Ben Geldim XXVI

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

26

Dünya’nın ve insanın var ediliş nedeni, ilk başlangıcı ve gelişimi insanlarca açık ve net olarak bilinmez. Türlüjj olasılıklar vardır dar anlamda mitlerden, yazıtlardan, geçmişe ait her türlü kalıntılardan, sembollerden, ruhsal bilgi mesajlarından ve dinsel bilgilerden çıkarılan. Bunların içinde iki büyük önermenin birisi “Dünya’nın ve insanın Tanrılar tarafından bir deney alanı olarak yaratılması”, diğeri ise öncelikle kabul edilen, O’ Bilinmeyen, öğretilerde bildirilen isimleriyle insanlık tarafından anlaşılabildiği kadar tanımlanan Güç’ün, “kendini bilmek istemesi” üzerine kurulan önermedir. O’ Bilinmeyen Var edici ve Yaratıcı’nın, bizim anladığımız dar anlamla, kendini bilmesi diye bir şey söz konusu bile olamaz. Anlayamadığımız “kendini bilmek istedi” ifadesi ise O’nun Varlığının hiç bilinemeyecek olan sırrıdır. “Yukarıda ne varsa aşağıda da da o vardır” sözü üzerinden ya da insanın tanrısallığı betimlemesinden yola çıkarsak, insanlığa öğütlenen “kendini bil” ifadesinin, insanla yaratıcı (!) arasındaki sırrın biliş/oluş yolu olduğunu düşünebiliriz,(tekâmül) tabii bir yere kadar. Bu da en basitinden şöyle tanımlanabilir. İnsan hem hiçbir şeydir hem de her şey. Bu bir paradoks gibi görünse de “Kendini bilmek istedi” bilgisi ile “Kendini bil” ifadesi arasındaki bağlantı, geniş düşünmeye açık olana farklı anlayışlar getirebilir. İnsan hem hiçbir şey hem de her şey olarak kabul edildiğinde, tüm yaratımın da aynı şekilde olduğu düşünülebilir. Var olan sadece “O’ Bilinmeyendir” ve onun dışındaki tüm var olanlar hem her şey hem de hiçbir şeydir. Tasavvufta ki “yalan dünya” anlamı sadece insanın dünya yaşamı için ifadelendirilmiş gibi görünse de tasavvufun pirlerinde anlam belki de çok daha geniş bir içeriğe sahiptir. Bunu bilmiyorum. Yalan olan sadece dünya değil var olan her şeydir. Kurguyu biraz daha genişletirsek “Ol” emrinin bir defa verilmediğini, insanın belki de şimdilik son gibi görünen “Ol” yaratımının gelişimi içinde olduğunu düşünebiliriz. “Ol” bilemeyeceğimiz ilk yaratıcı sistemin harekete geçme emri olabilir.

Dünyamız ve son dönem insanları (*) var edilişlerindeki akıl almaz muhteşemliklerine rağmen tüm yaratım içinde alt sırada yer alırlar. Önlerinde çok yol vardır, boyut boyut atlayacakları. Bu nedenle de “kendini bil” ifadesi yaşadığımız boyutun şuursal çerçevesi içinde anlayacağımız ve bireyselliğimizde gerçekleştireceğimizdir. Sonsuzluğun bilgisine tümüyle açık değildir insan. Kaldı ki bu gün açılması gereken şuursal alan içinde bile çok gerilerdedir.

Ve biz bu alan içinde “kendini bil”e en yüzeysel anlatımıyla şöyle bir bakalım. Bu ölmeden ölmenin de anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

“Kendini bil” Dar anlamıyla günlük hayatta “haddini bil” sınırlaması içinde kullanılır. “kendini bilmez adam” gibi bütünlemeler buna örnektir. Anlam, sıradan bir deyim olarak kullanılmanın dışına çıkıldığında haddin içinde “ne olduğunu, sınırlarını fark et ve ona göre davran” anlamının yattığı hissedilir. “Ne olduğunu fark etmek” ise kişiliğini yani düşüncelerini, bilgisini, algısını, hükümlerini, sevgisini, arzularını, kıskançlığını ve bunun gibi halde kişiyi etkileyen tüm değerleri tanıyabilmektir. Kişiliği “ben” tanıyabilmek için doğru bilgide şuurlu bir içsel arayış gerekir. Doğru bilgiyi anlayabilmek için dış etkilerden uzak, hükümsüz/ tutkusuz (Ego), akıl ve vicdan desteğiyle ışıklanmış, gönülde yer bulmuş sağlıklı bir düşünce yapısı gerek. Sonuç, önce “ben” dediğinin dünyasal tanımını bilinçli yapabilmek, onu kabullenip, değişime gereksinimi olduğunu anlayıp, bunun gerçekleşebilmesi için belki de yıllarca çabaladıktan sonra da varlığını bilmek. Ne amaçla var edildiğini, nasıl bir şekle girmesi gerektiğini, yaratılışın donanımı içinde ne yapması gerektiğini ve var olan her şeyle olan bütünlüğünü anlamasıdır. Bir yerde ikilikten kurtulup, gören, bilen, hisseden ve yaşayan olarak O’nun işaretlediği yolda yürüyüşünü sürdürebilmektir. Tüm bunları gerçekleştirebilmek için de bilmeyi gerçekten çok ama çok istemek ve onun için çaba göstermek gerek. Sadece istemek ve beklemek, zaman zaman itici bir bilgiyle ya da olayla bir şeyler yapmaya çalışmak ki, bu çoğunlukla ego dürtüsüdür, değil adım atmak, oyalanmak ve zamanda geri kalmaktır da aynı zamanda.

İnsanlığın bu gün yaşadığı boyut değerleri için bu bir önceliktir. Yaratılışından beri bunun için eğitilmektedir türlü yollarla. Bir bilgide “İnsan yeni bir hamurdur” denir. Yani yolun başındadır. Yolun başındaki gelişim böylesine zorlu ve uzun süreli ise, sona varış yolculuğu nasıldır, asla bilinemez. Kurgusu bile yapılamaz. Kurgular ancak şuursal olarak açılabilen insanlarda bir üst boyutun alanı içinden yapılabilir. “Kurgu bilim” buna örnektir ki bilim kurgusal bilgiyi açtığında “bilim kurgu” ortaya çıkar. Açılım böylece sürüp gider “Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan “ örneği gibi. Olan kendini anlamasına olanak olmayanlar için kapalıdır. Daha üst boyutlar kendilerini bu boyut şartlarına göre ifade ederler dördüncü boyut varlıklarını kullanarak. Üst bilgi ancak onu doğru anlayacak, uygulayabilecek olanlara verilir ki, çoğunlukla bu da boşa gider. Ya yanlış kullanıma açılır, ya umursanmaz ya da unutulur. İnsan sahibi olduğunu zannettiği şeyleri kaybederek olması gerekene doğru değişmek istemez. Bilmelidir ki kaybettiğini zannettiği her şey yerini çok daha değerli olana bırakacaktır. Düşünün. “Düşünerek bulacaksınız” denir bir bilgide. Neyi düşüneceğiz diye yönlendirilen bir soruya şöyle cevap verebiliriz. “Kendini bilmeye”

İnsanın var edildiğinden beri gideceği yolun adıdır “Kendini bil” yolu. Öylesine uzun ve çok sapaklı bir yoldur ki bu, masallarda olduğu gibi her yaşamda sadece “bir arpa boyu” yürünebilir. Masalcı anlatır, “Bir varmış, bir yokmuş. Deve tellal iken, pire berber iken, ben anamın beşşiğini tıngır mıngır sallar iken” ve anlatım devam eder. “Bir de arkama dönüp baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim.”

Masalcı bu tekerlemeyle bir gerçeği anlatır. “Bir varmış bir yokmuş” Dünya yaşamıdır bu. “Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” varlığın değişik bulunuşlarla hayata yeniden başlaması. Tekrar doğuş –bir anlamda reenkarnasyon-. “Bir de arkama dönüp baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim” Tekâmül gerçeğinin çok ağır olması.

Yaşam bir masaldır gerçekten. Şimdilerde herkes hayatının bir roman olduğunu düşünse de sizin uydurduğunuz bir masal. Çocuklarınıza anlatırsınız, yakınlarınıza anlatırsınız, bir varmışla başlayan masalar gibi dinlerler. Onlar da kendi masallarını dokumaktadırlar çünkü. Tüm yazılan masallardan geriye kalansa kendini bilme yolunda atılan bir arpa boyluk kazançtır. Adam bu bir arpa boyluk kazancı iki arpa boyuna çıkarabilmek için şimdi olağanüstü bir deneyim yaşıyordu. Görünüşte sıradan bir gecede, belki de zamanımızla birkaç dakika sürecek, rüya mı gerçek mi tam hatırlayamayacağı bir süreç de.

Adam çocukluğunu, aile içi ilişkileri izlerken hayretten hayrete düşüyordu. İlişkiler hiç de bu gün anımsadığını zannettiği anılar ve görüntüler gibi değildi. Gerçeğin zaman içinde düşüncelerinde nasıl farklılaştığını gördü ve düşüncelerinin de duygularını nasıl etkilediğini. O çağlarda delicesine kızdığı şeyleri bu gün hatırlamazken, duyguları üzerinde bıraktığı lekeyi hayretle gördü. Zihin çok şeyi siler ama duygular kalıcıdır. Bu gün hasretle andığı şeylerin ise o günlerde kendisine hiçbir anlam ifade etmediğini gördü. Zihni ona hangi etkilerle bu oyunu oynuyordu. Duygularını zihni yaratıyor ve onlar kalıcı oluyordu olaylar zihinden silinse bile. Hükmeden duygulardı günden güne güçlenerek. Duygular birikiyordu ve deneyimler çoğalıyordu. Varlığının yargılayan yüzü soruyordu “neden?” ve o anlatıyordu nedenlerini bu gün aklına bile gelmeyen hislerden, düşüncelerden nasıl ortaya çıktığını. Bu arada olanları duygusal olarak yaşarken ilişkide olduğu insanların ne hissettiklerini de apaçık hissediyordu. O bir çocuk olarak görülüyor, affediliyor, seviliyordu. Zaman zaman kızsalar bile duygular hep yumuşaktı. Hiç sertleşmiyor ve onda kalıcı yaralar açmıyordu ama o bambaşka düşünüyor, bambaşka duygular biriktiriyordu varlığında.

Bir şey eksikti yaşamında onu mutsuz kılan.

Adam bunu hep hissetmiş ama ne olduğunu da bir türlü bulamamıştı. Ve şimdi o apaçık önündeydi. O dünyaya geliş nedeninin ne olduğunun açıkça farkında olmasa da, nedenlerin ruhunda bıraktığı izin enerjisini hissediyor, bu yüzden de mutsuz oluyordu zaman zaman. Çocukluk, bebeklikten itibaren mutlulukla mutsuzluğun çarpışma alanı olmuştur, Bebek bilinç açıklığını henüz kaybetmemiştir. Hatırladığı geçmişinin ve seçtiği geleceğinin etkisindedir. Önünde uzanan yeni bir yaşamın mimarı olduğunun bilincindedir. Zamanla bunu unutur, yeni benliği üzerine giydirilen isimle –Ayşe/Fatma, Ahmet/Mehmet gibi- gelişecektir. Büyükler çocuk gibi olmak isterler zihinlerinde sakladıkları değişime uğramış anılarına dayanarak ama unutmuşlardır kendilerini mutsuz kılan çok şeyi. Yani çocuklar için de hiçbir şey tozpembe değildir. Yaş ilerledikçe bu çarpışma farklılaşır bireysellik ve ego dürtüsüyle. Büyüyen insan artık geliş nedenini tamamen unutur ve ülkesi, milliyeti, ailesi, çevresi, inançları, her konudaki eğitimi doğrultusunda kendini bilme yolculuğuna çıkar. Bu yolculuk kendini bilmesi için ona özel hazırlanmıştır ama insan bunun farkında olmadığı gibi, kendini tamamen aklınca düzenlediği olayların, yani bir anlamda varlık için deneysel olan yaşamın akışına bırakır. Tüm yaşadıkları bu deneylerden bir sonuç çıkararak geliş nedenini hatırlaması ve olması gerekeni yerine getirmesi içindir. Bu arada İlahi sistemin işleyişi gereği farkında olsa da olmasa da her türlü yardımı alır. Önemli olan kendini bilmesi, neyi kazanmak için dünya deneyimlerinde bulunduğunu anlaması ve olması gerekeni yerine getirmesidir.

Sahneler birbirini takip ederek sürekli değişiyordu. Adam üst şuur planında bir başkasını izliyordu sanki. Hatırlatılan hatırladıkları değildi. Dünyaya belli değerleri kazanmak için gelen varlıkla, açık bir farkındalık yaşayan varlık arasında büyük farklılıklar vardı. Bedenli varlık kendini bilmiyordu.

Büyüdükçe egosunu fark etti; Kırmızı bir enerji. Yakıcı ve akıcı, varlığı saran; kendisini yaktığı gibi, ilişkide olduğu insanları da yakan bir enerji. Yanmak güzeldir enerjiyi doğru kullanırsanız eğer. Dünyasal algının dışında bir yanmadır bu. Sizi yüceltir, çevrenizi ve varlıklarından haberdar olmadıklarınızı bile. Bunun akside olabilir elbette kullanımınıza göre. Ne yazık ki aksi yön çok daha fazla kullanılır. Geçmiş yazılarda zaman zaman değinilen nedenlerle. O fark edilmeyen kırmızı enerji ne iyi ne de kötüdür. O sadece yaratımın gereği kök şakrada çöreklenmiş yücelmeye hazır insanı yüceltirken kendi de yücelen bir üst enerjidir. Doğal seyri bir biçimde bozulduğunda ve yücelmesi insanın gelişmişliğiyle ters düştüğünde tehlikelidir. O zaman farklı bir yakıcılık içerir. Ruhsal ve akılsal hoş olmayan değişimlere neden olur. Delilik olarak tanımlanır çoğunlukla. Ego bu enerjinin dünyasal görüntüsüdür. Sadece yeme, korunma, güvende olma duygularını taşıyan insanda, bulunduğu yerden henüz harekete geçememiş işlenmeye hazır bir enerji olarak varlığını sürdürür. Adam geçmişini izlerken duygusal olarak acı çekiyordu hem kendi adına hem de karşısındakinin adına.

Var olan her şey temelinde enerjidir. Yani enerji yaratımın işlenmeye hazır ham maddesidir. Ruh bu enerjiyi işlemekle görevlidir, bulunduğu boyutun planı içinde. Bunun içinde kendisine lazım olacak her türlü mekanizmaya sahiptir.

Adam yaşadığı bu çok özel deneyimle bunları fark ediyordu götürüldüğü o boyutta. Ben dediği varlığı tanıyordu; Döndüğü zaman diğer insanlara ve dünyaya, varlığında barındırdığı tüm var olmuşlara karşı nasıl olması gerektiğini anlayarak.

Öğreticileri onu izliyorlardı. Dünyada pek çok insana bu deneyim yaşatılmış ama çok azından beklenen karşılık alınmıştı. Adam için düşünemeyeceği kadar büyük bir armağandı bu evrenden ve o döndüğünde ne yapacaktı!....

Adam bu kendini bilme yolculuğuna ona sevgiyle yaklaşan bir uzaylı tezahürüyle başlamıştı. Ufolarla ilgilenmemişti o güne kadar. Şurada burada okuduğu kısır bilgilerde de onların hep dünya insanlığına karşı kötü niyetli varlıklar olarak tanımlandığını görmüştü. Daha sonra onlarla iletişime geçtiğinde hiç de kötü niyetli olmadıklarını, insanın yaratılışında sahip olduğu özgürlüğüne hiç karışmadıklarını, hayatını zora sokacak bir şey yapmadıklarını yaşamıştı. Zamanla değişik bilgilerin zihnindeki açılımıyla onları kendinden ayrı varlıklar olarak da görmemeye başlamıştı. İnanıyordu ki hepsi olmasa da onların bir kısmı da insanlık gibi kendini bilme yolundadır, çok daha yüksek boyutların varlıkları olsalar da. Onların da kendisi gibi “OL” diyenin oldurduğuna inanıyordu. Bu onu evren olarak tanımlanan muhteşemliğin bir bütün olduğu algısına götürüyor ve o bütün içinde bir zerre olduğu inancını güçlendiriyordu. O ve Ufodaki dostları birbirlerine yabancı değillerdi. Elini uzatsa onun sımsıkı tutulacağından emindi. Görünümleri ne olursa olsun o isimsiz yol göstericileri onu seviyor koruyorlardı. Tıpkı melekler gibi. Ve adam onların gözünde kendinin nasıl olduğunu merak ediyordu.

“Bak” dedi tüm varlığından akseden ses.

Adam neye bakacağını anladı. Dünyadayken soracaktı muhakkak “Neye bakacağım?” Şimdi anlıyordu. 45 yıllık bir yaşamın içinde olduğunu. Sadece renkler ve yüklendikleri duygular. Adam varlığını renk olarak algılıyordu, dünyada yaşarken nasıl ki varlığını beden olarak algılarsa insan öyle. Adam siyahın içinde minicik bir renk topuydu Etrafında hiçbir şey yok gibiydi algısında ama öyle değildi. Sonra renkler birbirinden ayrılmaya başladı; öylesine çok renk, düşünemeyeceği kadar. Her renk adamda başka bir duygu yaratıyordu, güzelden güzel olmayana, içini coşkuyla doldurandan acıyla yakana kadar. Orada içi diye bir şey yoktu. O kendisini sadece bir duygu yumağı olarak yaşıyordu. O tanımlanamaz hal ancak bu kadar tanımlanabilir kısıtlı sözcüklerimizle. Ve renkler uzayıp gidiyordu gittikçe kaybolarak karanlığın içinde. Yumak küçülüyordu ve sonra bitti. Karanlıkta sadece tanımlanamaz bir parlaklıkla ışıldayan bir nokta vardı sadece. Adam Özüne kavuşmuştu.

“Ölmeden evvel ölmek budur” diye yankılandı ışıktan dışa bir ses. “Şimdi yeni planınla geri dönüş yolculuğuna çıkacaksın ve insanlığa bu deneyiminin ışığıyla hizmet edeceksin.

Ufo ve uzaylı diye tanımladıklarınız da sizsiniz, geçmişteki ve gelecekte ki siz. Işığını karartma o sana her şeyi öğretecek.”

Adam birden uyandı. Değişik bir hal içindeydi. Heyecan, sevinç, isimlendiremediği duygular. Rüyamı gerçek mi ne olduğunu anlayamadığı, tanımlayamadığı duygular.

Zaman zaman hatırlayacaktı burada yazılmayan deneyiminden parçaları. Ama adam değişmişti o anda farkında olmasa da ve yeni yolculuğu başlamıştı.

1 Aralık 2014 Aysel Ongun

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap