Ben Geldim XVII

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

17

 

Tanrılar. Adam okuduğu ve birleştirmeler yaptığı her kitaptan sonra, ilk yaratılış ve insanın yaratılışı hakkında bazı sistemlerden, isimlerden, yaptıklarından ve onlar üzerinden türetilenlerden başka hiçbir şey bilmediğini bir kere daha fark ediyordu. Bu onu anlam veremediği bir boşluğa doğru çekiyordu. O’Bilinmeyen’in boşluk gibi hissettiği varlığı, onun henüz tanımlayamadığı duygularında bir açıklığa kavuşmuş değildi. Boşluk algısı şuursuzluğun yarattığı bir yanılsamadır. İnsan o yanılsama içinde devinir. Bilgilendirilir eğitilir; şuurlanması için defalarca deneyim ve sınavlar dolu yaşamlar yaşar, bedeni ve onun muhteşem işleyiş mekanizmasıyla gerçek varlığının ihtiyacını giderebilmek için. Her deneyim sınav değildir. Sınav her zaman, bildiğine ne kadar inandığının ve onu ne kadar kullandığının bir anlamda kişiye ispatlanması yönündedir ki, şayet başarırsa bu onu İlahi sistem değerlendirmesinde daha üst yapar. Tanrılar bunun için vardır!..

Tanrılar. İnsan anlayışına göre iyi ve iyinin tersi olan tanrılar. Mitolojinin kahramanları. İlk yaratıcılar ve sonraki gelişmelerde betimleniş ve davranış olarak insanlaşmış tanrılar. Acaba insan mı tanrılaşıyor, yoksa tanrılar mı insanlaşıyor diye düşünüyordu adam. Bu, gerçek zaman döngüsünün şuurlarda yarattığı, bu yüzden de açıklayamadığı bir anlatım mıydı bilemiyordu. Adam bu varlıkların geçmişte ve bu gün yaşanan dillerde neden “tanrı” olarak adlandırıldıklarını bilmek istiyordu. Her şey O’ndan olduğuna göre elbet ki her şeyin özü de oydu ama bu gün bazı bilgilerde insana “sizler tanrısınız” diye hitap eden varlıkların ya da sistemlerin gerçekte O’ Ulaşılmaz olanın mı, yoksa zaman içinde üst mertebelere ulaşmış varlıkların mı tanrı kavramıyla anlatılmakta olduğunu çok da iyi anlayamıyordu. İnsan O’nun İlahi gücünden, O’nun bir parçası olarak yaratıldı kavramı ise ona yeni bir düşünce alanı açıyordu. Her şey bütünün parçası olduğuna göre tüm varoluş, insan, hayvan, bitki, dağ, taş, denizler, güneşler, Planetler, bilinen bilinmeyen her şey tanrı olmalıydı. Her şey O’ ise, iyi ve iyiden uzak eylemler içinde bulunan mitolojik tanrılar bu gerçekliğin neresinden oluşmuştu.

Görünüşte her bilgi insanın hayrı ve gelişimi için sevgiyi öğütlüyor olsa da mitolojik tanrıların neden ikiyüzlü olduklarını düşünmeden edemiyordu. Yaratımın teklik içeren ama eyleme geçince negatif/pozitif olarak ayrılan gücü yaratıcı tanrıları da mı kapsıyordu? İnsan nasıl olmuşta tanrı olduğunu unutmuş, kendisi için tanrılar yaratma ihtiyacını hissetmişti. Okuduğu bazı kitaplarda bunun açıklamasını yapan bilgiler vardı onları hatırlıyor, birleştirmeler yapıyordu ama yetersizdi. Onlara bu iki yüzü de kapsayan adı kim vermişti. İnsana o isimleri kimler öğretmişti. Hangi yöntemle. Okuduğu hiçbir kitapta onun bu açlığını karşılayacak bilgi yoktu. Orada burada rastladığı bilgilerde de sadece tanrı ve tanrılar vardı değişik isimlerde. Tanrı ve tanrılar evrensel boyutta tapınılacak değerler idiyse neden eylemleri bu kadar ikiyüzlü ve isimleri her bölgede bu kadar farklıydı? Adam tüm tanrıları insanların yarattığını düşünürken, bildirilerinde sizler tanrısınız diyenler kimdi? Tanrı adının ardında gizli olan neydi? Geçmişte her olayın, her bilinenin bir tanrısı vardı, bunu çeşitli yerlerde okumuştu, insanlar bu gün yaşadığı şuur seviyesinde tanrılar hakkında ne düşünüyordu. Tüm bunları merak ediyordu ve onun için durmadan araştırıyordu. Kendinden farklı düşünenlerin nelere dayanarak öyle düşündüklerini bilmiyordu. Çok değişik bilgi savunmaları olabilirdi. O kendi bilgisini yaratmak istiyordu. İnsan mademki tanrıydı, o da neden böyle adlandırıldığını bilmeliydi, körü körüne sözlere inanmadan.

Her hangi bir konuda düşünsel olarak bildiklerinden sorular üretip cevaplar bulmaya kesintisiz çaba gösteren bir zihin gelişmeye ve aradığını bulmaya açıktır. Her insan bunu yapamaz. Kararlılık ve azim isteğine zemin oluşturmadıkça bir zaman sonra her şeyden vazgeçebilir. Bilmek, yapmak, kullanmak için çok yönlü gerçek çaba ancak bu yolla gerçekleşir. Oysaki insanların çoğu araştırmak ve kendi özgün düşüncesini yaratmak yerine, hazır olan zahmetsizce önüne konan her bilgiyi kabul etmek gibi bir aymazlığı yaşar. Özellikle zamanımızda işleyen din gerçekliği ki bu bütün dinler için geçerlidir, sadece itaati öğütler; düşünmeden, anlamadan, sadece söylenene uymayı. Oysaki bilinen her büyük öğreti bu gün parça parça edilmiş, kimi insanlar bilgiyi kendilerince yorumlamış ve insanları o bilgilere bağlayarak birbirine hasım etmişlerdir.

Adam düşündükçe gelişen şuur alanında özgür ve özgün olmak istiyordu ve biliyordu ki kendi gerçekliğine bir gün ulaşabilecekti. O bir üst şuura doğru yol aldığının henüz farkında değildi. Değişiyordu. Sadece düşünceleri değil, bedeni de. Hücrelerindeki değişim onu zamanın değişen enerjisine hazırlıyordu. Yeni zamanda beklenilen gibi bulunabilmek için.

Ufodakiler dikkatle izliyorlardı onu. Bu güne dek tüm bilinenlerin, inanılanların, tapınılanların yakın bir gelecekte yerle bir olacağından insanlık henüz haberdar değildi. Dünya ve insanlık bu duruma ilk defa düşecek değildi. Boşluk ve karanlık diye tanımlanan, bir gün gerçekte boş ve karanlık olmadığını insanlığa biraz daha hissettirdiğinde, şuurlarda büyük bir deprem gerçekleşecek, inanılan her şey yıkılacak ve Gerçek Gerçek kendini biraz daha açık edecekti insana. O zaman bilinen ismin hiçbir değeri kalmayacak, yerine bambaşka bir üst değer hükmünü sürdürecektir. Tanrılar bir zaman için vardır, o zamanda önemle yerlerini koruyacak ve sonra yok olacaklardır. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca yıl hiç yaşanmamışçasına silinecektir hafızalardan ama gerçekte yok olmadan. İnsan önsüz ve sonsuz değildir. Bir dönemin varlığıdır yerini zaman içinde başka bir isme bırakana kadar ve o günde geçmişini bilecektir, geleceğindeki yeni serüvenine daha bilinçli devam edebilmek için.

Boyutlar farklı enerjiler taşır. Hepsi olması gerekenin gücüyle parlar. Var edişin niyeti ve Yaratılışın büyük kitabı O’nun düşüncesinde zaten vardı ama tezahüründe olanlar yarattıklarının eseridir. Bunun için her boyut kendi döngüsel devresi içinde özgün gücüyle yol alır. Şimdi hangi insan bir önceki boyutta nasıl olduğunu, neler yaşadığını bilebiliyor, hatırlayamıyor da ondan; İnsan yaratılışından beri kazandığı değerlerin eseri olarak ortada; hayırda ve hayırsızlıkta. Tanrıların iki yüzü bütün güçleriyle hala devrede. Adam O’nun Planının gerekli bölümünü biliş seyrine sokanların günümüzde nasıl adlandırıldığını “Tek Tanrı” öğretilerinden biliyordu ama bildikleri onu tatmin etmiyordu artık. İnsan bilme yoluna şuurlu olarak girdiğinde, bildiği hiçbir bilgi onu doyurmayacaktır. Daima daha fazlasını bilmek isteyecek, bildiğini kullanacak, yeniden bilecek ve bu böyle devam edecektir; O’nun planının sonlandığı yere kadar.

Ve o tanrı kelimesinin kökenini araştırmaya devam ediyordu, kelimenin içerdiği anlamı da. Tanrılardan tek yaratıcıya geçişi, insanın tek yaratıcının bilgilerinden insansı yorumlarla ve tahakküm isteğiyle uzaklaşmasının nedenlerini kendi şuur penceresinden görmeyi, bilmeyi istiyordu. Dünyada hala tanrı enerjisinin iki yüzünün devrede olduğunu görüyordu hem de başta Tek Yaratıcıya ve onun bildirdiklerine sözde inandıklarını söyleyenlerce, o ise hiçbir inancı içselleştirmeden araştırıyordu tüm saflığıyla.

Araştırılan, öğrenilen hiçbir bilgi son sözü söylemek için yeterli değildir. Bu konuyu çok iyi bilenlerce de geçerli olandır. Bilimsel gelişim bunun somut örneğidir. Kaldı ki soyut anlamlar üzerinde son sözü söylemek hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bu dinsel yorumlar için de geçerlidir. Adam tesadüfen eline geçen bir ruhsal bilgide vericinin şöyle bir ifadesine rastlamıştı konu açıklamaları için “Biz de sizlere bildiğimiz ve müsaade edilen kadar veririz.” Piyasada rahatça bulunan ruhsal tebliğ kitaplarında verilen bilgilerin de verenlerinde alıcıların şuur seviyelerine göre olduğundan emindi. Zamanın geçerli din bilgilerinin bir gün çok daha üst seviyelerde olacağını hissediyordu. Tanrılar gibi bir zaman içinde peygamberlerin de yerlerini çok daha üst anlamlara bırakacağından da. O’ tarifi imkânsız Büyüklüğün bilgisi sonsuz olduğu gibi, varediciliği, yaratıcılığı ve zamanı da sonsuzdur. İnsanın gelişim yolculuğu da ve adam o yolda yürüyordu, bu gün bilmediği benzerleriyle.

Bu güne kadar bu seride yazılmış olanlar da elbet ki değişime uğrayacaktır, yazarın şuursal gelişim oranında. O nedenle söylenen, yazılan kesin böyledir buna uyun diyen hiçbir şey düşünülecek, söylenecek son düşünce ve son söz değildir.

Adam okuyordu yeni açılımlara ulaşabilmek için. Okuduğu bilgiler Orta Asya Türklerinin yaratılış efsanelerini kısa da olsa anlatan bilgilerdi.

Orta Asya Türkleri’nin yaradılış efsanesine göre, tanrıların en yükseği, insanoğlunun atası olan Tengere Kayra Han (ya da Bay Ülgen), “kişi”yi, onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri yaratmış; “kişi”nin kendisine başkaldırması üzerine, ona “Erlik” adını vererek ışık evreninden yeraltına atmış, yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalında bir cins insan yaratmıştır.

Adam bu paragraftan anladığıyla önünde daha önceki bilgileriyle örtüşen yeni bir anlamın açıldığını hissetti. “Tanrıların en yükseği “Tengere Kayra Han” yarattığı “Kişi” olarak adlandırılan varlıkla yeryüzünü, dağları, vadileri yaratmış ama onun bir anlamda büyüklenmesinden sonra yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalından bir cins insan yaratmış.” Bilgiye göre demek oluyordu ki Dünya insan varlığı için yaratılmış özel bir gelişim alanı. Acaba diye düşünüyordu, “tüm yaratılış bütünlüğün esasındaki projelerin farklı amaçları için mi meydana getirildi. Yani yaratılış “O Kendini bilmek istedi” bilgisinin eseri ama bir proje programı içinde gerçekleşiyor, tesadüfi hiçbir şey yok.

Tengere Kayra Han yeryüzünde dokuz ayrı ırk yaratmış bir ağacın dallarından. Kök aynı ama insanlar değişik. Ve adamın yeryüzündeki geçmiş ve bu gün yaşanan ırklar hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Adam önceden okuduğu bir bilgiyi hatırladı. “İnsanlığın değişik göksel sistemlerin katkısıyla meydana geldiği hakkında”. Bilgiler bir biçimde anlatımlar çok farklı olsa da birbirine rahatlıkla bağlanıyordu. Bu adama evreni ve insanı yaratan gücün O’ bilinmeyen değil, O’nun yarattığı yaratıcıların yarattığını bir değişmez olarak açıkça gösteriyordu. Ve adam çelişkiler de yaşıyordu, tanrılar o zamandan mı devreye girmişlerdi hiyerarjik bir düzen içinde!.. Ya tanrıçalar!..

Yer altına atılan bir asi “Tengere Kayra Han” tarafından verilen görevle dünya ve insanı yaratmış. Adam din bilgilerindeki Yaratıcıya, insana itaat etmemek için karşı koyan meleği düşünüyordu. Bilgiye göre dünyayı yaratan ve sonrada yer altına atılan o melek olabilir miydi “Kişi”. O insanı yoldan çıkarmak için her şeyi yapacağını söylemişti Yaratıcısına. Bunda da başarılıydı. O zaman “Kişi” de hiyerarşinin tepesindeki tanrılardan biriydi. Ve Dini bilgilerde onun bir melek olduğundan bahsedildiğine göre tanrılar ve melekler arasında ne gibi bir bağlantı vardı?

Okuduğu bilgiler geçmişten bu güne gelen “tanrı” kelimesinin kökeninde “Tengeri” kelimesinin yattığını düşündürüyordu.

Orhun yazıtlarında Türk yaratılış inancı hakkında “ yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu yaratıldı “bilgisi vardır. Bazı yorumcular Tengri kelimesiyle O’ Ulaşılmaz olanın değil, mavi gök’ün kastedildiğini söylerler.

Eski Türk dini, güneş, ay, yıldızlar yerine “Gök”le simgelenen “tanrı inancına dayanmakta. Gök-Tanrı dini Türklere özgü bir inanç sistemidir ve Gök- Tanrı’nın yüksek ahlak özellikleri taşıdığına inanılmıştır. Hunlarda gök kültü üzerine kurulu gerçek bir din söz konusudur. En önemli nitelik ve görevler ona yüklenmekte, yalnızca onun buyruklarına uyulması gerektiği ifadelendirilmektedir. Göktürkler’de ise Gök-tanrı manevi bir “güç” durumundadır.

Gök-Tanrı dininin Türklere özgü bir din olduğu “Tanrı” “Tengri” sözcüğünden anlaşılmaktadır. Bu sözcük bazı fonetik farklılıklarla bütün Türk lehçelerinde ve Asya topluluğu dillerinde ortak bir kültür öğesidir. Türkçe olan Tanrı sözcüğü en açık biçimde Çince yazılmış bir metinde Hun imparatoru Mete’nin unvanları arasında geçmektedir. Çok daha geniş bilgiler birleştirildiğinde; eski Türk dininin, yeri gökyüzünde olan ve maddeleşmemiş bir “tek tanrı” inancına dayandığı yönündedir.

Adam tek tanrı inancının nerede başladığını bir ön bilgi olarak biliyordu artık. Ve yine biliyordu ki bu inanç dünyanın başka başka yerlerinde de geçmişte yaşanmıştı. Tanrı kelimesinin kökeni ise “tengri” idi ve buna yürekten inanmıştı.

5 Nisan 2014

Aysel Ongun

 

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap