Ben Geldim XIV

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

14

Adam dünyanın ve insanın yaratılışı hakkında çok az da olsa bilgi sahibi olmuştu. Son üç dört bin yılı anlatan okuduklarının tümü Orta Doğu kaynaklı öğretilere dayandığı için dünyadaki bilgi hazinesinden henüz haberdar değildi. Uzak doğu, Kızılderili kültü, Mayalar, Afrika, Asya mitolojisi, bölgesel yerli halklara ait mitler büyük ölçüde bilgisinin dışındaydı.  “Onlara belki de çok ihtiyacım olmayabilir” diye düşünüyorsa da haklarında rastladığı bilgi kırıntı da olsa dikkatini çekiyor ve notları arasına giriyordu. Cehalet insana, kırıntı da olsa bir şeyler hakkında bilgi sahibi olduğunda, kişiye çok şey bildiğini zannettirir. Adam bu zandan yavaş yavaş kurtuluyordu ve bu onun geleceği için çok önemliydi. Bilmek istediği bostanda kabağın nasıl yetiştiği değil ki, onu da bilmiyordu zaten, evrenin ve dünyanın nasıl yaratıldığıydı.

Şimdi elinde olan kitap Maya – Kişeler’in Kutsal Kitabıydı. Mayalar günümüze çok yakın yaşamış olmalarına rağmen, Kutsal Kitaplarındaki bilgiler onların çok daha eskiden gelen ve sadece tabletlere dökülmüş değerlerinin yakın zamanda okunabilmesiyle ortaya çıktığından, adam için cazipti. Çünkü ilk defa Güney Amerika kültürünün geçmişinden bir şeyler öğrenecekti, yaratılış ve insanın yaratılışı hakkında. Daha ilk bakışta kitabın kapağını süsleyen resimdeki, bir zafer gösterisi gibi havaya kaldırılmış yılan ve adamın kuşlar gibi tüylere bürünmüş, gaga benzeri burnunun görüntüsü ile kendisine bağlıymış gibi duran anlaşılmaz nesnelerin varlığı dikkatinden kaçmamıştı. Daha önce okuduğu kitaplardan aklında kalanları anımsadı. Bir zamanlar Dünya’ ya sürüngenlerin ve kuşların medeniyetlerinin hâkim olduğunu ve onların çok uzun süre Dünya’yı terk etmeyip Güney Amerika’da kaldıklarını, insanlığa oradan yol gösterdiklerini çok iyi biliyordu. Şimdi elinde onların öğretilerini açıklayan tabletlerden çözülmüş bir Kutsal Kitap vardı. İnsana inanılmaz gibi gelse de Sürüngenler ve Kuşların insandan çok daha akıllı ve bilinçli oldukları planetler vardı ve onlar insanlığı eğitmişlerdi.  Bu gün izlerini bırakmak için yarattıkları benzerleri, insanlar tarafından hor görülse de, bir zamanlar insanların onlara muhtaç olacak kadar geri olmalarını hala pek çok kişi kabul edemez. Bu, birkaç farklı yönden akan bilgilerin örtüşmesiyle ortaya çıkan gerçeklik durumu adam için çok önemliydi ve düşünüyordu, Dünya’daki piramitleri yapanlar insanlığa yol gösterenlerdi ve Mısır’daki  muhteşem Sfenks; aslan’ın haşmeti ve gücü;acaba aslan da bir başka planetin sembolü müydü, gücünü ve bilgisini insanlığa akıtan!. Bilgiler yeni bilgilere zemin hazırlıyordu düşüncelerinde. Ufo’dakiler ise izliyorlardı onu, ulaşacağı çok daha farklı noktalarda açıklayıcı bilgiler sunmak için.

 

  1. Dördüncü devir  “dördüncü yaratılış “ ile başlayan içinde yaşadığımız devirdir. Kitap ilkel çağdan uygarlık seviyesine kadar insan hayatının bütün değişimlerini kapsar.  Ayrıca içeriğinde Tanrı, evren ve gök bilimlerinin tümünü kapsayan bir yapıttır. Bize teknolojiyi, tanrıların, insanların, türlerin ve eşyanın doğuş ve oluşumunu, yani yaratılışı ve onları ifade eden terimlerin ortaya çıkışını açıklar. Evrenin yaratılışını, insan kişiliğinin dünyadaki durumunu, Tanrı’nın insanlarla ilişkilerini, kişinin ve grubun ahlaki görevini, olguların sebep sonuç ilişkilerini, toplumun sağlıklı organizasyonunu anlatır, o bölgenin insanları üzerinden. Kitap insanlık tarihinde benzerine rastlanmayan bir içeriğe sahiptir, geçmişin tabletlerinin ortaya çıkması ve okunabilmesiyle elde edilen. . Bir dinin, bir toplumun, bir sanatın, bir dilin giderek bir kültürün ilk yaşam anını ve sonraki bir dizi gelişimini açıklar.

Gerçekte Maya–Kişe tarihinin başlangıcı Musa’dan, İsa’dan binlerce yıl önce Amerika kıtasında insanın ilk gözükmeye başladığı çağlara rastlar. İnsanlık tarihinin en eski dökümanıdır. Rig Veda ve Zend Avesta’dan daha eskidir ve en eski kutsal metin sayılmaktadır.

Kitap adamın kolay kolay anlayamayacağı ifadelerle yaratılışı anlatmaya başladığında, adam en çok yaratılışın tekniği ve tanrı isimlerinde zorlandı ama yine de okumaya ve not almaya devam etti.

Öykü Kişe tanrılarının adlarının sıralanması ile başlar.

Tzakol, Bitol, Alom ve Cajolom. Bunlar aynı zamanda Hunahpumats, U CuxCho, U Cux Palo, Ah Raxa Lac, Ah Rkxa Tzel, İyom, Mammon, Matzanel, Chcukenel diye de adlandırılır. Bunlara büyük atalar, büyükbaba ve büyükanne İxpiyacoc ve İxmucane de eklenir.

“Hayatın, canlı varlıkların, şerefli oğulların, aynı dili konuşanların, kalbi saf olanların, uygar ve ileri görüşlü kızlar ve oğulların ana ve babası Tzakol ve Bitol’ün dediği gibi, gökyüzünün açıları aranarak ve onda olan her şey ölçülerek, ölçüleri dört köşeli olarak göğün ve yerin ihtiva ettiği temel noktalar tayin edilerek, yerdeki ve gökteki her şey yaratıldığı zaman, bu dört kozmik noktanın şef ve idarecisi yaratılırlar.

Bu dört yer, güneşin mevsim başlangıcını (Soltis) gösterir.

Kitabın anlattığı, bu yer ölçücü tanrılar, günlük hareketleri ve soltislerle sınırlanan düzenli yıllık gitme ve gelmeleri ile, görünür ufukta devasa bir dörtgen çizen büyük gök cisimleridir (güneş ve ay). Yıldızın durduğu her kozmik açı Mayalar’ın Ancantun dedikleri dünyayı sınırlayan bir işaretle belirlenmiştir ve güneşin her bir aşırı pozisyonu, ismi, karakteri ve kendisine özel fonksiyonları ile teogenik bir varlık olarak kabul edilmekle kalmaz, aynı zamanda zenit noktasındaki güneşte bulunan bir tek tanrının bütünleyici bölümleridir. Gerçekten kitap kozmik dörtgenin nasıl ölçüldüğünü anlatmadan birkaç satır önce dört tanrı’nın müdahalesi ile ışığın doğuşunu tarif eder. Bu tanrılar idare ettikleri dünya bölümleri ile eşdeğerdirler. Çünkü yıldızlar, tanrılar, evrenin köşeleri, ulûhiyetin durup kutsandığı yerlerdir. Şahıslandırdıkları dünya bölümünün iklim ve meteorolojik niteliklerini paylaşırlar. Böylece yıldız bilimi ve zaman ölçümüne yansıyan Maya-Kişe düşünce realitesini belirtirler. Başlangıçta sadece iki kozmik plan ifadelendirilir ve yer altı dünyasına değinilmez. Bunun genel sisteme girişi daha sonra gerçekleşecektir.

Kitap yaratılışın kademeli olduğunu bildirir. Gök, yer ve kademeli bir sıraya göre, içindekilerse, mineral, bitki, hayvan, insan olarak tanımlanır. Bu sıralama daha sonra pek çok bilgide adamın karşısına çıkacaktır.

Adam yazılanları okudukça, Kitap anlaşılması zor bir anlatıma sahip olsa da bir şeyleri bağlamaya çalışıyordu. Kutsal geometriden ilk defa orada bahsedildiğini düşündü. Emin olmasa da. Mevlana’nın sıralamasına uygun Mineral, bitki, hayvan, insan seyrinin de aynı şekilde olduğunu. Daha önce okuduklarından farklı bir eğitim sisteminin işlediğini hissediyordu. Onlar her şeyden evvel mevcut olan her varlığın ilk sebebinin yaratılmamış Tanrı’dan geldiğine inanıyorlardı. 

Her şey Babamız Tanrı ve onun Kelâmıyla yaratıldı. Gök ve yer yoktu ve O’nun sadece ulûhiyeti mevcut idi; buluta dönüştü ve kâinatı yarattı ve onun ihtişamı ve İlâhi Kudreti gökleri titretti.

Yalnız gök mevcuttu. Ona benzer bir şey yoktu, yalnızca sakin deniz ve gökyüzünde olan her şey vardı. ( Tekvin Bab 1, ayet iki “Ve Allahın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu.”) Maya ve Meksika inançlarına göre deniz ve gök aynı cevherdendir. Bunun içindir ki Chortiler bulutları, yağmuru ve suyu “gök” ten bilirler. Bu gökyüzü daha sonra yıkılarak insanlığı yok eden tufana neden olacaktır.

Bu sûkûnet ve karanlıklar içinde Tzakol, Bitol, Tepeu, Gucumatz, Alom ve Cajolon göz kamaştırıcı bir ışıkla parlıyorlardı. Quetzal’ın tüyleri gibi yeşil tüylerle örtülü mantolar giymişlerdi. Bu yüzden onlara Cucumatz deniliyordu. Çok yüksek duyguları vardı. Tabiatları büyük bilginlerin, düşünürlerin tabiatı idi. Böylece gökyüzü ve ismi Cabaguil olan gökyüzünün kalbi mevcut idi. Böylece dört kozmik tanrıya: Tzakol, Bitol, Alom ve  Cajolom’a iki yeni tanrı daha ilave oluyor: Tepeu ve Cucumatz. Gökyüzünün kalbi veya Cabaguil ila birlikte, bunlar tanrısal yediliyi oluştururlar.

Adam tüm dinlerin yaratılış öykülerinin içinde yedi günün yer aldığını hatırlamıştır. Kur’an’ın Fussilet Suresi, Ayet 10’nun da “ Yeri iki günde yarattı. Üzerine hareketsiz dağlar koydu. Onu kutsadı. Ona ( yeryüzünde yaşayanlara ) yiyeceklerini dağıttı. Bunları dört günde yaptı. Sonra buhar halinde olan göğe ve aynı zamanda yere yöneldi ve “İkiniz de isteyerek ya da istemeyerek gelin” dedi. Onlar da “İsteyerek itaat ederek geldik” dediler. Onlar iki günde yedi kat göğe çıkarıldı ve her gökte ona işini vahyetti.

Maya yazıtlarında ise birbiri içindeki iki daire içinde dört yöne küçük yuvarlaklar vardır. merkez’de de bir yuvarlak. Dairelerin dışında ise iki küçük yuvarlak yer alır ve böylece toplam yedi yuvarlak olur. Tevrat’ta dünyanın altı günde yaratıldığı ve yedinci gün tanrının dinlendiği yazar.

Yuvarlaklar ışık saçmaktadır. Bu onların güneş tanrıları olduklarını anlatır. Ancak bu tanrılar sadece gök cisimleri olmayıp mevcudiyetleri ile hareket meydana getiren, tesir alanlarına tanrısal karakterlerini veren ruhlardır. Bu onları yüksek duygulu, büyük bilgin ve düşünür oluşlarını gösterir. Şu halde burada ruh ve madde arasında bir karışıklık söz konusu değildir. Değil mi ki güneşler tek başlarına tanrı değildirler: onlar iç bilinmezliklerinin görünür tezahürleri dolayısıyla böyle sayılmışlardır. Böylece, çeşitli konumlarda bulunmakla birlikte nasıl bir tek güneş varsa, çok adlı ve çok şekilli ve güneşin belirli konumlarıyla tezahür zemini bulan bir tek Tanrı vardır. Tanrısal grup başlangıçta dördünün zikredilmesine rağmen, şimdi yedi üyelidir. Bu sayı farkı, ulûhiyetin yeni bir işlevsel görünümü ile açıklanabilir. Çünkü artık kâinatı ölçmek söz konusu değildir, fakat gerçekleşmesi için yedi tanrının katılmasının zorunlu olduğu bir yaratıcı fiil vardır.

Tanrısal yedilinin teşekkülü anında, tanrıların müzakere ettiklerini, fikir ve duygularını ifade ettiklerini, birbirlerine sorular yönelttiklerini, yaratmak niyetinde oldukları varlıkların gelecek mevcudiyetleri üzerine münakaşa ettiklerini ve sonuçta oybirliği ile karar aldıklarını görüyoruz. Bu karar hepsini tam anlamıyla tatmin etmektedir. Ve dünyayı ifade eden tam doğru kelimeyi söyler söylemez, dünya ortaya çıkıverir. “Dünya dediler ve dünya derhal şeklini aldı.” Bunun içindir ki bir tek beden teşkil ettikleri gökyüzünde birbirlerini çağırır veya davet ederler ve yapacaklarını “bir tek sesle” yaparlar. Ve ayrıca hep birlikte hareket eden bu teogonik bütün, teklik içinde çokluğa dayanan yerlilerin tektanrıcı anlayışını kanıtlar, kişinin tek başına bir değer taşımayıp topluluğun bir üyesi ve bir bütünün tamamlayıcı ve zorunlu bölümü sayıldığı toplumsal organizmayı da idare eden aynı prensiptir. 

Dünyanın yaratılışı dolayısiyle, gökyüzünün kalbi veya Cabahuil’in şahsiyetini ifade etmek üzere ilk defa “tek ayaklı” Hunrakan adı ortaya çıkar. Bu değişiklik belli bir işlevsel anlam taşımaktadır. Hunrakan’ın mitolojik olarak bir ayağını kaybetmesi, bir tanrının bir diğerinin bölünmüş bir parçası olduğu anlayışını ifade eder. Çünkü bir tek Tanrı mevcut olup çeşitli kişiliklere ayrılmaktadır.

Yeryüzü, bir tanrıça olarak gök tanrısı Hunrakan’ın bölünmüş bir parçası, kozmik bir plan olarak semavi planın bir hipostazı veya dublesidir.

“Dağların, yamaç ve vadilerin oluşması, yeryüzünde sık ormanların zuhuru, olağanüstü acayip harikulade bir şey oldu” der kitap da. Sonra suların yolu oluştu ve bunlar dağların arasında eteklerde akmaya başladılar. Yeri yapmadan evvel, yaratıcı tanrılar ilk sularda bir boşluk meydana getirdiler, sonra toprağın yüzünü bir tabak gibi yamyassı çıkarttılar.

Oluşan ırmaklar değildir, ancak suların akacağı yollardır; çünkü su yer teşekkül etmeden önce de mevcuttu. Böylece yalnız yer altı sularının akacağı yataklar çizildi ve nehre dönüştüler.

Kitap “Böylece dünya, gökyüzünün kalbi, yeryüzünün kalbi vasıtasıyla yaratıldı ve dolduruldu” diye olayı sonuca bağlar.

Dört köşeye yerleştirilen idarecilerle yönetilen dört köşeli evren şeması anlatımın ileriki sayfalarında “Dünya’nın Dört devri” doktrinine temel teşkil eder.

Adam kitabın anlattıklarının, ki dünyanın en eski tabletlerinden okunmuştur, o güne kadar okuduğu diğer kitaplardaki bazı konularla birleştiğini hayretten hayrete düşerek okumaya devam ediyordu. O bilgileri birleştirmelerinde kullanmak ve başka insanlara da anlatmak için not almaya devam ediyordu ama sonunda anlatmanın o kadar da kolay olmayacağını anladı. Kitap tümüyle okunmadan zengin bilgi akışının değerini ifade etmiyordu ve okuyucunun sadece bu kadarla bilgilenmesinin, üzerinde düşünmesinin, gelecek bilgileri merak ediyorsa kitabı bütünüyle okumasına karar verdi. Aslında her kitap böyledir. Gerçekten merak edenin onları baştan sona kadar okuması gerekir. İçinden seçme alınan bilgiler sadece tanıtımdan ibarettir.

Adam gerçek bilgilenmenin nasıl olacağını öğrenmeye başlıyordu. Okuyacak, birleştirecek, gereken yerlerde yaşamına geçirecek, kullanacaktı. Bilginin gerçekliğini yaşamak için. O da bunu yapmaya başladı.

Bir gün aniden içinden hissettiği iki konunun kendisini bu denli etkileyeceğini ve araştırdıkça sonsuz derinlikte olduğunu fark etmesi, kendini hem korkutuyor hem de önleyemediği bir arzuyla devam diye zorluyordu.  Ufodakilerse her gün kendilerine biraz daha yaklaşan bu bilinç noktacıklarından memnundu. Bir gün elbette birleşeceklerdi ve adam bir şeyi hiç itirazsız, korkusuz kabul edecekti; Ufodakilerle kendisinin hiç de farklı olmadığını. Farklı olan sadece zamandı ve zamanın üzerinde akıl almaz bir biçimde işleyen O’nun aksinin görüntüsüydü. O’ asla bilinemeyecek olan. Bilinecek olan sadece aksettiği kaynağı anlayabildiği kadar anlamak ve anladığına benzemeye çalışmaktı.  Önsüz ve sonsuz olanın ölçülemeyecek kadar küçük bir aksi olarak, zamanda, düşüncede, bilgide, şuurda ve eylemde yol alacaktı sadece yaşamdan yaşama, deneyimden deneyime geçerek.  Yaratım ve yaratımın yarattıkları sadece O’ydu. İnsan bunun ne anlama geldiğini doğru bir biçimde anladığında önündeki yolun da sonsuzluğunu anlayacaktı; bildiklerini bilmeyenlerle en doğru örnek olarak paylaşarak. Bilmeyenlerde kendisiydi, şimdi bildiklerini insanlıkla paylaşanlar gibi. Ufolar… Bilinmez cisimler, uzaylılar bilinmeyen ve düşman olarak görülen varlıklar. Filimler, kitaplar, hep öyle anlatıyordu, insana düşman olan, dünyayı ele geçirmek için başka uzaylılarla bile savaşan korkunç istilacılar olarak. Öylesine azdı ki onların dost olduklarını anlatan kitaplar, filimler. İnsan zamanın enerjisine, bilgisine, hızına uygun yaşayamadığı için, kendi içsel karanlığını yansıtıyordu sadece tüm bunlarda. Elbet ki karanlığın eseri olan uzay varlıkları da vardı ama Yaratımın tek enerjisinin işleyişi olarak şarttı. Karşılıklı iki kutup olmadan hareket başlayamazdı; ışık ve karanlık. Zaman şimdi insanlığa “ışığa dön yüzünü” diyordu. Adam bunu hissediyordu ve tüm çelişkilerine rağmen dualarında hep bu vardı. “Tanrım beni ışığından uzak bırakma” Bilmiyordu ki insanı ışıktan uzak bırakan Tanrı değil sadece kendisidir. Işık her yerdedir bakmasını ve görmesini bilene…

28 kasım 2013 Ank.
Aysel Ongun
Yazıların alındığı kitaplar seri bitiminde listelenecektir.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap