Ben Geldim IX

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim
(9) 

Adam okumaya devam ediyordu kitaptan kitaba geçerek. Bazen düşünüyordu bazı şeyleri öğrendikçe ne olacağını. Ufo ile teması ise aralıklarla sürüyordu. Kulaklarındaki o özel çınlamayı artık çok iyi tanıyordu. Sanki idrak kapısının zili çalıyordu o zaman; “dikkat ben geldim” gibisine. Adam o anları kaçırmamayı da öğrenmişti. Eğer başka bir şeyle uğraşırken dikkatini o yöne çeviremiyorsa çınlama biraz sonra kesiliyordu. Fark eder etmez çevirdiğinde ise mesajlar zihninde yankılanıyordu. Bir gün adam da o sessiz sese karşılık vermek istedi, içinde biriken sorulara cevap almak için. Ve o gün görüşmeye başladılar. Adam bunun nasıl olduğunu bilmiyorsa da gerçekten içsel bir sohbetin gerçekleştiğinin farkındaydı. Bu açılımını hiç kimseye söylemedi. Kendisinin ruh hastası olabileceğini düşüneceklerinden emindi. Şizofren diye damgalanmak istemiyordu. Oysaki her zamankinden daha dingin, daha dengeli, pek çok şeyi daha iyi hisseder ve sever olmuşsa da, bu halini kimseye anlatamazdı. DNA’sındaki ve beynindeki değişimin kendi de bilincinde olmadığı için susmayı yeğlemişti. Doğru olan da buydu. Ses onu sürekli olarak bilgilenmeye yönlendiriyordu. “Bir konuyu çok iyi anladığında diğerine geçmelisin” diyordu. Bu nedenle adam evrenin ve insanın yaratılışı üzerine okumaya devam ediyordu. Elindeki yeni kitap onda farklı düşünceler açacaktı, diğerlerinde de olduğu gibi.

“Kutsal kitabınızda, “Başlangıçta Söz (kelam) vardı ve her şey Söz’le oldu” der. Bu doğru değil. Söz düşünce olmadan bir hiçti, çünkü düşünce var olan her şeyin temeli ve yaratıcısıdır.

Başlangıçta -sizin başlangıç dediğinizde- yalnızca düşüncenin sonsuzluğu vardı. Şimdi, bu düşüncenin sonsuzluğunu ben Tanrı olarak adlandıracağım. Sizin Tanrı dediğiniz, daha sınırsız bir anlayışla, düşüncedir, tüm yaşamın asıl nedeni ve temelidir. Olmuş, olan ve olacak olan her şey düşünceden, Tanrı zihni olan zekâdan çıkmıştır.

Böylece, başlangıçta düşüncenin sonsuz boşluğu vardı. Ve eğer Tanrı içine dönüp kendisi olan düşünceyi tasarlamasaydı, hep “şekli olmayan düşünce” olarak kalacaktı. Tanrı kendisi olan düşünceyi düşünüp tasarladığında, kendisini yine kendisinin benzersiz bir formuna genişletti, çünkü bir düşünce düşünülüp tasarlandığında, saf muhakeme eylemi düşünceyi genişletir. Düşünce daha fazla, daha büyük bir şey olur. Böylece, varlığını daha önce genişletememiş olan Tanrı, kendisini düşünüp daha büyüğünü tasarladı.”

Adam Ufo’daki dostlarının kendisini neden sürekli olarak daha iyi düşünmeye, süzmeye, birleştirmeye davet ettiklerini anlamaya başlamıştı. Bilgiler farklı olabilirdi ama önemli olan sonunda ulaşacağı tek anlayıştı ki, onun için yaşamlar birbirini kovalayacak, insan, insanüstünün genişliğinden çok daha farklı formlara ulaşacak, yaratmanın yasalarını öğrenecek, deneyecek, kullanacak ve sonunda yaratacaktı, tıpkı mitolojinin tanrıları gibi; hem sevecen, hem kavgacı, hem de zaman zaman beceriksiz. Ve insan Hiçbir zaman O’ bilinmez olan olamayacaktır ne kadar şekil ve güç alanı yaratsa da. O’ düşünce tümlüğünün içinde ancak O’nun izin verdiği seviyeye kadar yer bulacaktır.

“Tanrı’ya kendisini daha büyük bir varoluş içinde anlama arzusunu veren neydi? Sevgi. Tasarlanan düşüncenin asıl özü ve amacı sevgidir. İşte, Tanrı’ya kendini düşünüp daha genişlemiş bir forma doğru tasarlama arzusu veren şey, O’nun kendisine olan sevgisiydi.

Hepiniz bu sevginin deviniminden doğdunuz, çünkü Tanrı kendisini kucaklayıp severek daha büyüklüğe genişlettiği zaman, hepiniz Tanrı’nın kendisini genişlettiği şey oldunuz. Her biriniz, ilk tasarlanmış, genişletilmiş düşüncenin görkemli bir parçası olarak, aynı harika anda oldunuz.

Tanrı’nın ilk yaratılmış birimi olarak, her biriniz Tanrı’dan gelen bir tanrı, Baba’nın bir çocuğu, Tanrı zihni denen İlahi Zekâ’nın bir parçası oldunuz. Siz tanrılar, Tanrı’nın direkt olarak yarattığı tek yaratımsınız. Tanrı’nın genişlemiş bir biçimi olduğunuz için, Tanrı’nın aynen kopyası olan tek yaratım sizsiniz. Böylece tanrı, sevgili çocuklarının mayasında sonsuza dek var olacaktır.”

Adam okuduklarına inanamıyordu zaman zaman ama yine de okumaya devam etti.

“Tanrı, yaşam denen içten gelen, tasarlayıcı düşüncedir, düşünceleriniz gibi o da asla dur durak bilmeyen bir sürekliliktir. Düşünce ya da yaşam, sonsuzluğa dek sürekli genişleyebilmek için bir nedene sahip olmalıdır. Bu neden sizsiniz. Her biriniz Tanrı zihninin bir parçası oldunuz, böylece sizin vasıtanızla yaşam kendisini sonsuza dek genişletmeyi sürdürecek. Sonsuzluğun bir zaman ölçüsü olmadığından, o bu andadır, o Şimdi’nin sürekliliği sosuzdur.

İlerleyebilmek amacıyla, Tanrı her birinize her zaman var olan ve var olacak olan tek şeyi verdi; O’nun bütünü olan düşüncenin bütününü. Tanrı tarafından, Tanrı için, her birinize sizi siz yapan her şey verildi; tanrısal bir zekâ ve özgür bir yaratıcı irade. Bu zekâ ve irade özgürlüğüyle, size, Tanrı olan düşünceden alıp kendiniz, kendi tasarlayıcı düşünce süreçlerinize göre genişletme gücü verildi.

Tanrı, ilahi zihin, her biriniz vasıtanızla kendisini sürekli genişletiyor ve oluyor. Siz kendi genişlemenizde her ne oluyorsanız o da oluyor. Ve O’ –tüm sevgili çocuklarının genişlemesiyle- her ne oluyorsa, siz de o olabilirsiniz, çünkü her bir çocuk Baba her ne ise onun alıcısı olabilir. Böylece tasarlayıcı düşüncelerinizle, daima Tanrı’nın olduğu olabilirsiniz; sürekli genişleyen, olağanüstü bir âlem.”

Adam İsa’nın Baba’nın oğlu olduğuna böyle bir bağlantıdan mı ulaştığını düşündü. İsa da gelişmişliği kadarıyla bir bağlantı içinde görevli olarak insanlara sevgiyi öğütlemişti de, acaba yaşarken o öğütleri neden yazdırmamıştı; çok daha sonraları birileri keyfince yazmıştı onları? Belki de yazdırmıştı ve kendinden sonra gelen din savunucularının elinde kendi çıkarları için yok mu edilmişti? Elbet ki zaman kendi üzerine kapandığında her şeyi açık edecektir. Daha önce okuduğu bir bilgide de Muhammed’in insanlığa üst bilinci getirdiği yazıyordu. Yine orta Doğu kaynaklı olan Zerdüşt dini neden bazı kaynaklarda, Zerdüşt peygamber olarak kabul edilse de Musa’nın İsa’nın ya da Muhammed’in dini gibi aynı serinin içinde kendine bir yer edinememişti? Son iki din gibi yayılamamıştı? O dinden sayılmıyor muydu; Yoksa farklı sistemler tarafından bildirildiği için mi, birbirini takip eden üç kitaplı Dinin dışında bırakılmıştı. Dünya üzerindeki dinler, farklı sistemlerin öğretisi olarak mı indirilmişti yer yüzüne, çoğunlukla bazı esaslarda birbirlerini kopyalayarak. Adam bilgisi ve algısı oranında bütün bunları düşünmesine rağmen, Dinlerin bir eğitim sistemi olduğunu, sırasıyla onların, üst arınmışlıklarıyla görevli olanlar tarafından, insanlığa yönlendirildiğinden emin olmak istiyordu. Bu duygu ona bir rahatlık veriyordu; çünkü hâlâ gittikçe azalsa da şartlandırıldığı bilginin bağımlısıydı. O zihninin bir köşesinde sessizce yaşayacaktı, ta ki, okuduğu bilgilerin, dinlerin kısa deyişlerle geçiştirdiği, bu genişlikte anlatmadığı bilgileri insanlığa neden şimdi anlattıklarını daha pek çok bilgiye ulaştıktan sonra anlayıncaya kadar.

“Başlangıcınızda, düşünce kendisini düşünüp tasarladığı zaman, kendisini ışık denen düşünce prensibine genişletti. Önce ışık yaratıldı, çünkü düşünce tasarlanıp genişlediği zaman diama ışık yayan bir titreşim frekansına düşürülür. Yani ışık, tasarlanmış, genişlemiş düşüncenin frekansı düşürülmüş biçimidir.

Sizin asıl kökeniniz ışığın doğuşuna dayanır, çünkü ilk tasarlanmış düşünceden doğan her ışık parçacığı bir birey, bir tanrı, bir evlat oldu. Böylece, yaratılışın başlangıcında hepiniz ışık varlıklar oldunuz.

Herkes o aynı anda yaratıldı. Daima var olmuş ve daima var olacak tüm varlıklar, Tanrı’nın kendisini tasarladığı anda, düşüncenin ışığa dönüşmesiyle yaratıldı. Düşünce uzayından yayılan ışık Tanrı zihninin, düşünce ırmağı denen tüm düşünce akımının bir parçası oldu.

Sizin her birinizin oluşturduğu ışık zekâdır, o Tanrı’nın ışık olarak genişlemiş halidir. Sizin asıl ve kalıcı bedeniniz olan bu tanrısal varlığınızın Öz’ü (spirit) ya da Tanrısı’dır. Çünkü sizin özünüz Tanrı’dır, tekil haldeki Tanrı zihnidir. Bugün de siz hâlâ, sevgili baba’nızın kendisini tasarlayıp ışığa genişlettiği an tüm ihtişamınızla olduğunuz asli Öz’e, asli Tanrısal benliğinize, asli ışık bedeninize sahipsiniz.”

Adam Tanrı’nın neden erkek olarak betimlendiğini hep düşünmüştür, farklı düşünmeyi öğrendiğinden beri. Tanrı neden doğurgan olan kadın değil de erkektir söylemlerde! Ona göre Tanrı’nın cinsiyetsiz olması çok daha mantıklıdır; Her iki kutbu da içinde barındıran. İnsanlığın yakın geçmişten bu yana ataerkil olması mı bu ifadeyi yaratmıştır, erkeksi gücü güçsüz kılmamak için. Ama neden?...Ve tüm bu dünya karmaşası içinde insanlık var olanı, ilk düşüncenin tüm açılımlarını bilmek için mi sonsuz bir yoldadır. “O’ kendini bilmek istedi” ve “Külli İrade” İsteği ve iradesi. Onun dışına çıkılacak hiçbir kapı yok. Ama içinde özgür iradenizle istediğiniz gibi devinebilirsiniz, sonuçlarına yasası gereği katlanarak. Tercih insanındır…

“Başlangıcınızda, düşünce ya da Tanrı, varlığınızın Öz’ünden geçerken bir duygu yaratılmıştı, ama bu duygu geçiciydi, henüz kanalize olmamıştı. Böylece, Tanrı Baba’dan yayılan sevgi ırmağını akıp giderken tutabilmek için, yaratıcı gücünüzle ruhunuzu yarattınız. Ruh, düşünce ırmağından akan düşünceleri yakalayıp duygu şeklinde bellekte tutabilmek amacıyla yaratıldı.

Öz’ünüzde yer alan ruhunuz, sizin yaratıcı bir prensip olmanızı sağladı. Çünkü yaratabilmek için, bir düşüncenin imgesini net ve sürekli biçimde belleğinizde tutabilme yeteneğine sahip olmanız gerekir. Bunu yaparak düşünceyi tasarlayabilir ve onu realite dediğiniz yaratıcı değerlere genişletebilirsiniz.

Ruhunuz olmasaydı, Tanrı’yı yaratılmış forma genişletemezdiniz, çünkü düşünceyi tasarlayıp yaratabilmek için, onu akıp gitmeden sabit tutabilme yeteneğine sahip olamazdınız.

Sizin yaradılış dediğiniz şey gerçekte yaşamın daima var olan değeridir. Yaradılışın bir başlangıcı ve sonu yoktur. Ve düşünce cevherinden gelen yaratıcılar, siz ışık varlıklar, tanrılarsınız. Her şey Tanrı’nın çocukları tarafından Tanrı olan düşünceden yaratıldı ve çocukların yarattığı her şey Baba’nın genişlemiş benliği olur.”

Adam yaratılışın bir başlangıcı olmadığına inanamıyordu. Az önce okuduğu cümlelerde o başlangıç vardı. “Her şey Tanrı’nın kendisini tasarladığı anda, düşüncenin ışığa dönüşmesiyle yaratıldı.” O mu okuduklarını anlayamıyordu yoksa.,,,

“ Çevrenizde gördüğünüz her şeye madde denir. Her şey Tanrı olduğuna göre, madde de Tanrı’dır. Ama maddenin yaratıcıları ve tasarımcıları olan sanatçılar siz tanrılarsınız, çünkü siz başlangıcınızdan itibaren düşünceyle hayal edebildiğiniz her ideali maddede yaratacak zekâya sahiptiniz.

Her şey düşünceden doğar –her şey! Maddi her şey duyguyla kucaklanan düşünceden yaratıldı. Her hangi bir şey yaratılmadan önce, onun düşüncesi ruh vasıtasıyla bir ideal olarak hayal edildi. Maddi her şey tanrılar tarafından hayal edilen bir düşünce idealinden yaratıldı ve onlar tarafından Tanrı olan maddeden bir araya getirildi.

Tüm madde ışıkla çevrilidir. Işığın titreşim frekansını düşürürseniz kaba maddeye dönüşür. Işık nereden geldi? Düşünce, Tanrı.

Düşünceyi tasarlayıp onu duygusal olarak kucakladığınızda, onu hissettiğinizde, düşünce ışık titreşim frekansına genişler. Eğer ışık parçacıklarının devinimini yavaşlatıp yoğunlaştırırsanız, elektrumu –sizin elektrik dediğiniz, pozitif negatif kutupları olan elektromanyetik alanı – yaratırsınız. Eğer düşünceyi daha da yavaşlatıp yoğunlaştırırsanız, elektrum kaba, şekilsiz maddeye dönüşür. Kaba madde de, sonra form denen moleküler ve hücresel yapılara dönüşür. Ve form ruhun bir yaratım ideali olarak hayal ettiği düşünce tarafından bir arda tutulur.

İşte her şey, hızı olmayan düşünceyi alıp, onu hızı olan ışığa genişleterek ve sonra ışığın frekansını yavaşlatıp maddeye dönüştürerek yaratıldı.

Sevgili üstatlar, var olan her şeyin güzelliğini ve ihtişamını kendi düşünce süreçlerinizle yarattınız. Her şeyi siz, sadece düşünerek ve var olduğunu hissederek -düşünceden ışığa, elektruma, maddeye, forma- dönüştürerek yarattınız, çünkü ışığa dönüştürülmüş düşünce olan siz, olduğunuz ışığı düşünüp tasarladınız ve böyle yaparak, ışığı bir basamak daha düşürerek elektrumu yarattınız. Sizin düşünce süreçlerinizle Tanrı’nın dönüştüğü elektrumu düşünüp tasarladığınızda, elektrumu kaba maddeye, ya da yoğunlaşmış düşünceye, yani, en düşük düşünce formuna, yani tanrı’nın bir başka boyutuna düşürdünüz.

Böylece yaptığınız ilk şey, düşüncenin maddeye dönüşümünün bilimini tanımaktı. Ve bu bilim size öğretilmedi, o sadece anlaşıldı, çünkü o katıldığınız bir yaşam süreciydi. İşte bu bilimle, bu anlayışla tüm formlar yaratıldı.”

Adam nihayet anlamıştı insanlardan değil, İlk küçük harfli tanrılardan bahsedildiğini, ama bir yerde onları da insan olarak tanımlıyordu. O insan ötesi tanrılardan bahsedildiğini kabul etmeye hazırdı içinde bir rahatlık duymak için, öyle de oldu, gerginliği dağıldı, merakı arttı. İnsan bilgiye inandığı yerde rahatlar, çünkü zihninde değişimin getireceği çatışma yoktur. Bu nedenle insan çoğunlukla bildiğinden, -çok inanmasa da-, uzaklaşmak istemez.

“Formların yaratılışının başlangıcında, tanrılar kendilerini, yani oldukları ışığı düşünüp tasarlayıp, güneş denen formları yaratarak ışık idealini maddeye dönüştürdüler. Sonsuz sayıda güneş yarattılar. Tüm güneşler elektrumun frekansının düşürülmesi sonucunda ortaya çıkan gazımsı maddenin füzyonundan yaratıldı. Ve merkezi yaşam kıvılcımları olan büyük güneşlerden, gezegen denen dönen küreler yaratıldı ve yörüngelerine sokuldu. Ve bu gezegenlerin üzerinde tanrılar taslaklar, modeller yarattılar. Ve sizin model vermeyi öğrenmeniz binlerce yıl aldı.

Bu evreni ve daha da büyük bir güneş devresini çevreleyen tüm evrenleri kim yarattı? Siz yarattınız. Siz tasarladınız. Tasarlanmış düşünceyle yarattığınız her şey deneyiminizi genişletti ki bu da düşüncenin en gerçek hazinesi olan hislerin ruhunuzda oluşmasını sağladı. Ve işte bu hislerle katı madde yaratıldı.

Sizin tanrısallığınız gerçekten başlangıçtaki ışık kıvılcımları olmanızda yatar ve sizler var olan her şeyi özgür iradenizle Tanrı olan düşünceden yarattınız. Tanrı evrenleri yaratmadı; O’ evrenlerdir. Siz onları kendi düşüncelerinizle, düşüncelerinizi ruhunuzda hissederek yarattınız.

Adam sürekli “siz, sizler” diye konuşan varlığın ne olduğunu merek etmeye başladı. Bilgiyi aktaranlar kimdi, neydi? Buna bir karşılık bulacaktı bir gün ve Ufo’daki dostlarının da kimliklerini öğrenecekti elbet ki!

Aysel Ongun
21 Şubat 2013

Seri tamamlandığında alıntı kaynakları açıklanacaktır.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap