Ben Geldim I

 


 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır

Ben geldim
(1)

Adam inanmazdı ne uzaydaki farklı yaşamlara insandan çok daha zeki ve gelişmiş olan, ne ufolara. Onun için insan tek ve en mükemmel zeki varlıktı evrende var olan. Böyle şartlandırılmıştı zihni çocukluğundan beri bu önermeyi yapan inanç bilgileriyle. Büyümüş, okumuş kendince bir yerlere gelmiş ama inancının başta öğrendiği sığ sularından açılarak evrenin bilgisiyle kucaklaşmaya ne ihtiyaç duymuş ne de duyduklarını kabûl edebilmişti. Böylece yıllar geçmiş o bildiğinde devam etmiş doğrunun sadece o olduğuna inanarak ve diğerlerini kınayarak.

İnsan tutuculuğuyla kayıptadır. Bilgi şuurlanma seyrinde yenilenmede, bilinenler daha üst anlamlara açılmada ve gelişmededir insan var olduğundan beri. Tutucu bir zihin bunun böyle olduğunu kabul etmez. İnsan binlerce yıl evvelinin aynı insanı değildir ki bilgi binlerce yıl evvelinin bilgisi olarak aynı kalsın yine binlerce yıla yayılmak üzere. Zamanın bilgisi tabii ki bu güne göre daha temel bilgilere ihtiyacı olan insana verilenle aynı çerçevede açılım içinde değildir, çünkü insan şuursal olarak gelişmiştir o zamanlara göre, o nedenle bildiği bilgilerin de içlerini akıl ve mantık süzgecinden geçirerek daha üst boyutlarda açmak oradan gönle ve hale indirmekle sorumludur. Bu ise öğrenmekle, düşünmekle, deneyimlemekle ve yaşama geçirmekle mümkün olacağından insana zor gelir, anlayışını özgürce değiştirebilmek. Zihnine kazınmış olan ona yeter de artar bile. Gerisi boş, gerisi hayaldir, gereksizdir, gerçekten uzaklaşmaktır ve bilinen yeterliyken yeniden yeniden düşünmeye ne gerek vardır. Başkaları daha akıllı daha bilgili, tanrının daha çok sevdiği öncü insanlar düşünmüşlerdir ya insanlığın geçmişini ve geleceğini, ona mı kalmıştır yeni düşünceler üretmek, yeni anlayışlar gerçekleştirmek!. Hâttâ zihninin hükümle gölgelenmiş dar çerçevesinin dışına çıkmak onlara bilgileri inkâr gibi gelir. Her şey bilgilerde verilmiştir ve sonsuza kadar da o bilgilerde devam edecektir. Bilgiler doğuda başka batıda başka renkler içerir. Bölgesel farklılıklar ayrılık için değil, özde bir olanları birleştirmek içindir. Bu günün insanlığına miras kalan bilgiler bir üst şuur gözlemiyle taranmalı, açılmalı, birleştirilmeli ve insanlığın geçmişi ile geleceği arasındaki bağ çok daha açık bir biçimde anlaşılmalıdır. Oysaki hangi bölgede olursa olsun insan şartlanmış zihniyle ilk bilgilerin açıldıkça açılmaya, birleştirildikçe birleştirmeye ihtiyacı olduğunu kabullenemez. Senin bilgin benim bilgim kavgası hiç bitmez ve bu bilgisel kaos içinde tutunduğu bilgiden kolay kolay vazgeçmez. Bu aslında insanın varoluşundan beri süregelen seyri bilmediğindedir. İnsan geçmişten gelen bilgilerle insanlığın ne demek olduğunu öğrenecek ve insanüstülüğe geçiş yapacaktır O’nun kendine öngördüğü yolda ve bu yolda yeni bilgi açılımları ona yol gösterecektir. O yol sonsuzcasına uzundur bilinmeyen noktaya kadar ve O’nun bilgisi de sonsuzdur bu gün düşünemeyeceğimiz kadar. İnsan o yolun yolcusu olduğunu anlamalıdır artık, bir yerde çakılıp kalmadan.

Adam içinde bu böyleydi. Tutunduğu dal onun için yeterli ve sağlamdı, gerisi sapkın zihinlerin yanlışa olan bağlantısından öte bir şey değildi. Değişmeyeyse hiç ihtiyacı yoktu, aslında ona ne çok ihtiyacı olduğunu anlayamadan kendi kendine ördüğü kabuğun içinde yaşamını sürdürerek.

Oysaki o gün yaşamı altüst olmaya başladı garip bir karşılaşmayla.

Bir yetişkin ve bir küçük çocuk önce bir ufoyla (*), sonrada içinden çıkacak bize göre değişik yapıdaki bir varlıkla yakın temas içinde olsa acaba ne yapar? Dış uzay varlıkları nedense hep garip varlıklar olarak betimlenir. Elbette farklılıklar vardır dünya insanıyla aralarında ama bizden görünüş olarak hiç farklı olmayanlar da giyindikleri insan formlarıyla aramızda biz gibi yaşayabilirler. Bu çoğunlukla bilinmediğinden biz öykümüze şimdilik sıra dışı görünümlü varlıklarla devam edelim. Gazetelerde okumuştuk bir zamanlar köylülerin çok yakın temasta olmasalar da bir ufoyu nasıl taşlamaya çalıştıklarını, tarlalarına girmiş karpuzlarını yiyen ineği taşlarcasına. Gazetedeki resim ve bilgi bana göre uydurmadır. Bunun yaşanmış bir olay olduğu kabûl edilse de örnekleme yönünden uç bir örnek olarak düşünülebilir. Hani cahildirler, korkmuşlardır gibisine. Olabilir. Onlarda ufo bilgisi olmadığı gibi içindeki canlılar hakkında da bir bilgileri yoktur. İlkel bir korkuyla öyle bir davranış sergileyebilirler. Ama bir küçük çocuk 3-4 yaşında böyle bir sahneyle karşılaştığında korkmak bir yana yanaşmaya, temas kurmaya çalışır onlarla saf bir merakla. Ve kurabilir de. Öylesine hükümsüzdür ki içi ayrılık görmez. Şehirdeki okumuş, bilgilenmiş ama kabullenememiş yetişkin de kırsalın o konulardaki cahili kadar olmasa da benzer korkuyu ve tahrip etme duygusunu yaşar. Çünkü içselliği erozyona uğramıştır bir yerde, yıllarca belli bir kalıba sokula sokula havasız kalmaktan boğularak. O zihninin esiridir, zihni de egosunun. Egoyu büyüten zıvanasından çıkaransa aldığı eğitimdir, ailesinden, çevresinden, okullardan, her türlü yazılı ve görsel yayından. “Ufo mu o da neymiş, insanlar meteoroloji balonlarını, ışık yansımalarını veya gelişmiş teknolojinin dünyasal üretimi ufomsularını dış uzaydan gelen canlılar olarak düşünüyorlar.” Bu kabulsüzlük cümleleri her zaman karşılaştığımızdır insanları kontrollarından çıkarmak istemeyenlerin ağızlarından. Onlar gerçeği çok iyi bilmelerine rağmen böyle söylerler. İnkâr; insanın bir şeyi örtbas etmek istediği zaman yaptığı en yaygın, en kolay ve en utanılası şeydir. Bir de o sistemi kullandığında varlığından kaybettiği değerleri anlayabilse insan olarak!..

Adam da şehirliydi ve ne yazık ki ne okumuşluğu, ne yüksek görevlere gelmesi onu çocukluğunda şartlandığı dar alandan çıkaramamıştı. Ufo onun için olanaksızdı, uzaylılarsa masal ya da cin tayfasından görünür olanlar. İnsan yaratılmışların en mükemmeliydi çünkü. Bunu konu her açıldığında güçle savunurdu, aksini savunanları biraz da küçümseyerek. Bu kendi araştırıcı, birleştirici özgür düşüncelerinin değil, çocukluğunda edindiği şartlandırılmış zihninin tepkisiydi. Bu inanış güçlü yönetimlerce de desteklenirdi çeşitli şekillerde çünkü onlar, onlarla yaptıkları temasların, onlardan öğrendikleri teknolojilerin bilinmesini istemezler güçlerini yitirmemek için. Oysaki baştan beri insanı kendi bilgileri ve sistemleriyle eğiten onlardı. Gelişimin temel taşları olan Ateşi, tekerleği, yenebilecek ve üretilebilecek bitkileri ve üretim şekillerini ilkel insan kendi kendine mi keşfetti. Bugün dünyaya yanlış ellerde hükmeden teknolojiyi bilim insanları kendi kendilerine mi gerçekleştiriyorlar. Elbet ki kapalı kapılar ardında çok şeyler dönüyor zaman zaman dışarıya çok küçük sızıntılar olsa da. İnsanlık eğitilmeye ve kontrol edilmeye devam ediliyor dış uzaydan gelen iyi niyetli veya bunun tam tersi olanlarca. Yani Ufo diye tanımlanan bilinmeyenlerce.

Ve o gün, bu zihin yapısındaki adamın karşısına hayatını altüst eden hiç düşünmediği hâttâ rüyasında bile görmediği bir şey pat diye çıkıvermişti. Bir ufo, civamsı parlaklığıyla pırıl pırıl yanan bir ufo. Ne bir penceresi var ne kanatları, havada asılı gibi öylece durmada hafif bir vınlama sesi eşliğinde. Adam önce ne olduğunu anlayamadı gökyüzündeki bu parlayan şeyin. Sonra bir dürtü oldu içinde, ufo geldi aklına. Gelmesiyle birlikte de beyni bir anda yok oldu sanki yerini bir garip boşluğa bırakarak. Adam canlılığını sürdürüyordu sadece ama hareketsiz, düşünmekten uzak, duygusuz, vitrin mankeni gibi.

Ufodaki varlıklar şaştılar bu işe inceden inceye tararlarken adamı uzaktan da olsa gelişmiş başarılı teknolojileriyle. Adam bedeninin içinde yok olmuştu sanki, askıdaki bir giysi gibi öylece duruyordu. . Bir tanesi, “çok yazık” dedi “daha fiziksel beynin dışında da var olabilecekleri ikinci süptil beyinlerini kullanıma sokamamışlar.” Diğeri yüzünde tatlı bir tebessümle “Henüz küçükler” dedi. “onlar da büyüyecekler. Şimdi kendilerini çok önemli saysalar da bir gün elbette anlayacaklar daha yolun çok başında olduklarını.” Bir sevgi dalgası yolladılar adama yoğunlaştırılmış lazer akışı gibi. Elbise titredi askıda, göğsünde hafif bir kızıllık belirdi ve sonra kayboldu. Ufodakiler buna da şaştılar. İlk konuşan “İnanılmaz” dedi. “onu sevgiye bu kadar karşı koyduran gücün yok edilmesi zaman alacak” “Olacak” dedi diğeri “ çok da uzun olmayan bir zamanda. Çünkü iz bırakabildik, şimdi beyninin kapattığımız devrelerini açalım da kendine gelsin.” “ Yaşadıklarını silelim mi” diye sordu ilk konuşan. “Hayır, düşünmesi gerek, düşündükçe değişmesi gerek ve sonra ona fiziksel beyniyle ahenk içinde devrede olan ikinci beyniyle nasıl kontrol dışı kalabileceğini de öğretmemiz daha kolay olacak.” İlk konuşan güldü. “Zaten fiziksel beyinlerini ne kadar tanıyor ve ne kadar kullanıyorlar ki, onun kapasitesine göre neredeyse beyinsizler, bir de onun üzerinde farklı bir boyutta ikinci bir beyinlerinin olduğunu öğrenseler acaba ne yaparlar!.”

Adam ufodakilerin bu son cümlesini hissetti onlar ayarlamayı tamamladıkları için. Elbisenin içi doldu yeniden ve adam beyinsiz gibi hissetti kendini kısa bir zaman. Oysaki yaşıyordu, hatırlıyordu, bir ufo görmüştü ve o hâlâ oradaydı. “Beyinsiz olmam imkânsız “ diye düşündü elleriyle başını tutarak sanki beyninin yerinde durup durmadığını kontrol ediyormuş gibi. Hareket edebiliyorum, düşünüyorum, görüyorum, duyuyorum, hissediyorum yaşıyorum. Belki bir şok yaşadım bu garip cisimden yayılan etkiyle. Belki de bu gerçekten bir ufo. Düşüncesinden ürktü. Olmadığına emin olduğu bir şeyin bir anda karşısında belirmesi korkutmuştu. “Korktuğum için böyle oldu” diye kendini savundu. Başını kaldırıp yeniden gökyüzüne baktığında hiçbir şey yoktu, oraya buraya öbeklenmiş bulutlardan başka. Ve adam bir kere daha şaştı olanlara.

(*) Tanımlanamayan uçan nesne.

1 Ocak 2013

Aysel Ongun

Devam edecek

 

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap