Ben Geldim IV

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim
(4)

Adam bütün bu zihinsel ve duygusal karmaşanın içinde yine de bütünlüğünü koruyabiliyordu. İşinde ve çevresinde gelişen düşüncelere bakışı eskiye göre biraz farklılaşmış olmasına rağmen, o dikkati çeker bir durumu dünyasal olarak asla yaşamıyordu. Bilemediği bir güç onu ayakta tutuyor ve düşüncelerini açığa vurmasını engelliyordu. Adam zaman zaman bunu çok güçlü yaşamasına rağmen çelişkilerin zihnine verdiği acıyı da hissetmiyor değildi içten içe. Bir gün, günler bu şekilde akıp giderken yeniden gördü, bir akşam vakti gökyüzünde pırıl pırıl parlayan Ufoyu. Okuduğu o beş kitaptan sonra artık onlar hakkında bazı bilgilere sahipti. Varlıklarını kabulleniyordu. Yaratılışın en gelişmiş varlıklarının da dünya insanı olduğuna artık eskiden olduğu gibi güçle inanmıyordu. Beş kitap anlattıklarıyla farklı bir düşünce seyri açmıştı önünde. Çok kısa zamanda olmuştu bu, kendinin de anlayamadığı kadar kısa bir zamanda. Evrendeki diğer zeki canlıların nasıl şeyler olduklarını içten içe merak etmeye başlamıştı. Gazetelerde, televizyonda veya her hangi bir yerde gözüne çarpan Ufo haberlerini dikkatle takip eder olmuştu. İnsanın yaratılışı ise merak ettiği konularda önceliği kazanmaya başlamıştı. Nasıl varedildiğini, aslında ne olduğunu, nereden nasıl geldiğini ve nereye gideceğini alışkın olduğu öğretinin dışında da bilmek istiyordu. Beyninde farklı bir algı boyutu açılmıştı sanki. Bu duygularla baktı Ufoya. İçine bir sıcaklık aktı. Orada olmak istedi yanlarında, okuduğu kitabın yazarı gibi. Dünyayı çok yukarılardan görmek istedi. Ufodakiler ise çoktan yeryüzüne inmişlerdi, küçük Piyotlarıyla. Adam birden yanında biri varmışçasına irkildi. Etrafına bakındı ama kimse yoktu. Kulakları çınlamaya başladı o güne kadar hiç olmadığı şekilde. Elleriyle kulaklarını kapadı ses beyninin derinliklerinde aynı güçle devam ediyordu. Sonra sanki biri ona bir şeyler fısıldamaya başladı. Kelimeleri anlamıyordu ama bir gün oraya gideceğini ve Dünyayı çok yukarılardan seyredeceğinin söylendiğini hissediyordu. Daha fazla okuması, bilgilenmesi gerektiğini düşündü. Bulabildiği konuyla ilgili her kitabı almalıydı. Kulaklarındaki çınlama bu kararı üzerine durdu. Adam yakın temasın ilk telepatik mesajını almıştı.

Doğru kitaplar bilgi doludur, insana yol gösterir, ufkunu açar, yeni bilgiler düşünce âlemini geliştirir ama esas kitap beynin sayısız katmanlarından okunmak için bekler. Beyin O’nun ilk örnek olarak yaratılan varlığa armağan ettiği sonsuz gelişim rehberidir. Zamanımızda çok kısıtlı işlev görse de İnsan o rehberin yönlendirdiği yönde boyutsal katmanları açarak yoluna devam edecektir. İnsanlığın ikinci beyni, geçmişine göre daha üst olan yeni yolculuğunda ona rehberlik edecektir. Adam bu yolculuğa hazırlanmaktadır zihinsel ve fiziksel olarak; Çok çeşitli bilgileri öğrenip, birleştirip yeni önermeler yapabilecek kadar zengin bir hazineye sahip olabilmesi için. Yol budur ama o yolda öylesine çok şeyler yaşayacak, öylesine deneyimler geçirecek ve varlığına öylesine büyük bir değer kazandıracaktır ki, bunun için binlerce yıl geçecek, varlığı yeni değişimlere uğrayacak, baştaki ve sondaki bir tek yer değişmemecesine tümüyle farklılaşacaktır. İlksel enerji varlığın bütünlüğünde kozmik dansını oynayacaktır. Yaşam enerjiyle bitmeyen bir danstır, o dansı ne kadar iyi yaparsanız ödülü de o denli büyük olacaktır ve adam bu dansa başlamıştı.

Daha sonra okuduğu kitaplardan birinde zihnini öylesine allak bullak eden ifadelere rastlamıştı ki onları hemen bir kenara yazdı.

“ İnsanlık bir deneydir. Yaratılış içinde yer alan her şey gibi insanlık da tasarlanmıştır. İlk yaratıcı, daha büyük bir öz, keşif, varlığından zevk alma ve kendini ifade amacıyla çok zaman önce yaratılış ile deneyler yapmaya başladı. İlk yaratıcı, evrene kendi uzantısı olan yaşam enerjileri ve özleri getirdi, kendi uzantılarına sahip olduğu armağanları bağışladı. Yeteneklerini isteyerek ve özgürce verdi. Birçok evren ve evren tasarım yolları var. İçinde yer aldığınız bu özel evren, her şeye izin olan bir özgür irade bölgesi olarak tasarlandı.

İlk yaratıcı, kendi uzantılarına, “Gidin, yaratın ve her şeyi bana geri getirin “ dedi. Bir diğer değişle, İlk yaratıcı, “ Size kendimden bir armağan vereceğim. Siz de gidecek, kendinizi özgürce armağan edeceksiniz, böylece bu evrende yarattığınız her şey, özünü benim varlığım olarak bilecek.”

Adam daha bu ilk cümlelerle çarpılmaya başlamıştı. Uzayın derinliklerinden insanlığa yardım için gelen bu varlık, insanlar arasından seçtiği bu insana neler anlatıyordu böyle. O bir tek yaratıcıya inanıyordu ve yeni bilgi inancını sınıyordu sanki. Sonra düşünmeye başladı ve bir bilgiyi hatırladı “herşey O’na dönecektir” Bilgi bunu ifade ediyordu ama bir evren’in sadece her şeye izni olan, bir özgür irade evreni olarak tasarlanmasına anlam veremiyordu. Her evren farklı bir amaç için tasarlanmalı diye düşündü. Aklında bir, on sekiz bin âlem ifadesi vardı ama nereden bildiğini bir türlü hatırlayamıyordu. Acaba evren âlemle aynı anlamda mı kullanılmıştı Yine de düşünmeye devam etti. Galaksileri düşündü bildiği kadar, bir evrende kaç galaksi olabileceğini, her galakside kaç yıldız sistemi olabileceğini ve onların hepsi bilemediği bir şeylerin özgür irade kullanımı için mi hazır edilmişti. Aklı karıştı. Onca sistem sadece bir özgür irade evreni içindeydi; hayal etmesi olanaksız bir büyüklük. Acaba bilgi evren ifadesiyle bunu mu kastediyordu yoksa daha küçük bir şeyi mi anlatıyordu evren kelimesiyle. Yoksa sadece Dünya mıydı anlatmak istediği. Altından kalkamayacağını anlayıp okumaya devam etti.

“İlk yaratıcının yaratıcı tanrılar olarak adlandıracağımız bu uzantıları, gittiler ve İlk yaratıcının içlerinde varolan enerjisiyle deneyler yapmaya başladılar. Kendi hiyerarşilerini yarattılar, yarattıkları hiyerarşiler diğerlerini yarattı. Ortaya çıkan her hiyerarşi, varlığın kendi özünü bağışlayacağı ve bu evrenin gelişimine yardımcı olacak başka bir düzen yarattı. Sonunda bu galaktik sistemlerin birinde Dünya’yı galaksiler arası bir bilgi merkezi olarak tasarlayan bir plan oluştu. İnanılmaz bir plandı bu... Galaksilerin hepsi bu gezegende kendi temsilciliklerini yaratmak için birbirleriyle yarıştı. Yaratıcı tanrılardan bazıları usta genetikçilerdi. Yarattıkları düzen içinde yaşam yaratmak üzere molekülleri – kimliğin, frekans ve elektrik yükünün şifrelendiği moleküller- birbirine bağlayabiliyorlardı. Duyarlı birçok uygarlık, bu gezegende temsil edilmek için DNA’larını verdiler. Genetik ustaları da, duyarlı uygarlıkların Dünya’nın bilgi değişim merkezi, ışık merkezi, Yaşayan Kitaplık haline getirilmesine katkı olarak verdiği DNA çeşitleriyle oynayarak kimi insan, kimi hayvan olan çeşitli türler tasarladı. Dünya için hazırlanan büyük bir plandı.”

Adam’ın okudukça düşünceleri farklılaşıyordu. Bildiği O Büyüklüğün uzantıları birbiri içinden doğarak bir hiyerarşi sistemi yaratmıştı. Hiyerarşi sitemini iş düzeninden çok iyi biliyordu. Ve bu sistem yaratıcı Tanrılar yardımıyla ve galaksi içindeki bazı sistemlerle birleşerek dünya üzerinde yaşamı başlatmıştı. İnsanı hayvanı yaratanlar onlardı. Hani insanı Allah yaratmıştı! Şüphesinden korktu. Yazıyı defalarca okudu ve Allah olarak adlandırdığı o inandığı, güvendiği büyük gücün daha başta yaratımı nasıl başlattığını anladı. İnsanı, hayvanı tüm canlıları O’ uzantıları olan yaratıcı tanrılarla meydana getirmişti. Yaratımın temelinde yine O’ vardı. Rahatladı ve devam etti okumaya.

“Özgün Dünya Planlamacıları, ışık adı verilen bir bilinç için çalışan ve onun bir yönü olan Işık ailesi üyeleriydi Işık bilgidir. Işık ailesi tasarlamış olduğu bilgi merkezini yarattı. Galaksilerin bilgileriyle katkıda bulunabileceği ve hepsinin kendi belli bilgileri ile katılıp paylaşabilecekleri bir yer tasarladılar. Dünya, kozmik bir kitaplık, bilginin frekanslar ve genetik süreçlerle nasıl saklanacağı üzerine deneylerin yapılacağı inanılmaz güzellikte bir yer olacaktı.

Zaman yapısı dışında yüz bin yıl, sizin bildiğiniz zaman yapısı içinde bir yıl gibidir. Yaratıcı tanrılar sizin bildiğiniz zaman içinde varolmaz. Birkaç yüz bin ya da milyon yıl onlar için hiçbir şeydir.”

Varoluşun yedi günde yaratıldığı söylemini hatırladı burada. Zamansızlıkta yedi gün. Yedi gün olarak betimlenen acaba yedi farklı aşamamı diye söylendi yüksek sesle. Sesi kulaklarında değil, içinde yankılandı. Heyecanlandı yeni bir şey keşfetmişçesine.

“Farklı enerjiler yaratıldı. Dünya üzerinde belki beş yüz bin yıl önce çok ileri uygarlıklar geliştiren insan türleri bulunuyordu. Sizin lemurya ya da Atlantis olarak adlandırdığınız uygarlıklardan söz etmiyoruz. Bizim için bu uygarlıklar çağdaş sayılır. Güneydeki kıta, Antartika’nın buz dağları altında gömülü olan eski uygarlıklardan söz ediyoruz.”

Adam bu bilgiler üzerinde çok düşündü. Yaratıcılar bildiği yaratıcı değildi, Onun için yaratıcı Allah ve Rab’dı. “Peki” diye düşündü “ Rab acaba ilk yaratıcı Tanrı mı?” Melekler, Onlar yaratım seyrinin içinde neredeydiler? Yine bir bilgiye göre hayrından varettiği. Onlar o büyük projenin uygulayıcıları mı oluyorlardı? Bir bilgi insanı sevgisinden yarattığını söylüyordu. Hayrından ve sevgisinden yarattıkları diye neden ikiye ayrılmıştı. Neden inandığı öğreti bu kelimelerle ilgili hiçbir bilgi sunmuyordu. Sistem içinde gelişen sistemler de neyle denkleşiyordu acaba? Zihni gittikçe karışıyor neye inanacağını bilemiyordu. Yine bu düşüncelere daldığı bir sırada kulakları çınlamaya başladı. Sonra içindeki sesi duydu. “Daha çok öğreneceğin var. Sakın vazgeçme. Hiçbir bilgi birbirinden uzak değil. Bir yerde hepsi birleşecek ve sen yaratımın ve insanın yerini gerçekten öğreneceksin.”

Adam biraz durulduktan sonra yeniden okumaya başladı hayretten hayrete düşerek.

“Dünya üzerindeki yaşayan Kitaplık tasarısı sonunda kavga konusu haline geldi. Dünya’nın ilk dönemlerinde bu gezegenin sahipliği için uzayda savaşlar yapıldı. Gözde bir mülktür Dünya. Uzayda sahipsiz kalacağını mı sanıyorsunuz? Savaşlar oldu ve dünya bir ikilem yeri haline geldi. Dünya bir özgür irade yeri olduğu için, istediğini yapma hakkına sahip olan yaratıcı tanrılardan bazıları geldi ve duruma el koydu. Biz buna “Dünya’nın yağmalanması” diyoruz. Bu yaratıcı tanrılar sizin tarihsel olarak insan uygarlığının başlangıcı olarak adlandırabileceğiniz bir dönemde yaklaşık üç yüz bin yıl boyunca yağmaladı Dünyayı.

Bu sizin şimdiki zamanda uygarlığın başlangıcı olduğunu düşündüğünüz bir dönemdir. Gerçekteyse sadece daha geç bir dönemin, modern insanlık döneminin başlangıcıdır. Savaş olduğunda bazı varlık birimleri uzayda çarpıştı ve Dünya bölgesini ele geçirdi. Yeni sahipleri Dünya’daki yerli tür olan insanların olan bitenden haberdar olmasını istemedi. Bilgi sahibi olmazsa türü denetim altında tutmak daha kolay olacaktı. İşte bunun için bu varlıklar ışığı yendi ve Dünya onların bölgesi haline geldi. Büyük ölçüde radyoaktivite ve nükleer hareket vardı. Dünya’nın büyük bölümü parça parça dağıtılmıştı. Özgün tür olan insan büyük bir yıkım yaşadı ve dağıldı.

Dünyanın yeni sahipleri olan bu yeni yaratıcı tanrılar da genetik ustalarıydı. Yaşamın nasıl yaratılacağını biliyorlardı. Bu bölgeyi kendilerince nedenlerden istiyorlardı. Bölgeler yaratıldı ve her şeyde bilinç olduğu için bazı enerjilerce öyle kalması sağlandı.

Bilinç sürekli iletişim halindedir. Bilinç belli elektromanyetik frekanslarda titreşir ya da titreştirilebilir. Bilincin elektromanyetik enerjileri, besin kaynağı yaratmak üzere belirli bir şekilde titreşime geçirilebilir. Tıpkı elmanın çeşitli şekillerde hazırlanıp yenilebilmesi gibi bilinç de pek çok şekilde hazırlanıp alınabilir.

Kendi evrim süreçleri içindeki kimi varlıklar, yarattıkları yaşamlara frekanslarını değiştirdikleri bilinç biçimleri yerleştirdikçe kendilerini doyurabildiklerini, beslenmelerini sürdürebildiklerini keşfetmeye başladılar. İlk Yaratıcının kendisini bu şekilde beslediğini anlamaya başladılar. İlk Yaratıcı Dünyaya kendisi için bir besin kaynağı olmak üzere başkalarını bir bilinç, elektromanyetik frekansı yaratmaya gönderdi. Gezegenin yeni sahiplerinin tercihleri başkaydı Yarattıkları karmaşa ve korku bu yeni sahipleri besliyor, harekete geçiriyor ve güçlerinin sürmesini sağlıyordu.

Üç yüz bin yıl önce gelen yeni sahipler, İnciliniz, Babil ve Sümer tabletleriniz ile Dünya’nın bütün metinlerinde sözü edilen olağanüstü varlıklardı. Dünya ya geldiler, yerli insan türünü yeniden düzenlediler. Beslenmek güçlerini sürdürmek için DNA’nızı ancak sınırlı bir dalga boyunda belli frekansları yaymaya elverişli olacak şekilde değiştirdiler. Bir dizi duyarlı uygarlığın vermiş olduğu on iki DNA iplikçiğine sahip ilk insanlar, olağanüstü varlıklardı. Yeni sahipler iki iplikçikli çift sarmallı DNA ile yeni insan çeşitleri yarattılar. İnsan DNA’sını alıp çözdüler. Özgün DNA kalıbı insan hücrelerinde kalmıştı ama işlevini yitirmişti artık, aslından ayrılmış, kopartılmıştı.

İnsan hücreleri içinde ışığın şifrelendiği iplikçikler, bilgiyi taşıyan enerji hatlarından oluşan çok ince bir ağ bulunmaktadır. Ağı oluşturan bu hatlar bir kablo gibi çalıştığında DNA’nızın sarmalını oluşturur. Yapınız yeniden düzenlendiğinde çift sarmalla bırakıldınız. Hayatta kalmanız için gerekli olmayan ve sizi bilgi sahibi tutacak her şey kaynağından kopartıldı. Geride sadece sizi denetim altında tutulabilir ve müdahale edilebilir frekanslarda tutsak edecek bir çift sarmal bırakıldı.

İnsan frekanslarıyla oynayıp değiştirmeyi denetim altında tutmak üzere gezegenin çevresinde elektrikli tellere benzer bir frekans perdesi yerleştirildi. Zaman geçtikçe frekans perdesi, ışık-bilgi frekanslarının geçişini çok zorlaştırdı. Işık frekansları kontrol perdesini geçebildiğinde onları alacak kimse yoktu. İnsanların DNA sı kaynaktan koparılmış, ışık şifreli iplikçiklerin düzeni bozulmuştu. Yaratıcı kozmik ışınlar bağlanacakları, alınacakları hiçbir şey bulamıyordu karşısında.

Bu öyküde sizin rolünüz nedir? Sizler ışık ailesinin üyelerisiniz. Bazılarınız için bu bir düş sadece. Size derinliklerinizde bildiğiniz şeyi anımsatıyoruz. Bu gezegene hafıza bankalarınızı harekete geçirmeye; kendi gerçeğinizi yaratmanız, gezegenin frekansını değiştirmeniz, kendi kendinizi ve bu bölgenin sahipliğini haklı olarak talep etmek üzere kim olduğunuzu hatırlamaya başlamanız için insan ırkını ışığın dalga boyu ile esinlemeye geldik. Yeniden düzenlenen insan ırkının DNA’sını değiştirmek üzere her birinizin taşımayı kabul ettiği bir frekansı sizinle paylaşmak için geri geliyoruz. Duygular besin kaynağıdır. Besin kaynağı sevgi olanlar da vardır. Özgün planlamacılar, Dünya’nın frekansını sevgiye göre değiştirmeyi istiyorlar. Şimdiki sahiplerinin besin kaynağı olan korku, endişe, karmaşa, açlık ve ümitsizlik ortadan kaldırılmalı. Sizler bu besin kaynağını ortadan kaldıracak olanlarsınız. Kendi korkularınız üzerine zafer kazanmak ve gezegenin geri kalanına korkulacak hiçbir şeyin olmadığını göstermek üzere buradasınız.”

Adam her bir satırı içinde duyarak okuyor bu hissedişine de bir anlam veremiyordu. . Ne dünya ne insan ne de yaratılış bambaşkaydı anlatılanlarda. İlk defa seyredilen bir filim gibi heyecanlandırıyordu onu okudukları. Uzay savaşlarının sadece filmlerde, romanlarda olduğunu düşünürken onun gerçekliğiyle iç içe olmak çok farklı bir duyguydu. Mitoloji bir anlam kazanıyordu gözünde. Büyük öğretilerin, yaşanmışların hangi safhalarına değindiklerini düşündü. Adem ve Havayı, Cenneti ve yasak elmayı. Yasak elma DNA’nın iki sarmala indirildiği zamanı mı betimliyordu Cennet de on iki sarmallı zamanı ve insan yeniden on iki sarmala ulaştığında mı Cenneti yeniden kazanacaktı? Cennet onun için önemliydi. Yanmak istemiyordu zebanilerin arasında. Ve cehennem iki sarmallı DNA’nın hâkim olduğu korku, karmaşa, açlık ve ümitsizlik zamanı mıydı? İnsanlık şimdi de yaşıyordu bunları. Cehennem yeryüzüydü hala, yaşananlarla, olanlarla. Çok düşündü bunları ve gördüğü Ufo’nun sadece insanlığın iyiliği için bulunduğuna emin olmak istedi. Ama ya diğerleri korkudan, öfkeden beslenenler; onlar da hala yeryüzündeydiler. Sonra devam etti okumaya. O’nun sevgisinden yarattıkları da bir anlam kazanıyordu gözünde.

“DNA’nız çifte sarmaldan on iki sarmala evrimleşecek. Bu on iki sarmal, bedeninizin içindeki ve dışındaki enerji merkezleri ya da çakralara karşılık geliyor. Gezegen üzerinde yaşayan milyonlarca insan bununla görevli. Görevi yerine getirmek üzere frekansın taşıyıcısı olmayı kabul ettiler. Aranızda çok azı kusursuz bir hale geliyor ve bu pek az kişi başkalarını etkiliyor. Yakında kim olduğunuz ve görevinizin ne olduğu konuları zihninizde büyük bir açıklık kazanmaya başlayacak. Bu inanılmaz ölçüde bir evrimsel süreçtir.. DNA sı şimdiden on ikili olarak düzenlenmiş insanlar vardır aranızda, on iki sarmal halinde. DNA’nın bu on iki sarmalı, bedenin içinde ve dışında birbirleriyle etkileşim halindedir. On iki iplikçiğin bağlantısı, on iki enerji ya da bilgi merkezinin işlev görmeye başlayabileceği ve birbirleriyle bilgi alışverişine girebilecekleri anlamına gelir.

Geleneksel olarak bu merkezlerin yedi tanesi bedende, beş tanesi de beden dışında konumlanmıştır. Yaygın isimleri çakra merkezleridir ve bu zamanda güneş sisteminiz içinde tanıdığız on iki göksel cismin dönüşüyle bağlantı halindedir. Bu on iki göksel cisim bilgi ile döner. Evrenin sonuna kadar giden çakra sistemleri ile birlikte döner. Bedeninizin içinde dönen DNA ile birlikte hareket eder.

İnsan DNA’sı on ikili sarmal halinde yeniden düzenlendiği ve bu biliş üzerinde etki yapmaya başladığında açığa inanılmaz bir güç çıkacak. Bireyler, sadece bir araya gelip istedikleri şeye birlikte niyetlenerek – kozmozun her yanından gelen enerjilere ortak bir telepatik alıcı oluşturarak – evrenin çehresini değiştirecek.

DNA’nızın yeniden düzenlenmesi sürecine mutasyon ya da dönüşüm adını veriyoruz. Bu mutasyonları bedenlerinizde içselleştirecek hale geldiğinizde on iki bilgi merkezinizi de bütünleştirebilecek durumda olacaksınız. Deneyimlerinizi sizin yarattığınızı anlamaya başlayacak ve bilinçli yaratıcılar olmayı öğreneceksiniz. Bundan da ötesi, gerçek kimliğinizi bilinçli hatırlayanlar haline geleceksiniz.

Onuncu, on birinci ve on ikinci çakralarınız kendiliğinden açılmaya başladığında yaşamlarınızda pek çok gezegen dışı enerji belirecek. Bu enerjiler, aranızda yüksek frekansları yakalayabilenler arttıkça gezegen üzerinde etkisini gösterecek. Onuncu çakra güneş sistemiyle, on birinci galaksi, on ikinci ise evrende bir yerle bağlantılıdır. Bu frekansları aldıkça dünyanın büyük kısmını şoke edecek kadar şaşırtıcı bilgiyi gezegene getireceksiniz.

Kimlikler, kültürler birleşecek, birçok “yeni dünya düzeni “ birbirinin içine geçecek, büyük bir kaos ve karmaşa yaşanacak. Kaos ve karmaşanın ışıkla yeniden kurulmak üzere düzeni çökertmek için gerekli olduğunu bilerek olanları izleyebilirsiniz. Evrimsel bir sürecin gerçekleşmekte olduğunu ve frekans değişikliğine bütünüyle uyum sağlayabilenlerin evrimleştiğini anlayabilirsiniz. Dünya bu zamanda varolmak için son derece heyecan verici bir yer. İyi bir plan bu, değil mi?”

Adam okuduklarıyla şaşkınlıktan şaşkınlığa geçerken korkuyla “neden ben” demekten de kendini alamıyordu. Seçilmişti. Seçilmişlik zordur neden seçildiğini anlayıncaya kadar, sonrasının da pek kolay olduğu söylenemez yine de başlangıç büyük zihinsel değişimler istediği için en zor olan kısımmış gibi görünür insana. Gerçekten başardığı yerlerin sınavını vermek zorundadır ve pek çok insan için bu olanaksızdır. “İnsan yaratılmışların en yücesidir” bilgisi zihninde sürekli dönüp duruyordu ve görüyordu ki insandan çok daha mükemmelleri var yaratılmışlar olarak. Belki de on iki sarmallı DNA’sındaki pek çok galaksiye ait veriler onu yaratılmışların en mükemmeli yapıyordu. Öyleyse insan daha ilk var edilişinde melez bir varlık olarak tasarlanmıştı. İnsanın bin bir hali bu melezlikten mi kaynaklanıyordu? Yine de Evrenin çehresini değiştirmek, tüm geçmişi bilmek çok ama çok özel ve güzeldi. İki sarmallı DNA’ya düşmeden önce insan denen yaratım tüm bu galaktik güçleri kullanıyor muydu acaba. Dünyada gerçekleşen on iki kıyamet bilgisi dünya insanının değil de kozmosdan çıkıp gelen karanlığın ışıkla yaptığı savaşın eserimiydi, yoksa neler oluyordu… Antartika’nın buzları altında gizlenmiş geçmiş, insanlığın hangi geçmişini barındırıyordu. Kaçıncı kıyamet bu değişikliği yapmıştı? Dünya bilinenden çok, çok mu yaşlı, insanlık bilinenden ne kadar eskiydi. “Allahım” dedi yorgun zihniyle “sen bana yardım et” Tüm zorluklar karşısında hep bu yardımı isterdi. Ve O’ elbet ki yardım edecekti ama o yardımı hak edene hak ettiği kadar. Birden çakralar geldi aklına. Yeni bir bilinmez, insanlığı evrene açacak ve onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. “Bilmem gerekiyor mu acaba” diye düşündü. İçinden gelen bir cevap yoktu ve şimdilik olmayabilir diye düşünse de, “hayır” dedi, “birden aklıma geldiğine göre araştırmalıyım”. Adamın zihninde yeni bir açılım gerçekleşiyordu çok küçük olsa da. Birden akla gelenler.

Devam edecek

1 Şubat 2013

Aysel ongun

Seri tamamlandığında alıntı kaynakları listelenecektir.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap