Ben Geldim X

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim
(10) 

Çoğunuz çok uzun zaman önce Dünya denen bu gezegene gelen tanrılar arasındaydınız ve burada tüm yaşamı yaratıp geliştirdiniz. Sizin zaman ölçünüzle milyonlarca yıl önce siz Tanrı olan düşünceden alıp, yüce zekânız ve yaratıcı gücünüzle yaratım idealleri tasarladınız.

Siz ışık varlıklar, burada, sudaki gazımsı maddenin reaksiyonu ile oluşan bakterilerden canlı organizmaları formüle ettiniz. Bu sizin farklı yaşam değerlerini yarattığınız kildi. Başlangıçta yaratımlarınız sadece gruplaştırılmış şekilsiz maddeydi. Yaratıcılığınız çok basitti, çünkü madde realitesini ve onu nasıl yaratacağınızı daha yeni yeni anlamaya başlıyordunuz. Bitkileri, hayvanları ve bu kattaki tüm canlıları yaratmanız çok çok uzun bir zaman aldı.

Adam tüm yaratılış bilgilerinde geçen “kil”in ne olduğunu şimdi bilgi olarak öğrenmişti ama sudaki gazımsı madde neydi, suda ilk olarak sadece bakteriler mi oluşmuştu, yani bir anlamda yaratılışın temelini bakteriler mi meydana getirmişti. Henüz bu konulara uzaktı, bir bilen bile anlatsa anlayamazdı ama merak etmekten de geri durmuyordu.

Yaratımlarınız sizin tarafınızdan yaratıcı duygunuzun bir ifadesi olarak, yaratıcı yaşamın bir ifadesi olarak, hareket edebilen ve kendilerini ifade edebilen yaşam formları olarak tasarlandılar. Çiçek sizden bir grup tarafından yaratıldı. Renk renk ortaya çıkarıldı. Buna koku eklendi. Daha sonra çiçeğin çeşitli veçheleri değişik tasarımlarla ortaya çıktı.

Şunu anlamalısınız ki, siz bu şeyleri yaratmak için çalışıp çabalamadınız, çünkü ışık varlıklar olarak bunu yapacak bir bedene sahip değildiniz. Bu yüzden, her neyi yaratmayı arzu ettiyseniz, o şey oldunuz. Maddeye kişilik, zekâ ve şekil verebilmek için yarattığınız her şeyin bir parçası oldunuz. Bir kez her bir yaratım yaratıcısının zekâsının canlı bir parçası olduğunda, kendinizi yarattığınız o şeyden çektiniz ve daima daha büyük yaratımların peşindeydiniz.

Yarattığınız her şeyde yaratıcının yaşam soluğu olmasaydı, o bu kadar güzel, yüce ve amaçlı bir anlama sahip olmazdı. Yaratımlarınıza zekâ, yani içgüdü denen genetik bellek kalıplarını verdiniz. İşte bu, yaratımlarınıza var olma amacı ve – üreme süreci ve genlerin paylaşılmasıyla- yeni türlerin gelişmesi olanağını verdi. Ancak, bu yeni türler de başlangıçta evrim kalıplarını harekete geçirmiş olan büyük yaratıcı tanrıların içgüdü zekâsını, yaşam soluğunu taşıyacaktı. İşte bu yüzden tüm canlılarda onların yaratıcı olan siz tanrıların yaşam kıvılcımı olan tanrısal öz bulunur.

Tanrılar yaratımları vasıtasıyla değil, bizzat kendileri olarak yaratımlarını deneyebilecekleri ve yaratıcılıklarını ifade edecekleri maddesel bir taşıt yaratmaya karar verdiklerinde burada bir beslenme zinciri açıkça oluştu. Bu kararın sonucunda onlar insan denen bedeni yarattılar”

Adam yeniden düşünüyordu. Başta enerji olarak var olan, bedenlendiğinde insan adını alıyordu. Tanrıyken insan oluyordu. Tanrıyken bitki oluyordu, hayvan oluyordu, Tanrı rengârenk, biçim biçim oluyordu. Adam bir dörtlüğün son iki satırını hatırladı.

“Renktir eylemimiz, sestir gücümüz.

Biz varederken yok olan bilinmez gücüz.”

Tanrı maddeleşirken kendini gizliyordu, maddenin, aslını bulması, bilmesi için.

“Düşünce, yüksek frekanslı olduğu için maddenin içinden geçebilen bir özdür. Böylece, ışık formunda düşünce olan tanrılar, örneğin çiçek olabilir, ama onu asla koklayamaz, onun esasını bilemezdi. Onlar, ağaçların arasından esen rüzgâr gibiydi, ağacı asla hissedip kucaklayamazlardı. Bir taşın içinden geçebilir, ama onu hissedemezlerdi, çünkü düşünce taşın maddesini etkilemez; çünkü düşünce daha düşük bir titreşimin özünü hissedecek duyarlılıktan yoksundur.

Tanrılar çiçeği koklayabilmek, tutabilmek, takabilmek için –onun güzelliğini bilebilmek ve canlılığını hissedebilmek için- çiçekle aynı hızda titreşen bir maddi taşıt yaratmak zorundaydılar. Böylece diğer her şey yaratıldıktan sonra insan denen beden yaratıldı. Böylece tanrılar yaratımlarını hissedip deneyimleyebilirler ve yaratıcı yeteneklerini –en düşük formuna indirgenmiş düşüce olan- madde- de ifade edebilirlerdi.

İnsan tanrıların içinde dolaşabileceği bir taşıt olması için bir düşünce ideali yoluyla yaratıldı. O bir tanrı için mükemmel bir bedendi, çünkü ruhu içinde tutabiliyor ve çevresi tanrının Öz’ü tarafından sarılabiliyordu. Şimdi bir bedenle tanrılar çiçeğe dokunabilir ve onun kokusunu koklayabilirlerdi ve bu deneyim ruhlarında sonsuza dek –yaptıkları şeyin hazinesi olan- hisler olarak kaydedilebilirdi. Şimdi onlar bir ağaca bakıp onu koklayabilir ve onun güzelliğine dokunabilirlerdi. Şimdi tanrılar birbirlerini görebilir, birbirlerine dokunabilir, birbirlerini gözlemleyebilirlerdi. Ve şimdi tanrılar, insan olarak, madde dünyasında –hisler denen görünmez özü elde etmek için- bütünüyle yeni bir serüvene girişebilirlerdi.

Böylece, kütle yoğunluğundan yoksun ışık varlıklar olan tanrılar, kendi ideallerine uygun olan bir yoğunluk yarattılar. Beden kütlesiyle kendilerini bir başka realitede – madde denen formda tezahür etmiş düşünce olarak- ifade edebilirlerdi. Böylece, onlar insanlık denen hücresel kütlenin zekâsında tezahür eden Tanrı, tanrısal düşünce oldular. Böylece Tanrı/insan, insan/tanrı oldular: Kendini insan formunda ifade eden Tanrı; Baba’sının sonsuza dek genişlemesini sürdürebilmek için, içindeki Tanrı’yı ifade eden insan.”

Bilgiler akıp gidiyordu adamın zihninden, bazen daha önce okudukları ya da duyduklarıyla birleşerek, bazen de bağlantısız bilgi olarak. Ama o, öylesine merak ve istekle okuyordu ki kulağındaki çınlamayı nice sonra duydu. Ufo’daki dostu “ devam diyordu “seninle birlikte pek çok insan bilgilenecek, insan ve evren’in yaratılışı hakkında. Tabii kalıplarından çıkıp, yeniden yeniden düşünme isteğini gösterirse.

“İlk insanlar, bir grup tanrı tarafından yapılan birçok deneyden sonra ortaya çıktılar. Önce erkekler yaratıldı, ancak onların cinsel organları dışarıda değil, içerideydi. Böylece onlar kopyalama (klonlama ) denen işlemle ürüyorlardı. Bu yüzden ilk yaratılan insan bedenleri birbirlerine çok benziyorlardı. Ve onlar bu günkü ölçülerine göre garip ve biçimsiz bulunabilecek yaratıklardı. Ama yaratıcıları olan tanrılar onları çok güzel buluyordu. Ne yazık ki ilk insanlar pek çevik hareket edemiyor, bu yüzden de sürekli olarak çevredeki hayvanlara yem oluyorlardı. Böylece tanrılar, uzun bir süre boyunca onları denediler, test ettiler, düzelttiler ve sahip olunmaya değer hale getirdiler. Beden kusursuz hale getirildikten sonra, birçok tanrı yaşamın keşfinde yeni bir serüvene girişmek için sevinçle bu bedenleri sahiplendi.

Tanrıların içinde bulunduğu bedenler, ışık varlıkların sürekli gelişmelerini ve böylece çok tehlikeli bir çevrede yaşayabilmelerini sağlayacak bir enerji yapısını barındıracak şekilde tasarlanmıştı. Beden öyle bir tasarlanmıştı ki, tanrının duygu olarak benimsediği her düşüncenin anısı her hücreye kaydolacak ve kuşaktan kuşağa aktarılacaktı.

“Erkeğin rahmi”ya da kadın – erkeğin daha mükemmelleşmiş bir formu olarak- çok daha sonra yaratıldığında, bu, genlerin paylaşımı yoluyla bedeni daha da benzersizleştirdi ve rafineleştirdi. Erkek o noktaya dek kazandığı anlayışın kalıplarını tohumunda, kadın da yumurtasında taşıyacaktı. Cinsel bileşme yoluyla, ikisinin genetik kalıpları bir araya gelip ana-babasının öğrenim ve idraklerine dayanan daha gelişkin bir varlık yaratacaktı. Ancak bu işlemle onlar yalnızca daha iyi bir beden yaratıyorlardı, daha iyi bir öz değil.

Tanrıların insan olarak yaşama anlayışı geliştikçe –hayatta kalabilmeleri bunu gerektirmişti- beden de sürekli olarak evrimleşti; bu süreç sizin zaman ölçünüzle on-on buçuk milyon yıl sürdü. Sizin bu hali almanız bu kadar uzun sürdü”

Adam, Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratılma masalının nasıl çıktığını hala anlayamamıştı. Okuduklarında Havva’nın Adem’den daha gelişkin olarak yaratıldığı anlatılıyordu. Adem kendinden alınan yaratma gücünün (doğurganlık) eksikliğini mi yaşamıştı. Bilgi, kadını erkeğin rahmi ve daha mükemmelleşmiş formu olarak anlatırken, bu kaburga hikâyesi nereden çıkmıştı. Daha sonralarıysa kadını eksikli bir varlık olarak tanımlayan bilgiler. Bir anlamda kadının yaratıcılığını mı kıskanmıştı Ademoğulları ya da başka bir bilgi mi vardı bu sav’ı destekleyen!..

“Bedeniniz genç. İki ayak üzerinde yürüyebilen insan yalnızca on-onbuçuk milyon yaşında. Ama siz ışık varlıklar daima vardınız, çünkü zaman denen şey yokken, tasarlanan düşüncenin başlangıcını zamana dayanarak nasıl belirleyebilirsiniz ki? Kısacası siz çok kadimsiniz. Sadece elektrumu yaratmanız sizin zaman ölçünüzle milyarlarca yıl aldı. Sonra elektrumun titreşimini düşürüp onu kaba maddeye dönüştürmek yeni ve farklı bir serüven oldu. Böylece milyarlarca süren tasarım ve araştırma sonucunda insan yoğunlaşmış düşünce ve katı maddeden oluşan, yaşayan, soluk alan bir yaratık haline geldi.

Tüm bu katı, bu gezegeni siz yarattınız. İşte bu yüzden eğer sizler olmasaydınız bu realite olmazdı. Hayvanlar çok sevilirler, çünkü onlara yaratıcıları olan sizler tarafından yaşam soluğu verilmiştir. Çiçekler çok sevilirler, çünkü onlar güzelliğinizin kalıplarını taşırlar. Tüm yaşam bu kalıpları taşır ve bu tümüyle sizden kaynaklanır.

Siz kimsiniz? Siz ışık tanrılar, tüm yaşamın büyük yaratıcılarısınız. Sizler frekansı düşürerek yaratıcı maddeye dönüşen muhteşem, sonsuz düşüncesiniz sizler, insanlık denen formu deneyimleyen sonsuz düşüncesiniz. Tanrı’sınız. Sizler, düşüncenin sonsuza dek genişlemesini sürdürmek için insan olarak tezahür eden Tanrı’sınız…”

Adam şimdi yazacağım son cümleyi büyük bir şaşkınlık ve inanmazlık içinde okudu. Bildiği tüm değerler altüst olmuştu. Kitabı kapattığında kulaklarında çınlama başlamıştı ama umursamadı. Biraz sonra da ses durdu.

“Bu bilgiler dinlerin size öğretmiş oldukları birçok şeyin yanlış olabileceği anlamına da gelebilir. Bu konuda harika olan nedir biliyor musunuz? Bu belki de şeytan, cehennem, günah, lanetlenme ve korkulacak bir tanrı olmadığı, bunların hepsinin yanlış olabileceği anlamına gelir. Ve de öyledir”

Aysel Ongun
21 Şubat 2013

Seri tamamlandığında alıntı kaynakları açıklanacaktır.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap