Ben Geldim XII

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim
(12) 

Adam araştırmaya ve okumaya devam ediyordu. Şimdi araştırmalarına internette de başlamıştı. Onun için geniş anlatımlar değil, birleştirmeye hazır olduğu bilgiler önem kazanıyordu. Zamanını daha değerli kullanması gerektiğinden emindi ve biliyordu ki öğrenme-öğretme yolunun henüz çok başındadır. Ufo’daki o hiç görmediği ama hissettiği dostlarıyla bağlantı kurduğu bir zamanda “nereden nasıl geldiğini, hangi değişimleri geçirdiğini bilmekle, gideceğin yolun sana ne getireceğini de çok iyi anlayacaksın.” Demişlerdi. Kendilerini görmek istediğini söylediğinde ise “Şimdi bizi görmeye dayanamazsın. Bizler enerjinin form almamış gücüyüz, form alabilmemiz içinse senin bizimle aynı titreşime dahil olabilmen gerek. Titreşimimiz bir yerden başlayıp bir yere kadar seviyeler halinde yükselir. Başlangıç noktası ulaşman gerekendir. O zaman yanındakini büyük bir açıklıkla görebileceksin. Çünkü biz bu seviyeye yükselmiş olanlarla yüz yüze görüşebiliriz. Sokakta biz senin yanından sizin gibi geçsek tanıyamazsın, İş yerinde yan yana çalışırız bilemezsin, Devlet adamlarınızla, bilginlerinizle, sanatçılarınızla, sanayicilerinizle iş yaparız anlayamazlar, çünkü titreşimleri düşüktür ama zihinlerini kontrol edebilir, onlara ilhamlar verebiliriz. Bizi görmek, gördüğünün biz olduğunu bilmek, bizle bir titreşenlere açıktır.”

Adam heyecanlanmıştı. Onları görmek, “merhaba” demek, başka insanlarla konuşur gibi konuşmak, gülmek ve sevmek. Sevmeyi düşünür düşünmez içi ısındı ve anladı ki, hangi insandan o içini ısıtan farklı ateşi alırsa, karşısındaki Ufo’daki dostudur. Gerçek sevginin sadece ışık varlıklara has olduğunu düşündü. Ya içleri nefretle, kinle, taassubun güçlü perçiniyle karanlığa mıhlanmış olanlar, onlar için ışık hiç olmayacak, yürekleri gerçek sevgiyle aydınlanmayacak ve karanlığın kurbanları olarak yaşamlarına veda mı edeceklerdi! Tercih bireyin kendisine aitti elbette. Yaşayacağı sonuçlarda o tercihe göre olacaktı. Evren yasası böyledir. “Ne ekersen onu biçersin” ama misliyle tabii. “Bir tohum ekilir yerine bin meyve veren bir veren ağaç çıkar.” 

Adam okumaya devam ediyordu. Şimdi elinde olan kitap bir öncekinden daha açık, okunması daha kolay ve Sümerlerin ardından gelen Tevrat, İncil ve Kur’an’ın onlardan nasıl etkilendiklerini açıklayan bilgilerle doluydu. Adam sistemsel bir akışın birbiri içinden nasıl gelişerek doğduğuna şahit oluyordu. Gerçeğe açık olmak hislerine güvenmeyi de öğretmişti ona. Neyin doğru olduğunu bilen ruhuna inanıyordu ve doğru içinde gittikçe büyüyordu. O doğrusunu sır gibi saklıyordu herkesten. Bir gün tümlendiğinde paylaşmak, inandığını güçle anlatmak için.

“Sümer dini çok tanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baş Tanrı’nın altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır hatta yaralanabilirlerdi. Yer, gök, hava, su tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu tanrılardı.

Sümer’de tanrılar istediklerini yapar; onlar insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirler.

Sümerliler, bu tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler; şiirler yazmış, ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunları yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Onların kurdukları çoktanrılı din, yavaş yavaş tek tanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur. Fakat arada diğer tanrılar da yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır”.

Artık dinlerin bir biçimde birdenbire ortaya çıkmadığını, çok tanrılı dinlerden süzülerek, insanların gelişimine katkıda bulunabilmek için olması gereken zamanlarda ortaya çıktığından bilinçli olarak emindi, ama onların hepsinin Orta doğu kaynaklı olması aklını kurcalıyordu. Henüz dünyanın her yerinde ortaya çıkan öğretilerle öğrendiği bilgiler arasındaki benzerlikten haberdar değildi. O başlangıçta sadece bölgesel bilgilerle aydınlanıyordu ve düşünüyordu; on bir bin yıldır dünyaya hükmeden karanlık gücün, en büyük dünyaya giriş kapısının olduğu yerden çıkması bir tesadüf olamayacağına göre, ışığın karanlığa karşı açtığı savaşın odak noktası olarak mı o bölge seçilmişti. Yoksa karanlığın, gücünü kaybetmemek için, iki DNA’lı insana vurmak istediği darbenin inceden planlanmış bir oyunu muydu? Bu günün insanlığı çok tanrılı dinlerin sanki tanrısal birer kopyası gibidir. “Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır hatta yaralanabilirlerdi.” Bazı ruhsal bilgilerde “sizler tanrısınız” olarak geçen ifadeler onların ruhsal olarak hiç de gelişkin olmayan davranışlarının hala insanlıkta yaşamakta olduğunun ifadesi midir? Ruhsal geriliklerine rağmen teknolojide çok gelişmiş olmalılar ki başka planetlerden kalkıp dünyaya gelmiş ve insanlığa hükmetmişlerdir. O tanrılar yine dünyayı on bir bin yıldır esir alan karanlığın tanrılık sıfatıyla ödüllendirilen görevlileri miydi? İnsanlar bunu bilmeden, kendilerini tanrı gibi görüp övünmede midirler, yoksa O’ bilinmez Olan’ın kendini kendinde seyretmesi için dışa dönüp maddeleşmeye açılmasından mı, her şeyin tanrının aksi olduğu gibi, insanın da öyle olduğunun anlatımı mıdır insana cazip gelen! Öyleyse O’ Küçük harfli tanrılardan başlayarak, insan altından insana yükselen bir seyirden devam ederek bir deneyimi mi yaşamadadır!.. Geçmişin tanrıları insanın bu gün bilmediği geleceğinden mi gelmişlerdi ve insanlık onların iki sarmallı DNA larına yerleştirdiği inanç motifleriyle mi yönlendirilmededir on binlerce yıldır? Ufo’daki dostları da!.. Dünya bir özgür alan modeli olduğuna göre her şey tercihlerin gücüne göre O’nun rızasıyla olmadadır ve olacaktır da. Işık ve karanlık; ışık kazanacaktır bir gün, tekâmül seyrinde yeniden aydınlık zamana girebilmesi için. Karanlık ve aydınlık birbirini tetikleyen iki evrensel güç, yaratılışın esrarı; O’ bilinmez Olan’ın planını kim bilebilir ki.

Adam bu konuda daha bilgilenmesi ve çok düşünmesi gerektiğini hissediyordu. Zamanımı daha iyi kullanmalıyım diye düşünse de, bunu pek de başaramadığını görerek üzülüyordu. “Ben tanrı değilim ve olmak da istemiyorum” diyordu kendi kendine. “Ben insanım ve gerçekten insan olmak istiyorum on iki DNA’nın sahibi ve özündeki tanrı parçacığının gücünde ona layık olarak gelişen insan olarak.”

“Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinleriyle Sümer dini arasındaki ortak noktalar şunlardır: Tanrı’nın yaratıcı ve yok edici gücü; Tanrı korkusu; Tanrı yargılaması; kurbanlar, törenler, ilahiler, dualar ve tütsülerle Tanrıyı memnun etmek, iyi ahlaklı, dürüst ve haktanır olmak; büyüklere ve küçüklere saygı göstermek; sosyal adalet; temizlik.

Sümer tanrıları insanlara ne istediklerini bildirmez, fakat hoşlarına gitmeyecek bir işi yapan insanları cezalandırırlar. Buna karşılık diğer dinlerde tanrı bazı kimselere ne istediğini bildirir, İnsanlar da ona göre hizmet ederler. Tanrı bildirilerini alan kimselere Farsçada “peygamber.” Arapçada “resul” denir. İlginç olanı peygamberlik olayı Yahudilerden Asurlulara geçmiş. Çivi yazılı metinlere göre bu düşünce Asur ve Filistin’de politik ve ekonomik krizlerle başlamış. Asur’da Tanrıdan, bir insanın “peygamber” yoluyla alınan haberleri tabletlere yazılmış. Onlara göre tanrı ile iletişime giren insanlar çeşitli şekillerde trans haline giriyorlar. Bu kimseler aslında aşağı tabaka sayılıyor ve büyücülükle bağlanıyor. Konuşan tanrıça ise, onun ağzından söyleyen kadın oluyor. Özellikle aşk tanrıçası İştardan haber getirenler. Bunlar, ya bu tanrılardan üçüncü şahıs olarak buyruğunu alır veya birinci şahıs olarak kendisini, konuşan tanrı ile bir yapar. Kur’an’ da da aynı ifadeyi buluyoruz. 

“Allah bazen üçüncü şahıs olur, bazen doğrudan konuşur”

Sümerlilere göre tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirmiş ve insanlara vermiştir. Aynı düşünceyi Kur’an’da da buluyoruz.

Nahl Suresi, ayet 81

“Allah yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı, dağlarda sizin için barınaklar yarattı ve sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, savaştan koruyacak zırhlar yarattı”

Yâsîn Suresi

“Gemilerin benzerlerinden, binmekte oldukları ve ileride binecekleri şeyleri onlar için biz yarattık.”. 

Bu iki ayette Allah hem birinci şahıs olarak konuşuyor, hem de ondan üçüncü şahıs olarak söz ediliyor.

Yâsîn Suresi, ayet 82

Onun işi, bir şeyi yaratmak istediği vakit “ol” demektir, o şey hemen olur. Sümer’de de tanrılar “ol” der ve her şey oluverir.

Her üç dinde de tanrıların var edici güçleri yanında yok edici güçleri de var. Sümer’de tanrı Enlil, tanrılar meclisinde Ur şehrinin yıkılmasına karar vermiştir. Şehrin tanrısı buna ne kadar üzülse de elinden bir şey gelmez. Gelen ordular tanrının dünyadaki araçlarıdır. Aynı deyimi Kur’an’ da da buluyoruz.

Enfâl Suresi, ayet 17

“Savaşta siz onları öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zaman sen atmadın, Allah attı”

Sümer’de tanrı kızmaya görsün, kendi ülkesi bile olsa yakıp yıktırır. Sümer tanrılarının babası Enlil, Akad krallarının yaptıklarına kızarak gözlerini dağlara çeviriyor ve oradan barbar ve vahşi Gutileri çekirge sürüleri gibi getirterek Agade’yi ve hemen hemen bütün Sümer’i kırıp geçirtiyor.

Tevrat’ta da birçok kez Yahve’nin (yehova) insanlara kızarak onlara yok edici felaketler verdiği, seçtiği komşu milletleri İsrail’in üzerine saldırttığı bildirilmektedir.

Aynı olayı Kur’an’da da görüyoruz. Birçok sureler içindeki ayetlerde Allah’ın çeşitli milletleri nasıl yok ettiği yazılıyor.

Hacc Suresi ayet 44

“Ey Muhammed! Seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh milletini, Âd milletini, Semûd, İbrahim milleti, Lut milleti ve Meyden halkı da peygamberlerini yalancı saymış, Musa da yalanlanmıştı. Ama ben, Kâfirlere önce mehil verdim, sonra onları yakalayıverdim, beni tanımamak nasılmış görsünler!”

Furkan Suresi ayet 38

“Âd, Semûd ile Ress’lileri ve bunların arasında birçok milleti yerle bir ettik.”

Fussilet Suresi ayet 13 ve 16

“İşte sizi, Âd ve semûd’un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırga ile uyardım.

Rezillik azabını onlara dünyada tattırmak için üzerlerine dondurucu rüzgâr gönderdik.”

İsrâ suresi ayet 15.16

“Bir ülkeyi yok etmek istediğimizde, o beldenin şımarmış olanlarına önce emrimizi ulaştırırız. Yine kötülük ederlerse biz de orayı yerle bir ederiz. “

“Sumer’de kıralların sarayları nasıl varsa Tanrıların da öyle evleri olmalıydı. Bunun için “Tanrı evi” adı altında görkemli tapınaklar, yanlarında tanrılarla insanları yaklaştırdığı düşünülen basamaklı kuleler yapılmıştı. Sümerdeki “tanrı evi” deyimi, Kur’an’da “Allahın mescitleri” şeklinde bulunmaktadır. Sümer’de mabet veya saray anlamına gelen “e.gal” kelimesi Tevrat’ta “hegal” olmuştur. 

Daha sonra bu tanrı evleri sinagoglara, kiliselere, camilere dönüştü. Camilerin üstündeki yarım ay, Sümer Ay tanrısının sembolüdür. Sümer’de Ay kültünün önemli bir yeri vardır. Ayın ilk göründüğü gün, 15 günlük olduğu ve görünmediği günlerde törenler yapılır, hatta bazı yiyecekler yenilmezdi. İslamiyette de oruç ve bayramlar ayın görünüşüne göre düzenlenmiştir.

Musa’nın kanununda bulunan anaya, babaya saygı, kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan tanıklık etmeyeceksin, komşunun karısına ve malına göz dikmeyeceksin gibi kurallar Sümer Kanununda da aynı. Yalnız Sümer Kanunu daha insancıl, göze göz, dişe diş yok cezalarda.

Tevrat’ta ve Hamurabi kanununda yer alan miras yasalarının da, Sümerce yazılmış Lipit-İştar kanununun maddelerinde yer alması kökenin neresi olduğunu gösterir

Araplarda zina yapan kadının taşlanması, Tevrat’ta olmasına karşın, Kur’an’ da böyle bir ceza yok. Taşlama cezası Sümerlilerin eski çağında varmış, fakat değişik bir nedenden İÖ 2200’lerde Lagaş Kralı Urukagina tarafından kaldırılmış.

Sümer tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre diğer adları da vardı. Babilliler bu adlardan 50 tanesini yeni yarattıkları Tanrı Marduk’a vererek tek tanrı düşüncesine doğru bir adım atmışlardır.

İslam dininde Allah’a verilen 99 ad aynı geleneğin devamı gibi görülüyor.”

O’ hep var olan, varlığından varlıklar yaratan elbet ki isimlerle, sıfatlarla tanımlanamaz. İsimler, sıfatlar sadece insanın algısını genişletmek için, O’nun insanlarca tanımına açılmış değerlerdir. Önsüz ve sonsuz olan ancak kendisi tarafından bilinebilir. Adam bunun üzerinde elbet ki çok düşünecek kendince bir anlayışa ulaşacaktır. . Sümer’lilerin ardıllarına yaptıkları etkileri kendince bilecek, yine kendince çok daha üst anlayışlara ulaşacaktır. İnsanlık geçmişinden çok şey anlamalıdır ve Ufo’dakiler bu nedenle adamı belli bir konunun iyice anlaşılmasına yönlendirmişlerdir. 

“Sümerlilere göre ölüler, “kur” adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yer altı dünyasına gidiyorlar.

Adam okurken bu cümleyi irkildi. Sümerlerin An tanrısını hatırladı Gök- baba An. “Kur ve An” yer altı ve gök-baba, ölüm ve yaşam, siyah ve beyaz, ışık ve karanlık. Kur’an tüm insanlığa bunları mı anlatıyordu bilgilerinde, şuurca daha gelişmiş insanlığa doğruyu bulabilmesi için! Adam artık daha da dikkatli okuyordu zihninde kendince birleştirmeler yaparak. Her birleştirmesi onu heyecanlandırıyordu ve UFO’daki gözlemciler onun gittikçe açılan algısından hoşnuttular.

Aysel Ongun
1 Mayıs 2013

Seri tamamlandığında alıntı kaynakları  açıklanacaktır.

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap