Ben Geldim XV

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

15

Adam araştırıyordu, düşünüyordu, ne yapması gerektiğini bulmaya çalışıyordu. Araştırmaları onu dipsiz bir kuyuya doğru sürüklüyordu. Dünya’nın her bölgesinde öylesine çok yaratılış mitleriyle karşılaşmıştı ki, her birine ait kitabı araması, bulması, okuması, not alacaklarını seçmesi için zamanı çok kısaydı. Kuzeyden güneye, doğudan batıya her kara parçasının pek çok noktasında türetilen bu yaratılış öyküleri yıllar içinde birbirlerini de etkileyerek, bu gün çok daha iyi bilinen öykülere ve zaman içinde çok az da olsa, bazı noktalarında gelişen bilimselliğin açıklamalarına dayanmıştı. Anlayamadığı dünya insanının inancını simgeleyen sembollerin çeşitliliğiydi. Hayvan sembollerinin geniş kitlelere yayılışı onda dünyayı hangi güçlerin etkilediği merakını artırıyordu. Tanrılar insan bedeninde simgeleniyorken başları neden hayvan olarak düşünülüyordu? Hayvanların gücünden mi yoksa başka bir şeyden mi? Maymunlar, inekler nasıl kutsallaşmışlardı gözlerinde. Kurban olayı nasıl insandan hayvana kaymıştı ki kurban kitaplı dinlerin çok evvelinden beri vardı. İnsan neden birilerinin kanını dökerek kendini istemediklerinden kurtarmaya çalışıyordu, hayvan veya insan olarak. Adam tüm bunları düşünürken bir şeyi fark etmeye başlamıştı; Dünya üzerindeki çeşitlilik, dünyanın ve üzerindeki her şeyin yaratılışının ve devamlılığının çok çeşitli kaynaklarca gerçekleşmesine . Bunun ilk okuduğu kitaplarda da yazıldığını anımsıyordu. Yaratılış; O’ bilinmez olan büyüklüğün açığa çıkardığı gücünün muhteşem bir plan çerçevesinde sorumlu sistemlerce gerçekleşmesine dayanıyordu. Bu nedenle de çeşitlilik içeriyordu. Amerika’nın kendine has efsaneleri Aztek, Toltek, kızılderili efsaneleri Mayalarla çok yakınlık içererek kendilerine has bir içerik kazanıyordu. Bu kıtada insanlar bitkilerle çok daha yakınlık içindeydiler mitlerden çıkardığı kadarıyla. Bölgelerde gelişen her efsane birbirinin içinden doğuyor, hayvanlara geniş yer veriliyor ama hepsi bir şeyi “kurban”ı insan veya hayvan mutlaka içeriyordu. Adam Ortadoğu’da bunu biraz daha farklı buluyordu diğerlerine göre; belki biraz gelişmişlik belki başka bir şey. Belki de okuduklarında o gözle anlatılan efsanelere rastlamadığı için böyle sorular oluşuyordu zihninde. Bildiği tek şey Kurban olayının amaç ve şekil ne olursa olsun insanla beraber ortaya çıktığı ve günümüzde bile her bölgede, her inanç da biçim değiştirerek devam ettiğiydi. Uygarlık insanı insana kurban ettirmekten vazgeçirememişti, Tanrılar, tek Tanrı’ya dönüşse de insan Tek Tanrı içinden yeni tapınılacak tanrılar yaratmayı başarmıştı. Tek tanrıya gerçekten inanmak ve insana biçtiği güzellikleri anlayarak, uygulayarak yaşamak ne yazık ki bu gün insanının başardığı güzellik değildi. Bitmeyen sorular oluşuyordu düşüncelerinde, cevapsız kalan sorular. İnsan Yaratılışın hangi safhasında ortaya çıkmıştı, neden kendine bu kadar önem vermişti ve neden kendini bu kadar seviyesiz duruma getirmişti. Okuduğu bilgilerde elbet ki bunları açıklayan cümleler vardı ama adam insanı bir de bu gün gördüğünce değerlendirmeye kalktığında tüm bilgilerinin de yetersizliğini fark ediyordu. Bu günün insanını da iyice tanımak zorundaydı, yaratılışı daha iyi anlamak için. Tüm bilgilerini bir kez daha gözden geçirmeli yanlış veya eksik bıraktığı yerleri tamamlamalıydı.

Ufodakiler insan dostlarının yaşadığı bu karmaşayı izliyor, onu gereken yerde hiç farkına vardırmayacak şekilde güçlü enerjileriyle destekliyor ve gelişen düşüncelerini merakla takip ediyorlardı. Adam araştırıyordu, her şekilde. Aklının erdiğince. Elbet ki tüm konulardaki bilgileri yüzeyseldi, hiçbir konunun hakimi değildi, olamazdı da ama tüm bu çaba onu içsel yolculuğunda biraz daha derinlere çekiyor, ve farklılaştırıyordu. Adam biliyordu ki insan, en gelişmiş bilgilisi bile eğildiği konu her ne ise onun tam hakimi değildir. Öğrenme, bilme, anlama, sürekli bir değişim içindedir ve bilinen belli bir zaman içindir sadece.

Adam günler geceler boyu bunları düşündü. Bir yanda insanın insan olarak yaratıldığı ve insan olarak geliştiği bilgisi, diğer yanda Darvinizm. İnsanın yaratılışı Darvin’le başka bir boyuta kaymış, kabul edenler ve etmeyenler arasında yeri doldurulamayan bir boşluk açılmıştı. Adam Darvin teorilerini kabul edemiyordu. Canlılar arasında zaman, türler yönünden değişim ve gelişim yapabilirdi, ama insan, insan olarak yaratılmış, zaman onun insan olarak gelişmesini sağlayarak bu günün insanına dönüştürmüştü. Her hayvan ailesi kendi ailesinin gelişimi yaşarken insan neden maymundan gelişti diye bir kavram ortaya atılmıştı Darvin tarafından. Elbet ki insan da gelişti ama maymundan değil, ilkel insandan, adam böyle düşünüyordu yaratılış bilgilerinden de güç bularak. Yarında nasıl bir insan olacağını ise zaman şuursal gelişime göre belirleyecek ve gösterecekti. Ve adam biliyordu ki bu günün geleceği, hak eden insanın içten içe değişerek gerçekleştirdiği değişime başlamıştı bile. Bunun bilimsel kanıtlarını da okuyor, çevresindeki bazı gençlerde bu değişimi ve eylemlerinde sonuçlarını görebilip anlayabildiğince fark ediyordu. Kendindeki değişimin de sadece düşüncelerinde ve birazcıkta şuurunda olduğunu zannederken içten nasıl değiştiğinin farkında değildi. Oysaki pek çok insan da zıt yönde değişmeye devam ediyordu insanlık değerlerinden gittikçe uzaklaşarak. Adam bunu da görüyordu Yaratıcı yerine seçtiklerine nasıl tapındıklarını onlar adına üzülerek. Tapınılan esasta para sembolü içinde mal-mülk, şöhret, dünyanın tek hâkimi olmak hırsının getirdiği soyut putlardı. Okuduğu bir kitapta bunları sembolleştirip değerli kılan dünyaya her şeyiyle hâkim olmak isteyen on iki aile bilgisi vardı ve onların ipini oynatan karanlık güçler. Onlar, o on iki aile, sistemin dünyadaki başlarıydı ve saçakları yeryüzündeki tüm ülkelere dağılmış kuklalardı, başta devlet adamları ve büyük sermaye sahipleri olarak, savaş endüstrisi, tekeller, hayırsız niyetlilere çalışan bilim insanları gibi. Adam okuduğu kitaplardaki ışığın ve karanlığın savaşını çok iyi hatırlıyordu. Karanlık ışıkta yok olmamak için var gücüyle insanları etkisi altına alarak ve sürekli olarak da bu ağı genişletmeye çalışarak iş başındaydı. Ürkütücü bir birleştirme ama elbet ki ışık bir gün her yüreği aydınlatacaktır. Bunun için insan şuurlanmalı, doğru olanı kavrayacak kadar uyanık olmalı ve ışıkla karanlığı ayırt edebilmeliydi. Bu ancak doğru düşünmeyi başarabilmekle ulaşılacak bir sonuçtu ve adam buna inanıyordu.

Adam okudukça ve okudukları üzerinde bağlantılar kurarak düşündükçe, düşünce denen olgunun ne olduğu hakkında da farklı şeyler düşünür olmuştu. Yeni kabullenişinde düşünce olmasaydı hiçbir şey olamazdı. Gerçek düşünce O’nun gerçekliğinin bir parçasıydı ve yaratılış düşüncenin eseriydi. Düşünce O’nun varlığının tükenmeyen bilinmez enerjisinden görünen mutlak bir değerdi. Pek çok insanın düşünce zannettiği olgu ise Gerçek Düşüncenin uzağında, dünyasal yaşama dayalı egosal, duygusal, sıradan bilişsel dürtülerin zihinde yarattığı bir yanılsamaydı sadece.

Adam artık kendince teoriler geliştirmeye başlamıştı, hiç birine kesin bu böyledir diye bakmadan. Bir teorisi ise ona daha yakın geliyordu. Yanlış da olabilir diyordu kendi kendine ama ben düşünüyorum ve düşündükçe kendimi çok daha rahat hissediyorum hiç düşünmediğim zamanlara göre. Bu duygu onda tarifi imkânsız bir içsel sevinç yaratıyordu. Düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum. Düşündükçe yükselen enerjisi onu yeni bilişsel katmanlara açarken, o bir gün bambaşka bir şeyler de düşüneceğinden emin oluyordu. Dost gördüğü varlıkları da bir gün düşüncelerinde bulacağından emindi artık.

Ruh O’nun sırrıydı geniş bir bilgi yelpazesinde. Kendiside zihninde açıklık kazanacak hiçbir bilgiyle karşılaşmamıştı. Oysaki şimdi Mutlak Ruh’un bir kısmının O’nun düşüncesi olduğunu hissediyordu. Gerçek düşünce tüm yaratılışa armağan ettiği enerjisiyle bütünlüğü bir arada tutuyor, yaratıyor, yönlendiriyor ve geliştiriyordu. Bu O’nun Ruhunun aksiydi; esrarı bilinmeyen ruhunun. İnsan evrensel yasalarla bilgilenip düşünüp, kullandıkça varlığına hükmeden ruhunu tanıyacak ve O’nu böylece daha iyi anlayacaktı. Biliyordu ki var olan her şey O’dur ve Ruh da o sırdan bir parçadır. İnsan ruhunu tanımaz, bedenini de tanımadığı gibi. Mutlak Ruhu tanıması ise bir hayaldir sadece İnsan sadece kendinden öncekilerin düşüncelerinin, hissedişlerinin inancı üzerinden ruh varlığına inanır, inanır da acaba kaç kişi onun ne olduğunu düşünür!. Oysaki adam düşünüyordu, doğru ya da yanlış. Onun kabullenişinde ruh maddenin efendisidir; madde yoğunlukları her yerde farklı olsa da. Var olan her şey maddedir, süptil ya da farklı yoğunluklarda. İnsan ruhu düşünceyle öğrenmeyi böylece yaratmayı da öğreniyordu. Yaratma ise O’nun bilgisinden meydana geliyordu ve yaratmayı öğrendikçe de ruh’u anlıyordu. Bu sürekli düşünce- bilgi- yaratma- gelişimi kendini tekrarlayarak sonuçta insanı Mutlak Ruh’a biraz daha yaklaştırıyordu ama nasıl bir insan olarak bilinmez. Gelişen insanın kaba madde boyutundan çıkarak çok daha ince yapıdaki maddeler boyutunda belirmesi elbet ki gelişiminde anlayacağıydı. Bunun için adam düşüncenin önemini daha iyi anlıyordu ve elinden geldiğince kendini bilgi ve toplum karmaşasından kurtararak düşünmeye çalışıyordu. Böyle yaptığında dinginleştiğini adeta farklı bir boyutta yaşamaya başladığını hissediyordu ve olan da zaten oydu.

Adam ikiye bölünmüş gibiydi. Kendini ilk defa böyle bir dinginlik içinde hissetmişti tanımlayamayacağı bir hissediş olarak. Bu yaşadığı en olağanüstü şeydi. Bir zaman evveli tanıştığı biri ona “ben yarı madde boyutunda yarı mana boyutunda yaşıyorum” demişti. Adam anlamamıştı o zaman ne demek istediğini. Hatta biraz da gülmüştü. Çünkü tanıştığı kişi madde boyutunun olumlu/olumsuz tüm gerçekleriyle yaşayan biriydi. Şimdi anlıyordu ki o da bir ikiye bölünmüşlüğün tezahürlerini yaşamaya başlamıştı henüz tam anlamıyla bunun bilincinde olmadan; bir belirip bir kaybolan ruh gücü. Mana boyutundan kastı bu olmalıydı; Halin ve düşüncenin yükseldiği enerji seviyesinin yaşanması. Bir daha çıkarmamak üzere giyinilen, üst değerlerde yaşanan halin düşünce kadar önemli olduğunu anlamıştı. Yaşamında her yönüyle bir üst denge oluşmalıydı. Görmek, bilmek, anlamak bu denge üzerine kurulduğunda insan gerçek insan olabilirdi ancak. En ufak bir sarsıntıda değişen duygular, sindiği karanlıktan fırlayan egosu kadar gelişimi için tehlikeliydi. Oysaki zaman sonsuzluğu içinde, ayrıldığı bölümlerinden birinin sonuna gelmekteydi. Adam bu zaman içinde ruhunun zamana ait bütünlüğünün benliğiyle birleşmesini sağlamak zorundaydı. Var olan her şeyi ve bedenini yaratan oydu, düşünce ve içindeki bilgiyle. Şimdiyse yaratmanın nasıl olduğunu hissedip, yaratım gücünü anlayacak ve doğru kullanmayı başaracaktı. Bunun için düşünmenin de hissetmenin de ne olduğunu çok iyi anlamalıydı. Önünde çok da uzun olmayan bir zaman vardı ve onun bildiği tek şey, zamanın modası kitaplarda çokça yazılan “Her şeyi insanın yarattığıydı” ve arkasından gelen cümle onu her zaman kızdırmıştı, özellikle de söylediklerinin tersini yapan insanların ağzından çıktıkça. “İsteyin ve pozitif düşünün. Evren size her şeyi verir.” Ne kolay değil mi!.. Sen iste evren versin. Para versin, sağlık versin, huzur versin, aşk versin, istediğin her şeyi versin; sen sırtüstü yat, yatmayıp istediklerinin gerçekleşmesi için çalışsan da, Mutlak Ruh’un, Mutlak Düşüncenin evren yasası gereklerini yerine getirmezsen sana hiçbir şey vermez. Evren, O’nun yasalarının kontrolundadır O yasaların gerekleri yerine gelmeden istediğin kadar iste hiçbir cevap vermez. Bazen de ders olması için tam aksini yaşatabilir. Karanlık insanlar böyle güçlenirler, kazandıklarını zannederek, insanlıktan uzaklaştıklarını fark etmeden. Önemli olan O’nun yasalarına göre yaşamaktır, o zaman istemeye bile gerek yoktur. O’ hak edene hak ettiğini her zaman verendir. Adam tüm insanlığın yeni bir formülle aldatılmaya böylece gelişiminin engellenmeye çalışıldığını görüyordu. İste, başkalarının hakkına hiç aldırmadan iste. O zaman başarılı olursun. Ve de; Tüm maddi dünya isteklerinde. Bu köleliğin yeni ambalajlar içinde sunulmasından başka bir şey değildi; bilmeden, isteyerek gidilen bir esaret yolu. Evrensel yasaları ve onların işleyişlerini bir tarafa bırak, sadece kendin için iste, her yolu hak kılarak. Ya sonunda ne olacak? Senden daha kuvvetli bu yönde isteyenlerin hizmetinde farkında bile olmadan uşak olmak; Gerçek insan olabilme değerlerinden uzaklaşmak ve çok değerli bir hayatı yaşanmamışçasına zararla sonlandırmak.

Adam bilgilendiği her konuda tüm bu birleştirmeleri yaparak yaratılışı ve insanı anlamaya çalışıyordu ve biliyordu ki öğrenip şuurca ve gönülce kabul ettiği her bilgi hayata geçirilmedikçe, bilgi sahip olduğu enerji ile unutulmaya mahkum olarak üzerinde taşınması güç bir yük olarak kalacaktır.

Ve adam düşüncelerine farklı renkler katmak için yeniden efsanelere dönüyordu. Öğrenmek onun iç dünyasını doyuruyordu. Her farklı bilgi içinin bilmediği ama hissettiği bir yerlerinde adeta çınlıyordu. Ufodakilerse bekliyorlardı bir gün kendilerini de çok farklı hissedeceği günü. Adam da özlemişti onları, kulaklarında ki çınlamayı. Bilmiyordu ki içinde çınlayanla kulaklarında çınlayan aynı şeydir.

Aysel Ongun

Seri tamamlandığında alıntı kaynakları açıklanacaktır.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap