan topluluğu, geleceğini kurtaracak doğru yola girememiştir. O hala kısa görüşlülüğünün kısır döngüsündedir. Aşağı yukarı üçbinbeşyüz yıllık değişiminde, kendi varlıksal yapısını açığa çıkaramayan insan, sadece özsel gelişimini etkilemeyen önemsiz şeyleri değiştirmekle kalmış ve kendisine hayrı olmayan şeylere daha çok emek vermiştir. Bu arada, bilimsel ve teknik gelişmelerin sonucu olan teknolojiyi de daha çok insanlığın zararına kullandıran odakların tesirine girmiştir. Bu günkü görünüm budur.

 

Değer kavramının bir de maddesel olmayan daha önemli anlamı vardır. Bu yön insanlık için yüksek ve yararlı nitelikleri belirten hedefleri işaretler. Bu hedefler yüksek ahlakın da övdüğü iyi haller, meziyetlerdir. Doğruluk, iyilik, fedakarlık, yardıseverlik, digerkamlık, hoşgörü, alçakgönüllülük, yumuşaklık... vb gibi erdemlerdir bunlar. Tabii, hırs, ün, şan, itibar tutkusu gibi gayri maddi özellikler, maddi değerlerin devamı sayılan düşkünlüklerdir. Olumlu tarafları yoktur. Gerçekte insanlara madde, yeme - içme, giyinme ve barınma ihtiyaçları ve bir de hemcinslerine yardım ve hizmet için lazımdır. Bunların dışında gerekli değildir. Aksine, yüktür, sorun yaratıcıdır. Yaratılışın bir türü olan insan nesli, aslında, hayır ve iyilik için, hizmet için, başkalarına faydalı olmak için varedilmiştir. İnsan, önce Vareden'e, sonra kula kul olarak varoluşunun amacını gerçekleştirmek görevindedir. Bu onun dünyadaki asli görevidir.

 

İnsan aynı zamanda sonsuz bir yolun yolcusu olarak yaratılmıştır. Bu yolculuğu boyunca kendisinden bir tek şeyi yapması istenmiştir: Şuurlanarak tekamül etmek. Şuurlanmak, yani tekamül etmek, yolun kendisi gibi sonsuz bir süreçtir. Dolayısıyla, şuurlanmak tekamül, kendi içinde de sonsuz seviyeleri bulundurur. İnsan varlığından sorumlu olanlar onun yolculuğunu ikili, yani dualist bir sistemde yapmasını uygun görmüştür. Bunun için insan, yolunu zıtlıklar içerisinde sürdürür. İyi olanın yanında kötü ile, aydınlığın yanında karanlıkla, madde ve mana ile tanışmak ilişki kurmak dururmundadır. Yolculuğunda doğru yoldan gitmesi için insana sürekli yardımlar yapılmakla beraber ayrıca, pek çok başka varlıkta bulunmayan akıl verilmiştir. Yaratıcısının insandaki en belirgin yeri aklı ve onu daha üst seviyelere taşıyacak olan gönlüdür. O (deneyim) tecrübeleriyle aklını geliştirerek kendisini olgunlaştırmaktadır. Yine dualist sistemin bir gereği olarak insan kişiliğinde yer alan ego (nefs) ile de dengeli bir beraberliği sürdürmek zorundadır. Egonun, insanları asıl yolundan saptırıcı, kendisine mahkum edici bir özelliği vardır. Marifet, egoya esir olmadan, ikna ederek onu gerekli zararsız yerinde tutabilmektedir. Dr. Bedri Ruhselman'ın 1940 larda tebliğ aldığı Mustafa Molla isimli bedensiz varlık, ego için şunu söylüyor: "İnsanın kendine yaklaşması için kendinden kopması gerekiyor. Yani egoizmin hayvansal bir menzil oluşturduğunu, organik ve fizyolojik zorunlulukların dışına çıkan bir 'Erdem İnsanı Ortamı' nın var olduğunu keşfetmelisiniz." Görülüyor ki, egosuna teslim olması insanın olgunlaşmasını engelliyor, yavaşlatıyor. Akıl ve irade ile egonun kontrol altına alınması en uygun yol olmaktadır. Bunun için de uygun bilgi ve çalışma gerekiyor.

 

Tekamül bir yönlü değil, çok yönlü bir olay. Bunun için insanın önüne çıkan / çıkarılan her olaydan yararlanması, öğrenmesi, ders çıkartması, bilgi edinmesi ve bilhassa düşünmesi, yani aklını kullanmaktan hiç vazgeçmemesi gerekiyor. Özetle, kendisini yetiştirmesi en ön planda yer alıyor. Gelişen insan, varoluş amacını doğru belirleyebiliyor. Diğer insanlarla, diğer varlıklarla, hatta doğa ve tüm evrenle müşterek noktalarını, birliğini, bütünlüğünü; hiçbir şeyden ayrı olmadığını, herşeyle arasında kopmaz bir bağ olduğunu düşünmeye, sezmeye, görmeye başlıyor. Bu onu benmerkezcilikten uzaklaştırıp diğer varlıklara yaklaştırıyor. Değer ölçülerini değiştiriyor. O, artık yolcusu olduğu sonsuzluktaki geçici durak yerlerinde ikameti sırasında tanıştığı geçiciliklerle meşgul olmanın gereksizliğini, hele onlara sahip olma heveslerinin abesliğini çok iyi anlıyor. Ve kalıcı olana yöneliyor. Yani ebediyen kendisi ile olacak gerçek değerlere yaklaşıyor. Ama artık onlara sahip çıkmasına gerek olmadığını da biliyor ve kendisini onların hizmetine veriyor. İşte Mesih (kurtarıcı) unvanlı İsa Peygamber bunun için gerçek nezdinde gerçek değerleri olan asıl hazineleri gösteriyor, onlara yöneltiyor insanları. Bunun anlamı, kalıcı ruhsal değerler olan hizmet, yardım, vericilik, iyilik... gibi tüm erdemler, olgunlaşma yolundaki insanların daimi giysileri olmalıdır, olacaktır. Ve insanlar kendilerini bu giysilerle bezeyecekler... Bu noktadan sonrası artık varlığın bilgisi dışında kalmaktadır. Ancak şu kadarı biliniyor ki: o, kendisine ne yapılacağını bilmese de, buyruğa uyup bekleyerek, yoldaşlarıyla sonsuz yolculunu paylaşmaya devam edecektir.

 

Osman Türkmenler  02.08.2012

Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap