Ben Geldim VII

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim
(7)

İnsan yeni bir bilgiyle karşılaştığında, kişisel gelişim ve açılım şekline göre çeşitli tepkiler gösterir. Kimi insan ise aşırı tutucudur ve onlar için bildiği ve inandığının ötesi yoktur. Din dediğimiz büyük öğretiler tutuculuk üzerinde büyük etkileri olan kurumlardır. Düşünmek istemeyen insanın kuvvetle sarıldığı; içerikleri güzel, işleyişleri neredeyse hayırdan uzak olarak bu günlere gelmişlerdir. Nesiller için pek seçme hakkı yoktur. Zamanında devletleri, aileleri hangisini seçmişse o da itirazsız ona uymak zorundadır, yasalaşmamış bir baskının görünmez şartlandırmasıyla. Dinlere kısaca ve yüzeysel olarak değinirsek, Musa’nın toplumuna getirdiği bilgilerde öncelikle yer alan “On emir” vardır. İsa sevgiyi tanıtmıştır toplumuna, Muhammet bilgiyi, insanların bilgilenmesini, örtülü olarak şuurlanmasını yani düşünmenin önemini anlatmıştır. Bu günün gerçekliğinde o emirlerin, beklentilerin yerine getirildiği söylenebilir mi? O bilgilerin birbiri üzerine gelişip toplumları bağlayıcı olmaları gerekirken, çıkarcı yorumlarla insanlığın “inanç” tuzağıyla parça parça bölünmesine neden olmuş, gerçekliklerinden uzaklaşarak yorumsal ve baskıcı bilgilere dönüşmüş olduklarını bu gün düşünen her insan açıkça görür. Bu işleyiş tüm dünya insanlığını kapsar. Güçlü olanın kendi bünyesinde büyüyerek insana değil, kendine hizmeti sağlama baskısı insanlığı patlama noktasına getirmiştir ve patlayacaktır da. Dünyasal kaos gün be gün büyüyerek insanlığı derin bir uçurumun kıyısına getirecek, ne dinler ve benzeri öğretiler, ne teknolojiler onu bu tehlikeden koruyamayacaktır, aksine alevlendirecektir yeryüzü ateşini. Yanlış işleyen her şey uçurumun dibinde son bulacaktır. İnsanlık ışık ve karanlık arasındaki büyük mücadelenin piyonları olarak kendi sonunu ve yine kendi kurtuluşunu hazırlayacaktır büyük yok oluşlarla. Işık kazanacaktır elbet, karanlık ışığın içinde eridiğinde. Işık sevgi içinde bilgidir, O’nun sevgisi. İnsanın adım adım öğreneceği sevgisi; bu günkü sevgi anlayışımızın dışındaki sevgiyi; O’nun bilgisindeki sevgiyi. İnsanlığın gölgeden kurtulup ışığa kavuşabilmesi için tek çaresi, bilgilenmek, düşünmek, şuurlanmak ve sevmektir. Kendisine her yönden dayatılanlarla değil, iç güzelliğinde bulduklarıyla sevmektir.

Adam bir örnektir tutuculukla kabulcülük arasında gezinen. O çocukluğunda kendisine öğretilen her şeyi kabul etmiş olmakla kabulcülüğü yaşarken bir taraftan da kabul ettikleri üzerinde düşünme zahmetine girmeden tutuculuğa yakın tutmuştu kendini. Çok insan vardır yeryüzünde bu durumda olan. Çocukluk çağını aşmış ama kabulcülük kalıbından çıkamamış. Son zamanlarda ise, yaşamını televizyon denen beyin yıkayıcının öncülüğünde, sürekli su damlasının taşı oyması gibi ısrarla zihnine kazınmaya çalışılan ve sonunda kabul ettirilen, gerçekte hayırsız, ama şık ambalajlar içinde sunulan bilgilerle doyurularak yaşamaya alıştırılmıştır; düşünmekten, ölçüp biçmek yetisinden uzak, ilkel bir robot misali. İki sarmallı DNA’sının bile kendisine sağlayacağı insan değerlerinden uzak insanlar gittikçe çoğalmada, ışığa karşı cephe almadadır. Karanlık güçler iş başındadır, insanlığa kendilerince son darbeleri vurmak, karanlığın beslenme alanını kaybetmemek için, çünkü karanlık korkuyla, nefretle, karmaşayla ve sevgisizlikle beslenir. Ama kozmik güneş doğmadadır Dünyaya ve ışık ufkun arkasındadır. Bu safhada insanın yapacağı tek şey burnunun doğrusuna gitmek değil, başını kaldırıp ufku gözlemektir, her bir hücresine akacak sevgiyi dileyerek. Dilemek sözde değil, özün gerçekliğindeki yaşanmışlık eylemindedir. Eylemse ışık bilgisinin gücünü kullanarak gerçekleştirilecektir. Sevgidir karanlığı alt edecek. Sevgiyle ışıyan her bir yürek, kararmış bir yüreğin kurtarıcısı olacaktır, nasıl olacağını bilmese de. Siz sevmeyi, bilgilenmeyi, düşünmeyi ve kullanmayı bilin yeter ki.. Işığa dönün ve ona açın ellerinizi, karanlığın gücüne değil.

Adam tutuculukla kabülcülük arasında gezinen tüm insanlar için bir örnek olarak seçilmişti, bulunduğu noktayı aşıp ışığı fark edebilmesi için. Işık bir değerler toplamıdır ve yaradılışın gerçekliğidir. İnsanlar zaman içinde ondaki farklı değerleri de bilecek, tüm değerler üzerinden yapacakları açılımlarla geçmişi ve yaradılışı anlayacaklardır. Bu nereden, neden, nasıl geldiği, neler yaşadığı, neler yaşayacağı ve nereye gideceği sorusunun da karşılığıdır.

Adam daha önce içinden bölümler aldığı uzaysal bilgilerin anlatımları dışında daha pek çok farklı anlatımları okuyacak, okurken düşünecek, düşündükçe hiçbir şey bilmediğini anlayacak, hatta kendi inanç sistemindeki öğretinin bile derin gerçekliği hakkında yok denecek kadar az bilgisinin bile olmadığını üzüntüyle görecektir. Kadim öğretilerin bilge rahiplerinin neler bildiğini araştıracak, onların neden gizli tutulduklarını anlayacak, bilginin, dinler vasıtasıyla nasıl bir seyir takip ettiğini, açılan sezgi yollarıyla kendi değerlerini de katarak takip edecek, onları geçmişle birleştirecek, bu günün alıntı bilgileriyle aralarındaki benzerlikleri ve sapmaları bulacak ve açılan şuur alanlarının getirdiği yüksek bilinç izlenimiyle görecektir ki, bilgi sonsuz, anlatımlar sonsuz, yolculuk sonsuzdur. Doğru olanı seçmek hiç de kolay değildir ve sonunda anlayacaktır “Merhaba Dünyalı, Ben Geldim’ in ne anlama geldiğini.

Adam okumaya, düşünmeye devam ediyordu. Henüz bilgiyi biriktirme safhasını yaşıyordu. Bilgi, biriktirmek için değildir ama ileri safhalara bu seyirden geçilir. Merak ilerlemede en büyük etkendir. Adamın içinde bilginin gücüyle uyanan merak onu çok daha ileriye çekecek, anlayışı değişecek ve adam bilmediği bir güçle evrimleşmeye başlayacaktır.

Elindeki kitap daha önce okuduğundan oldukça farklı bilgiler veriyordu. Uzaydan gelen bir varlıkla kurulan yakın temastan bahsediyordu. Ve aldığı notlar çoğalıyordu.

“Atalarınız bu gezende doğmadılar.”

Daha ilk cümlede önceki bilgilerden farklı olan bir ifade vardı. Daha önce okuduğu bilgi insanın dünyada var edildiğini anlatıyordu, bu ise farklı bir şeyi söylüyordu. Hangisi doğruydu!.. Yoksa her ikisi de mi? Farklı zamanlar mı aksediyordu farklı bilgilerde. Yoksa insan farklı gezegenlerde değişik deneyimler yaşayıp sonra yeniden Dünya’ya mı dönmüştü. Atalarımız dediğimiz son başlangıcımız dünya dışı göçmenler miydi? Zaman dizimi geçmişi parça parça ilettiği kanallar kanalıyla dile dökerken mi bu farklılıklar meydana geliyordu, anlatıcıların gelişim ve olaya katılım durumlarına göre!..

“Çok zaman önce, yine bu galakside, Sion’un ötesinde bulunan çok önemli bir dünyada yaşarlardı”.

Sion; Kitaplarda hiç rastlamadığı bir isim. Sion’un ötesi. Neyi betimliyordu acaba? Adam artık okuduğu her kelimenin ya da cümlenin kendinde uyandırdığı bilme duygusunu yaşamaya ve sorgulamaya başlıyordu. Öylesine okumuyordu ve bu gerçekten olması gerekendi. İnsanlar çoğunlukla okur gibidirler ama gerçekten okumayı bilmezler. Uzaktaki Ufo’dan onu gözleyenler ise bu başlangıçtan mutluluk duyuyorlardı. Uzaydan gelen her varlık duygu zengini değildir. Duygu anlamını hiç bilmeyenler belki de çoğunluktadır. Bazılarıysa insanlardan çok daha ince ve önemli duyguları barındırırlar yapılarında. Işık varlıklardır bunlar; üzerlerinde karanlığın gölgesi olmayan. O’na açık.

“Bu insanlar hemen hemen kusursuzdular. Fiziksel olarak en üstün, ruhsal olarak ise sakin ve spirütüel değerlere yatkındılar. Soyluydular. Bilim adamları sınırsız bilgiye sahipti ve Evren’in sırlarının büyük bir bölümünü çözmüşlerdi. Ama bir zaman sonra, kendini beğenmişlik ve güç kazanma isteğiyle, Evren’i zaptetmeye heveslendiler. Kendileriyle sınırı olan öteki kolonilerden üstün olmak istiyorlardı. Şan, şeref ve zafer peşindeydiler. Her şey böyle başladı. İnsanoğlu, senin benim çatışmasına girince her şey güçleşti ve böylece düşüş başlamış oldu. Bu devirde –ki ancak dairesel devre ölçüsüyle ölçülebilen bir zamandır- bir ulus diğeriyle sürtüşmeye başladı. Atalarınız ise, iki ulusa birden müdahale etmeye başladılar. Öyle güçlü silahları vardı ki, bir sistemi, ne denli güçlü olursa olsun, ortadan kaldırabilirlerdi. Yenilgiye uğrayanların yardımına başkaları koştular. Böylece hatırlanabilecek en büyük çatışma başladı. Kullanılan silahlar insan ırkına çok büyük zararlar verdi. Sağ kalanların çocuklarında akıl bozuklukları baş gösterdi; bedensel ve ruhsal dengeleri bozuldu. Çok uzun ve ayrıntılı incelemeler sonucunda, DNA’larının önemli ölçüde mutasyona uğradığı anlaşıldı. Bu çalışmaları sürdüren bilim adamları, kendi ırklarına da zarar vermeden bu savaşı sürdürmenin mümkün olmadığı gerçeğini sonunda anladılar. Bildiğiniz gibi dioksiribonükleik asit, ait olduğu kişinin, doğuştan itibaren taşıdığı bazı kişilik özelliklerini kaydeder. Asıl sorun, DNA’nın ağır bir biçimde etkilenip etkilenmediğiydi. Eğer bu ırk, yani sizin ırkınız, bölgede kalarak, bu zararlı radyoaktif ışınlara maruz kalmayı sürdürecek olursa, birkaç kuşak sonra yok olacaktı. Bunun üzerine, kendilerinden üstün bir uygarlığın yardımını istemeye karar verdiler. İnsan hızla ölüyordu. Sonunda yardım geldi ama, kalanları tahliye edebildikleri zaman, bilim adamları, bilge kişiler ve üstün zekâlılar çoktan ölmüşlerdi. Bu yardım operasyonunu sürdüren üstün ırk mensupları, insan ırkının bu koşullara fazla dayanamayacağını bildirdiler. Atalarınız, tahrip etme içgüdülerini mutlaka frenlemek zorundaydılar. Çünkü bu içgüdünün onlara, gelecekte de aynı kötü koşulları yaratması, büyük bir olasılıktı. Maruz kaldığınız patlama, beyindeki sinir hücrelerinden bazılarını tahrip etmişti. Böyleleri aşırı sinirli hatta deli olurlar ve şiddet göstermeye son derece yatkındırlar. Bu davranış biçimlerini frenlemek şarttı. Daha üstün uygarlıkların mensupları onları yargıladılar ve insanoğlunun bilgi edinme, hatta yaşama hakkını bile yitirdiğine karar verdiler. Böylece, üstün ırkın bilim adamları, binlerce yıl boyunca biriktirilmiş olan, insan ırkının yaşamını sürdürebilmesi ve üstünlük sağlayabilmesi için gerekli olan bilgi hazinelerini yok ettiler. Zaman akışı içinde insanoğlu, hiçbir zaman iyi ile kötü arasında bir denge kurmayı beceremedi. Bu üstün uygarlıklar tarafından saptandı. Böylece insanoğlu evrendeki yerini yitirdi. Yine de bu sonsuz hırs, bu güçlü olma arzusu ve buna benzer duygular, onun zihninin derinliklerinde çakılı kaldı. En azından, kendilerinden gizlenmiş bilgilere erişerek, onların vereceği gücü kazanmak isteyenlerin zihninde. Bu geçmişleri ve DNA’larının uğradığı değişiklik yüzünden, bu ırklar, sınırlı düşünme yeteneğine sahipler. Kuşaklar boyunca ısrarla uğraşır ve mirasınız olan bilgilere erişebilirseniz, hayatın sırrına da erişirsiniz”.

Adam okuduklarından artık şaşırmıyordu. Daha önce öğrendikleriyle aralarında bağlantı kurabildiklerini ayrıca yazıyordu. Bazı noktalar onu farklı etkiliyor ve kurduğu bağlantılardan hoşnutluk duysa da çoğunlukla kabullenemiyordu, bazı çelişkiler yüzünden bağlayamadığı noktalar için. Okuyucu da elbet ki çelişkileri ve benzerlikleri fark edecektir.

“Siz hayatın sırrına, ölümün sırrını çözerek erişmek istiyorsunuz. Atomu keşfettiğinizde, sadece onun yok edici gücünü gördünüz, hayatın kaynağını değil. Bu insanoğlunun cezasıdır; kendi kendisini yok etmek, çünkü ölüme olan eğilimiz, hayata olan eğiliminizden daha güçlü. DNA’nızdan kaynaklanıyor bu ve sizin zaman birimlerinize göre, daha yüzyıllar sürecek. Bazı özelliklerini koruyabilmiş insanlar, dünyanızda yetenekleri ile sivrilirler. İçinizdeki DNA’larınız, sanki arada bir çakan ışık gibi, parlak geçmişlerini hatırlıyorlar. Başka bir faktör de, insan zihni üzerinde uyarıcı etki yapan, büyük manyetik bulutların gelmesidir. Unutmayın ki, enerji bir uyarıcıdır. Zaman tünelinden geçen ışıklar gibi, insan zihninde şimşekler çaktırır. Bu nedenlerden dolayı çağınız, bilimin bu derece gelişmesine tanık oluyor. Saf ırklardan gelen parlak zihinler, genlerindeki DNA’nın gelişmesi sonucu, yadsınamayacak şekilde, Dünya dışından gelen bilgileri alıyorlar. Onlar, kendilerine sağlayacağı gücü düşünerek, bu bilgilere doğru çekildiler ve yeni bir çevre meydana getirdiler. Kuşkusuz size de, atalarınızda, tedavi edilemeyen, yok etme hastalığı miras kaldı. İnsan ırkı, yüzyıllar boyu varolma savaşı verdikten ve çok zor iklim şartlarına rağmen çabalayarak neslini çoğalttıktan sonra, başladığı noktaya döndü.

“Üstün varlıklar dejenere olmuş bir ırkı kurtarmaya karar vermişlerdi, çünkü bu Evrendeki tüm ırkların bildiği ve uymak zorunda oldukları bir yasadır. Nereden başladığı bilinmeyen bir kavramdır. Bu kavramın esası, yaşama hakkıdır; evrensel notalara uyarak titreşme hakkıdır. Biz, sırf uyumsuz olduğu için hiçbir varlığı reddedemeyiz. Diyebilirsiniz ki, insanoğlu kendini yok etmeye uğraşıyorsa neden yaşamaya devam etsin? Niçin yaşasın? Evrenin bütün uygarlıklarına, galaksilere dağılmış bütün canlı türlerine vaat edilmiş sihirli kavram, neslin sürdürülmesi. Siz bütün saflığınızla bir kuşaktan bir kuşağa geçerken yenileniyorsunuz. Eğer, atalarınız için de bu geçerli olsaydı ve yaşamış bulunan bütün atalarınız, tek tek bu gerçeği anlamış bulunsalardı, insan ırkı çok gelişebilirdi, ama öyle olmadı. Bütün ırkların müşterek mirası bilgidir.. Sürprizlerle dolu bir kutuda yaşarmış gibi, her gün büyüleyici ve yeni bir şey keşfetmekti, sonsuza dek.

Varlığınızın başlangıcında maruz kaldığınız kimyasal değişikliklerin araştırılması sürüyor; bu araştırmaların amacı şiddete olan eğiliminizin nedenini bulmak. Bu yok etme güdüsüne daima uydurma nedenler buluyorsunuz; böylece şiddet gösterilerinize sanki özür arıyorsunuz. İnanıyorum ki insan içindeki canavarı, atalarından kalıtımla alıyor, ömrü boyunca hem onunla savaşıyor, hem onunla uyuyor, yemek yiyor, seviyor -eğer bu mümkünse- varoluyor ve sonunda ölüyor. Bu canavar zaman-mekân ikilisinde var olan bir şey değil, ölüm ona bir engel oluşturmuyor.

Bu canavar insanı şimdiye dek pek çok kere yendi. İnsanoğlunun varlığında öylesine güçlü bir yeri var ki… Bu canavar haset, kıskançlık ve nefreti doğuruyor. Çocuklarınız bu kalıtımsal kusurla doğuyorlar. Bütün olumsuz eğilimler sanki onda toplanmış. Irkınızın var olmaya karşı olan korkunç isteği, onu korkularına karşı savaşmaya itiyor. Bunlar çoğu kez temeli olmayan korkular. Zihninizin, hepsi kontrol atına alınamayan labirentlerinde doğuyorlar. Zihninizde, çok derinlere yerleşmiş, çok güçlü bir arzu var; o da, başka türlere örnek oluşturacak kusursuz kuşaklar yetiştirmek. Yalnızca gelecek kuşağı yaratmak değil, ona üstün ırkın özelliklerini de vermek istiyorsunuz.

İnsanoğlu başka uygarlıklara göstermek istediğinden daha karmaşıktır. Şimdilik hedefi, başka uygarlıkların da yardımı ile, DNA’sının uğradığı zararı ortadan kaldıracak ve ona eski kusursuzluğunu geri verebilecek panzehiri buluncaya dek, neslini sürdürebilmektir. Çünkü, inanmasanız da, size aptalca gelse de, insanoğlu yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Üstün uygarlıkların en büyük sorumluluğu böyle toplumları kurtarmaktır. Eğer, yapınızdaki bazı şeyler, geri döndürülmesine olanak bulunmayacak şekilde mutasyona uğramışsa, iyileşebilmeniz daha da zor olacak. Eğer başarabilirsek, yeniden yeşil tarlalara ve mavi gökler altında, sadece biriniz değil hepiniz kurtulur ve ışığa kavuştuğunuzu görebilirsiniz.”

Adam son cümleyi çok dikkatli okudu. “yeniden yeşil tarlalara ve mavi gökler altında, sadece biriniz değil hepiniz kurtulur ve ışığa kavuştuğunuzu görebilirsiniz.”

Bir bilgi Dünya’nın geçirdiği on iki kıyametten bahsediyordu ve her kıyamet sonrası bir kişinin hayatta kaldığından. İçinde bulunduğumuz on üçüncü devrede ise bir kişinin değil pek çok insanın yeryüzünde kalacağından. Adem; ilk yaratılan ve programlanan, asla ilkel olmayan muhteşem varlık binlerce insana mı dönüşecekti, yoksa insanlar çabalarıyla elde ettikleri Adem’i yeniden mi var edeceklerdi? Onun ilk yaratılışında donandığı gücüne, bilgisine sahip olarak. Işık bunu mu armağan edecekti insan denen varlığa. Gerçek kıyamet bu muydu!... Diriliş, yeniden ayağa kalkış, yaratıcının önünde saygıyla eğilip, yola devam için emir alış.

Aysel Ongun
21 Şubat 2013

Seri tamamlandığında alıntı kaynakları listelenecektir.

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap