Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.
Ben geldim
(11)
Adam baştan sona okuduğu kitaplardan, günlük basından, dergilerden, televizyondan, rastlayıp da okuduklarından, söylenenlerden, Yaratılışla ilgili kendince önemli bulduklarını not etmişti düşüncelerine o konuda daha farklı bir derinlik kazandırabilmek için. Mitolojiye ve son dönem öğretilerine, bilimsel ifadelere de önem vermesi gerektiğini iyice anlamıştı. Günümüz öğretilerinin doğru ayırımına ancak böyle çok daha net bir şekilde varabileceğini düşünüyordu. İnternette zaman zaman okuduğu tebliğlerdeki bilgiler bazen öylesine garip geliyordu ki, adam şimdiden Dünya’ya el uzatmış pek çok ışıksız grubun, ışıklıymışçasına bilgi verdiğinden emindi. Onun için de hiçbir gruba bağlanmak istemiyordu, doğruyu kendi buluncaya kadar; bu çok zor da olsa bulacak ve doğruyu bulmuşlarla o zaman bir arada bulunacaktı; bilgilerini ve güçlerini paylaşıp insanlığa hizmet için. O ışığı bulmak istiyordu, o sevmek istiyordu gerçekten; gerçek sevgiyi bilerek. O karanlığın, grinin oyuncağı olmak istemiyordu; Griyi kendi düşünmüştü; insanları, düşündüklerini, yaptıklarını daha ilgili ve doğru görmeye başladıkça. İnsanlık masmavi gökyüzünün altında griye bürünmüştü; hem beyaza, hem siyaha açık. Dilediğini seçebilirdi, ya da gride kalmayı. O renklerin bir de tonlamaları olabilirdi. Beyazın beyazı, siyahın daha siyahı, grinin de açıktan koyuya pek çok tonu. Onun için bu kadar çoktu insan halleri. O beyaz olacaktı, kararlıydı, çünkü tüm hücreleriyle beyazı tatmıştı; vazgeçemezdi. Çalışmalı çok çalışmalıydı. Yaşadığı kararlılık bazen onu korkutsa da o okumaya, düşünmeye, birleştirmeye devam ediyordu. Hiçbir şeye körü körüne inanmayacaktı. Bu gücü kazanacaktı. Evren’in ve insanlığın yaratılışı onun için sadece bilgi değil, bilginin nasıl anlaşılacağı, nasıl birleştirileceği, nasıl kullanılacağı yönünde de bir ders olmuştu adeta.
Hayat böyle derslerle doludur, insanı yüceltmek için, ama kaç kişi bu dersin farkında ve kullanımındadır. İnsan çoğunlukla bir boşlukta yaşar, kökü yoktur hiçbir konuda. Oradan oraya savrulur. Maddenin oyuncağı olmuştur da farkında bile değildir. Bu biraz da kök salmasını engelleyen, kendisini özünden uzak kılan DNA dağılımından sonra olmuşsa da, o üzerine akseden ışığın gücüyle bunu yeniden elde edecek, bütünlenecek ve yücelecektir. Yeniden çıkacak kökleri, kökenini bilecek, ona sımsıkı tutunarak bir daha yıkılmamacasına ayakta kalacaktır. Toprak ana besleyecektir onu ışığıyla. Yerden ve gökten aydınlanan insanoğlu ve insan kızları büyüyecektir böylece. Gelecek budur. Yazgısı onu sürekli olarak ışığa çekecektir, zaman zaman düşse de kalkacak, yeniden devam edecektir. O, bu yükselişin kolay olmayacağını biliyordu. Ömrü çok az bir yol alışa yetecekti belki ama ardından gelecekler için bir şeyler yapacaktı ya o yeterdi ona, içi çok üstte olmayı dilese de.
Küçük piyotlarıyla dünyaya inmiş ve adamın çok yakınında yer almış uzaylı dostları ise, onu hoşnutlukla izlemeye devam ediyorlardı. Adamın geçmişten geleceğe yapacağı yolculuğu daha iyi gözlemlemek, onun bedensel ve zihinsel değişimini çok yakından izlemek dünyasal bulunuş görevlerinin bir parçasıydı. Adamdan yayılacak her bilinç enerjisi, kendisi bilmese de dünyada pek çok insanı etkileyecek ve adam logaritmik bir artımla binler için düşünecek, yaşayacaktı. Sonunda zaman, O’nca bilinen belli bir devreyi tüm yaşanmışlıklarla dopdolu olarak adam’ın üzerine tam bir daire çizerek kapatacak, adam kendini bir daha kaybetmeyeceği an’ da bularak sistem önündeki yerini alacaktı, noktanın da noktası olarak. An’da sürekli bulunabilmek bir mertebedir, her insana açık ama her insanın kolay elde edemeyeceği bir mertebe. An’ büyük gözdür, büyük kulaktır, büyük sözdür ve en önemlisi büyük biliştir. Hâkimiyettir tüm değerlere, yasanın izin verdiği kadar.
Adam yeniden kitapçıları dolaşmaya başladı, hiç kitap okumazken şimdiki bu açlık haline kendisi de inanamıyordu bazen. İlk bulduğu kitap dış görünüşü ve yaydığı bilgi enerjisiyle dikkatini çekti. Adam sadece yazılı da olsa, bilginin yazıdan dışa taşan enerjisinin artık farkındaydı. Şöyle bir karıştırdı önce, aradığını bulup bulamayacağını anlamak için. Sonra almaya karar verdi. Kitap okumak kadar, almanın da zevkine varıyordu. Görünmez dostlarıysa onu izliyorlardı hâlâ memnuniyetle. Artık onu her adım başında, yönlendirilmeye ihtiyacı olan biri olarak görmüyorlardı. Adam istedikleri yola girmişti. Zaman zaman pişman olsa da geri dönüş yoktu onun için, ışığı ve onun getirdiklerini bedeninin her hücresinde mutluluk olarak hissetmeye başlamıştı. Bu önemliydi çünkü hücre deposundaki bilgi, gelen bilgileri karşılayabilecek açıklığa geldiğinde, ışığı daha çok emiyor ve beden, gerçekleşmesi gereken değişime daha fazla açık oluyordu. DNA böylece daha hızlı gelişiyor, bu birbirini tetikleyerek insanı bir zamanlar kaybettiği değere daha çabuk ulaştırıyordu.
Hücre yapılarındaki kalıplar değişime uğradıkça Dünyasal mutluluklar da ona paralel olarak değişime uğrar. Işık Gerçektir ve Gerçeğin mutluluğu özeldir. Yaşamayan bilemez, yaşayan da onu betimleyemez. Bir büyük şair’in bir büyük ressama sorduğu sorudaki mutluluk budur. “Sen hiç mutluluğun resmini çizebilir misin ?” Dünyasal mutluluklar tarif edilebilir, çizilebilir de. Çünkü hepsi zihne ve sıradan duygulara dayalıdır. Ama ışığın mutluluğu onların tümünün dışındadır. Orada duygu, dünyasal duygudan çok daha farklıdır, zihin devre dışıdır ve insan bedeninde başka bir insandır. On iki DNA’lı insan bunu yaşayacaktır ve tüm insanlık bunu gerçekleştirinceye kadar, özel seçilmiş insanlar harika örnekler olarak onlara yol göstereceklerdir. Onlar için yaşam zor olacaktır görünüşte ve azınlıkta olduklarında, ama onların bilişlerinde “zor, zorluk” kelimesi bulunmayacaktır. Bu olacaktır bir zamanda elbette ama hangi zamanda? Zaman bilinen zaman değildir çünkü!....
Adam şimdi evren’in yaratılışına bir başka açıdan bakmak için okuyordu. Zamanımıza çok daha yakın zamana ait anlatımlarda neler söylendiğini anlamak için. Ve yine notlar alıyordu bilgiyi bütünleyebilmek isteğiyle. Emeksiz hazır bilgiye ulaşacağını zannetmiyordu. Ufo’daki dostları bunu ona açıkça söylemişlerdi gecenin bir vaktinde, uykusunun en derin zamanında kulaklarını çınlatarak uyandırdıktan sonra. “Şimdi çok yakınınızdan geçiyoruz” demişti her zaman onunla bağlantı kuran dostu “Sizinle bağlantı kurabilmek için gecenin bu vakti tüm dönüşümün tamamlandığı, enerjinin dengelendiği, bizim için en uygun zamandır. Okumalarınızı bu zamana kaydırırsanız, anlayışınız anlayışımızla birleşerek daha üst bir değere ulaşacaktır. Bunu unutmayınız ve uygulayınız.” Adam o duyuştan sonra gecenin o çok dingin zamanını kullanmaya başladı elinden geldiğince. Her gün başaramıyordu bunu, ama başarma isteği güçlüydü. Adam bu bilgiyi “anlayışımız anlayışınızla birleşecek” neden şimdi aldığını düşünüyordu. “Daha dikkatli olmalıyım” diye düşündü, bunda anlatılmak istenen bir şeyler olmalı…
Ortadoğu kaynaklı, Dünyanın bilinen ilk yazılı yaratılış bilgisi Sümerler’ e aittir. Kil tabletler üzerine yazılmış metinler parçalanmış ve dağılmış oldukları için bir bütünlük içermez ama birleştirilip okunabilenler okuyana yine de bir şeyler anlatabilir. Sümerler İsa’dan önce dördüncü binyıldan ikinci binyıla kadar, medeniyetler bölgesi olarak tanımlanan Mezopotamya’da yaşamışlardır. Adamın okuduğu bilgilere göre karanlık güçlerin dünyaya girdiği en büyük kapı da bu bölgededir. Bu bir paradoks mudur, yoksa karanlık güçlerin olumlu taraflarının aksedişi midir bilinmez. Ortadoğu’da ki hiç bitmeyen karmaşanın onlarla ilgisi olduğunu söyleyen sistemlerin de ne denli doğruyu anlattıkları okuyanın idrak ve inan seviyesine bırakılmıştır. İnanılır ya da inanılmaz, bilgi böyledir. Dünya on bir bin yıldır karanlık güçlerin kontrolundadır ve şimdi ışıkla buluşmak için büyük bir bilinç sıçraması yapmak zorundadır, ışığın gücüyle. Yaşanılan tüm acılar göz ardı edilemez ama onların hepsi sıçramayı gerçekleştirecek zemini hazırlamak içindir. Karanlık gücün içselliğindeki amacı bu olmasa bile, ışık Ortadoğu’nun üzerindedir. Dünyasal yaşamda bile en basit örnek, ateşe basan insanın kendinden beklenmeyecek kadar güçlü sıçramasıdır. Ortadoğu’da da insanlık ateşin üstündedir, başka bölgelerdeki insanlığın hayrına. Güneş oradan doğacaktır karanlığı yok etmek için, bir daha batmamacasına. O süreçte yaşanacaklar kolay olmayacaktır elbette çünkü oradan alevlenen dehşet kozmik bir savaşın dünyaya insan aracılığıyla akseden bölümüdür.
Dinlerin çok öncesinde Yaradılış ve tufan öyküsüne ilk defa Sümerler’de rastlanır. Bunun dışında onlar gelişkinlikleriyle pek çok medeniyetin doğmasına yardımcı olmuşlardır. Geliştikleri konular çoktur; yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, din, fal büyü ve mitoloji alanlarında öne çıkan ilk toplumlardan biridir. Hint kutsal öğretisi Veda’lar da böyledir ama onların ortaya çıkışları MÖ bin beş yüz yılına dayanır. Bazı kaynaklar yaratılışla beraber devrede olduğunu savunsa da. .
İnsanın yaratılışı buluntularda iki ayrı tablet üzerindedir. Parçalandığı için okunması zor olmasına rağmen yine de bilgi verebilir. Bunun dışında insanın yaratılışını anlatan en eski görüşler İbranilerin ve Babillilerin görüşleridir. İbranilerin görüşleri Tekvin kitabında, Babillilerin görüşleri “yaratılış Destanı’”nın bir parçasını oluşturur. Kitab-ı_ Mukaddes’teki öykülere göre, insan, bütün hayvanları yönetmesi amacıyla kilden biçimlenmiştir. Bu görüş onları bir yerde yaratılışın ilk çobanları yapmaktadır ve insanlık hâlâ bu zamanda bile kendilerini yöneten çobanların kontrolundadır. Babil mitinde ise, insan, en baş belası tanrılardan birinin bu amaçla öldürülmesiyle onun kanından yapılmıştı; yaratılış nedeni temelde tanrılara hizmet etmesi ve ekmekleri için onların yerine çalışmasıydı. Yani yaratılışın ilk köleleri. Yönlendirenler (Çobanlar) ve köleler ne yazık ki damarlarında baş belası bir tanrının kanını taşıyorlar. Sistem bu gün de hiyerarşisiyle Dünya için de geçerlidir, kimlerin damarlarında neyin aktığı, kimlerin ne olduğu pek belli değildir.
İbrani ve Babil yorumundan bin yıl önceye tarihlenen Sümer şiirine göre, Babil yorumunda olduğu gibi kilden biçimlenen insanın yaratılış amacı, yine tanrıları, geçimleri için emek harcamak zorundan kurtarmaktı. Dikkatli bir okuyucu kil (*)bilgisinden daha önce de bahsedildiğini fark edecektir. Ama oradaki kil, suyun üzerinden toplanan kilimsi bir maddedir. Kil olarak ifadelendirilen madde bu gün bazı yorumlarla toprak olarak betimlense de, içindeki bambaşka, bilinmeyen bir şey onu çok özel kılabilir. Ve yine dikkatli bir okuyucu baştan beri olmasa da daha sonra DNA’ları dağıtılıp, kalan iki DNA da dar bir alana sıkıştırıldıktan sonra, insanın bir çeşit tutsak olduğunu hatırlayacaktır. O zaman İbrani ve Babil mitlerinin bu tutsaklık döneminden etkilendiğini düşünebiliriz.
“Şiir tanrıların ekmeklerini sağlamakta, özellikle, tahmin edilebileceği gibi dişi ilahlar varlık bulduktan sonra, çektikleri güçlüklerin betimlenmesi denilebilecek bir girişle başlar. Tanrılar yakınırlar, ama su- tanrısı Enki, Sümerlerin bilgelik tanrısı da olduğundan onlara yardım edebilecekken, öyle derin bir uykudadır ki onları işitmez. Bunun üzerine annesi, “bütün tanrıları doğuran ana, “ilksel deniz, tanrıların gözyaşlarını ona getirir ve şöyle der.”
Adam ilk defa tanrıları yaratanın bir Kadın (tanrıça) olarak tanıtımıyla karşı karşıyaydı. Bildiği, Yaratıcının hep erkek olarak betimlenmesiydi. “Baba”
Geçmişteki insanlar dişi gücün önemini anlamış olsa da, Yaratıcı daha sonra özellikle de İsa’dan sonra yeniden baba olarak devreye girmiştir.
Aşağıda bazı yerleri eksik olsa bile yine de anlaşılır durumda olan şiirden parçalar okuyacaksınız.
“Ey oğul, kalk yatağından,…. dan bilgeliğini göster,
Tanrılara hizmetkârlar biçimle, onların…. Onlar üretsin”
Enki konu üstünde düşünür, “iyi ve soylu şekilleyicilerin başına geçer ve annesi Nammu’ya, ilksel denize şöyle der:
“Ey ana, sözünü ettiğin yaratık, var edildi,
Onun üstüne tanrıların…. Yerleştir;
Denizin dibinin yüzeyindeki kilden yüreğini yoğur,
İyi ve soylu şekilleyiciler kili berkitecekler,
Sen, onun uzuvlarını ortaya çıkar;
Ninmah(toprak- ana tanrıça)senin üstünde çalışacak.
…..(doğum tanrıçaları ) sen biçimlenirken yanında olacaklar;
Ey ana, (yeni doğanın) yazgısını belirle,
Ninnah onun üstüne tanrıların …. Yerleştirecek,
…. İnsan olarak…”
“Enki’nin, insanın yaratılışı onuruna tanrılara verdiği ziyafette Enki ve Ninmah çok fazla şarap içer ve çakırkeyif olurlar. Bunun üzerine Ninmah denizin dibinden bir parça kil alır ve altı değişik tipte bireyi şekillendirir, Enki de onların yazgılarını belirler ve onlara yiyecek ekmek verir. Tabletlerde yalnızca son, iki tipin nitelikleri okunabilmekte; bunlardan biri kısır kadın ve diğeri cinsiyetsiz ya da hadım tiptir.
….(Ninmah) doğurganlığı olmayan bir kadın yaptı.
Doğurganlığı olmayan bu kadını gören Enki, Onun yazgısını belirledi, (kadın evi)nde kalmasını yazgıladı.
…(Ninmah) erkeklik organından yoksun, kadınlık organından yoksun bir varlık yaptı.
Erkeklik organından yoksun, kadınlık organından yoksun bu varlığı gören Enki,
Onun yazgısını kralın önünde durmak olarak belirledi.
Ninmah’ın bu altı insan tipini yaratması üzerine, Enki de kendi başına bir şeyler yaratmaya karar verir. Sonuçta ortaya çıkan yaratık başarısızdır; vücut ve zekâca cılız ve geridir. Endişelenen Enki, Ninmah’tan bu umutsuz yaratığa yardım etmesini ister; ona şunları söyler;
Senin elinle şekillenenin yazgısını belirledim,
Ona yiyecek ekmek verdim;
Sen de benim elimde şekillenenin yazgısını belirle,
Sen de ona yiyecek ekmek ver.”
Kil olarak betimlenen madde yaratılışın bir noktasından sonra insanın gerçekliğini anlatır ve dinlerde de yer bulur. “O’ sizi topraktan yarattı, yine toprağa döneceksiniz.” Bu ve benzeri ifadeler bilgilerin zaman içinde değişime uğrasa da birbirlerinden çok etkilendiklerini gösterir. Bu da insanlığı eğiten bir sistemin onlar üzerindeki sürekliliğini anlatır.
“Ninmah yaratık için elinden geleni yapar, ama işe yaramaz. Onunla konuşur, ama o yanıt veremez. Ona ekmek verir, ama o uzanıp da alamaz. Ne oturabilir ne ayakta durabilir, ne de dizlerini bükebilir. ……Ninmah Enki’yi böyle hasta, cansız yaratıklar yarattığı için lanetler ve Enki’ de bunu hak ettiğini düşünür.
……
Anunnakilerden -ki onlar İlksel deniz’in gök ile yerin birliğinden oluşan kozmik dağı vücuda getirmesinin ardından ardıllar olarak ortaya çıktılar- sonra gök tanrıları doğmuştu., ama sığır- tanrısı Lahar ve tahıl tanrıçası Aşnan’dan önce ne sığır ne de tahıl vardı. Bu nedenle tanrılar ekmek yemeyi ya da giysi giymeyi “bilmezlerdi.”Sonra sığır- tanrısı Lahar ve tahıl-tanrıçası Ansan göğün yaratılış odasında yaratıldılar, ancak tanrılar hâlâ açtı. O zaman tanrıların “iyi şeyleri” ve ağılların refahı hatırına insana soluk verildi.”
Adam ilk öğrendikleriyle bu bilgileri karşılaştırmayı ve müşterek noktalarını, anlatımlardaki farklılıklara rağmen bulmayı seviyordu. İçi ısınıyordu birbiriyle denkleşen ifadeleri buldukça. Biliş enerjisi, hücrelerinde yeni bir ateşleme yapıyor, adam düşündüğü şeylerin üzerinde daha da düşünme isteğini duyuyordu.
Aşağıdaki şiirsel ifadede yaratılış anlatılmaya devam eder.
“ Gök ile yer dağından sonra,
An(gök- tanrısı) Annunaki’lerin (ardılları) doğumuna neden oldu.
Aşnan (tahıl- tanrısı) adı henüz doğmadığından, henüz biçimlenmediğinden,
Uttu ( bitki- tanrıçası) henüz biçimlenmediğinden,
Uttu için hiçbir kutsal alan kurulmadığından,
Hiç koyun yoktu, hiç kuzu inmemişti,
Hiç keçi yoktu, hiç oğlak inmemişti, Koyun iki kuzusunu yavrulamıyordu,
Çünkü bilge Aşman’ın ve lahar’ın adını , Annunakiler, büyük tanrılar, bilmiyordu, Otuz günlük ….tohumu henüz yoktu,
Kırk günlük ….tohumu henüz yoktu,
Küçük tohumlar, dağ tohumu, saf canlı yaratıkların tohumu henüz yoktu.
Uttu henüz doğmadığından, (bitkilerin) tacı henüz yetişmediğinden,
…..efendi henüz doğmadığından , Ova tanrısı Sumugen henüz ortaya çıkmadığından, insanoğlunun ilk yaratıldığı zaman gibi, onlar (Annunakiler) ekmek yemeği bilmiyorlardı, Giysi giymeyi bilmiyorlardı,
Koyunlar gibi ağızlarıyla ot yiyorlardı,
Arklardan su içiyorlardı.
O günlede, tanrıların yaratma odasında ,
Dulkug evlerinde, Lahar ve Aş’un Annunakileri yiyor, ama doymuyorlardı; Has ağıllarındaki sütü….ve iyi şeyleri,
Dulkug’un Annunakileri içiyor ama doymuyorlardı;
Has ağıllarındaki iyi şeylerin hatırına
İnsana soluk verildi.”
Sümerlerin yaratılış kavramları keskin bir gözlem anlayışıyla birlikte gözlenen verilerden uygun sonucu çıkarıp bunu ifade etme yeteneği de göstermektedir. Bundan yola çıkarak, akılcı bir biçimde ifade edilen Sümer kozmogonik görüşleri şöyle özetlenebilir.
1- Başlangıçta ilksel deniz vardı, Sümerler bu denizi ezeli ve yaratılmamış olarak kabul etmişlerdir.
2- İlksel deniz birleşik haldeki göğü ve yeri ortaya çıkardı.
3- Gök ile yer, katı öğeler olarak düşünülmüştü. Bununla birlikte, aralarında, ana niteliği genişletmek olan, onlardan çıkan hava ögesi vardı. Böylece gök ile yer genişleyen hava ögesi tarafından ayrıldı.
4- Gök ile yerden daha hafif ve yoğunluğu çok daha az olan hava, Sümerlerce belki de havayla aynı maddeden olduğu düşünülen ayı meydana getirmekte başarılı oldu. Güneşin aydan doğduğu düşünülüyordu; yani, ayın havadan ortaya çıkıp gelişmesi gibi o da aydan ortaya çıkıp gelişmişti.
5- Gök ile yer birbirinden ayrıldıktan sonra, yeryüzünde bitki, hayvan ve insan yaşamı olanaklı hale geldi; yaşam hava, toprak ve su bileşimin bir sonucu olarak düşünülmüş gibi görünmektedir; Kuşkusuz güneş de buna dahildi. Yeryüzündeki bitki ve hayvan yaşamının ortaya çıkışı ve üremeleri konusunda hiçbir bilgi bulunamadı.
Sümerlerin tanrıbilimsel dile aktarılan bu uscu kavramları şöyle tanımlanabilir.
1- Başlangıçta ilksel denizle kişileştirilen tanrıça Nammu vardı.
2- Tanrıça Nammu eril gök- tanrısı An ile yer tanrıçası Ki’yi doğurdu.
3- An ve Ki’nin birleşmesinden, gök-baba An’ı, toprak- ana Ki’den ayıran hava- tanrısı Enlil doğdu.
4- Hava tanrısı Enlil kendini, Sümerce tavanı ve duvarlarını koyu lacivert taşı rengi gökyüzünün ve yerini yer yüzeyinin oluşturduğu düşünülen evinde, zifiri karanlıkta bulur. Ve evinin karanlığı aydınlatması için ay- tanrısı Nanna’ya yaşam verir. Sonra da ay- tanrısı Nanna, babasından daha parlak olan güneş- tanrısı Utu’ya yaşam verir. Burada, yaşam verilen oğlun, yaşam veren babadan daha güçlü olması düşüncesi –daha derin anlamıyla İlerleme dediğimiz gelişimin içinde gerçekten meydana gelendir.
5- Bundan sonra hava- tanrısı Enlil annesi yer-tanrıçası Ki ile birleşir, Bu birleşme su-tanrısı Enki’nin büyük yardımı sonucunda yeryüzünde bitkisel ve hayvansal yaşam yaratılır. Öte yandan insan, ilksel deniz, tanrıça Nammu, toprak ana, Ki ile özdeşleleştirilebilecek tanrıça Nimmah ve su-tanrısı Enki’nin ortaklaşa çabalarının ürünü gibidir.”
Kutsal kitaplarda söz edilen "insanın çamurdan yaratıldığı" anlatımı, kutsal kitapların ortaya çıkmasından çok daha önceki çağlarda yaşayan insanların eserlerinde ve efsanelerinde de görülmüştür. Aşağıda örneklerini bulacağınız gibi.
1)Gılgamış Destanı: "Ellerimi yıkadım. Bir parça çamur koparıp yazıya attım. Ve bu yazıda kahraman Engidu'yu yarattım."
2)Sümer'lilerin Enuma-eliş Destanı: "Bunun üzerine ben de Ea'nın yardımını istedim. Toprağı, Kingu'nun kanıyla yoğurdum. İlk insanı meydana getirdim."
3)Çin Efsanelerinden: "Bunun üzerine Tanrıça Ngüho yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti. Ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı."
4)Mısır'da Luxor Tapınağı'nda bulunan kabartma bir resim: "Kral Amonhotap III olarak betimlenen Tanrı Khnemu çömlekçi çarkında erkek ve dişi iki insanı yaratıyor."
5)Hesiodos Destanı. "Namlı, şanlı Hephaisdos'u çağırdım hemen. 'Bir parça toprak al, suyla karıştır' dedim. 'İçine insan sesi koy, insan gücü koy."
6)Yunan Efsaneleri'nden: "Gözyaşlarımla toprağı çamur haline getirdim ve yoğurdum (Prometheus anlatıyor.) Bir insan heykeli yaptım. Sonra bu heykele ruh verdim. İlk ölümlü yaratıklar oluştu böylece.)
7)Tevrat'tan: "Ve Rab Allah yerin toprağından Adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu."
8) Kur'an, Mü'minün 12-16: "And olsun ki Biz insanı süzme çamurdan yarattık."
9) Kur'an, Es-Safaat 11: "Hakikat Biz onları cıvık bir çamurdan yarattık."
10)Kur'an, Sad 71-76: "Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona secdeye kapanın."
Aysel Ongun
1 Mayıs 2013
Seri tamamlandığında alıntı kaynakları açıklanacaktır.
