Ben Geldim XVIII

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

18

Adam bilginin sonsuzluğunda gizlenen gerçekliği anladıkça okumanın bir yerde durması gerektiğini düşünüyordu. Biliyordu ki bu zamanda ihtiyacı olmayan üst bilgi, bilenler olsa da, şimdilik bilmesine gerek olmayan yerdedir. İlgilenip okuduğu her kitapta, söylenilen her sözde öylesine çok ve birbirine benzeyen, benzemeyen, zaman zamanda ona göre tutarsız bilgiler vardı ki, o dikkatli ve anlatılanlar üzerinde düşünen, bağlantılar yapan bir okuyucu olarak okuma isteğini kaybetti. Artık evrenin, insanın yaratılışını araştırmayacaktı. O bir bilim insanı değildi, olmayı da hiç düşünmemişti. Sıradan bir insanın Yaratan’ını ve kendini arayışıydı aslında içinde filizlenen duygunun temeli.  Bir ön giriş yapmıştı buna ve şimdi Tanrıları da bir kenara bırakıp bambaşka bir seyre girmek istiyordu. Kitaplarda aradığı konu dışında daha pek çok konuya değiniliyor ve tüm bunlar zihnindeki bilgi ağırlığını artırıyordu. O artık bunu istemiyordu.  İsteğine bilgileri aktaran sistemlerin bildirdiklerinden, çeşitli din öğretilerinden, konuları kendilerince yorumlayıp yazanların anlayışından, deneyimlerle, araştırmalarla, oradan buradan kopyalanıp sahiplenilerek aktarılan bilgilerle ulaşmak yerine, bunların hepsinden arınmış öz bilgilerle ulaşmak istiyordu. Onların anlattıkları başlangıç için bir değerdi ama her biri insanı çok farklı anlayışlara da çekebilirdi. Bilgiler anlayışsal ve davranışsal karmaşayı yaratabilirdi; tıpkı o bilgilerin insanlığa ulaştırıldığı zamandan itibaren dinlerde yaşandığı gibi. Ve adam bunu hissetmeye başlamıştı, albenili anlatımlar içinde sunulan bilgilerin, görsellerin kişiye hissettirmeden, bazen de baskıyla düşüncelerini ele geçiren içeriğinde.  İnsan farklı anlayışlara göre belli bir kalıba sokulmak için programlanıyordu ve bu kalıplar birleşmeyi değil ayrışmayı getiriyordu. Tüm kalıplarda insan bir biçimde varlıksal değerinden bir şeyler yitiriyordu.  O kalıp dışı kalabilmenin dayanılmaz cazibesine kapılmıştı. Kalmak için de başarabildiği her türlü savunmayı yapacaktı.

Geçirdiği “yaratılış ve insanın yaratılışı” nı arayış safhasında bilgilerden süzerek elde ettiği sonuçta, onu gerçekten farklı bir çalışmaya götürecek o kadar çok şey öğrenmişti ki.  O bilmediği başlangıcın önünde uzanan arayış yolu için başladığı çalışmanın aslında ona okuma, anlama, birleştirme, yorumlama dışında, içselliğindeki bilgileri farketme yöntemini öğretmeye başlayacağını şimdi fark ediyordu. Yeni bir disiplin başlıyordu ve o yeniye hazırdı; onun için kitaplardan vazgeçiyordu.   İçinde güçlü bir biçimde hissettiği çekimin peşinden gitmeliydi. O çekim ona sürekli bir şeyi yineliyordu.  “Bilginin hamalı olma, seçtiğin inandığın değerlerin uygulayıcısı ol. O uygulamalarda yeni değerler kazanacaksın ve bu değerler yeni yollar açacak. Bilgiyi inanarak ve kesintisiz uygulamak yolda ki ilk adımındır. O yolda göreceklerin, yaşayacakların bu günden çok farklı ve üst olacak.” Zaman zaman yıllar önce yaşamış ve bu güne kadar iz bırakmış, binlerce insana düşüncelerinin eylemleriyle önderlik etmiş insanları düşünüyordu; Şems’i, Mevlana’yı, Yunus’u ve diğerlerini; dünyanın her tarafına dağılmış bildiğimiz bilmediğimiz tüm yükselmiş varlıkları. İster kutsal öğretiler üzerinden, ister bilimsel yoldan, ister felsefeden olsun. Onlar acaba ne kadar kitap okumuşlardı!.. O bilgi hamalı olmayacaktı. Zihnini gereksiz şeylerle doldurmayı da düşünmüyordu; bilmesinin düşüncelerine yararı olmayacağı gibi zararı olacağını anladığı her şeyden kaçmalıydı. O artık bildikleri ve bilecekleri üzerinden yaşama safhasına geçiyordu. Bu sınanmanın bilgilerle değil, yaşamında gerçekleşecek çok değişik davranışsal olaylarla değerlendirileceği bir dönemdi. Gelişim dualitesinin gereklerinden kaçamazdı.  Burada göstereceği başarı kitap bilgilerinden olmayacaktı.  Ya girmek istediği yola girmeyi hak edecek, ya da savrulup gidecekti hayatın içinde, kütlesel şuur alanı eylemleri içinde.

O hissediyordu bu dönemi başarıyla atlatırsa İçsel yolculuğunun başlayacağını, oradan sorularına cevaplar alacağını. Ve yine biliyordu ki içinde yer alan muhteşem öz sayesinde bu amacına ulaşacaktı, bir şeyler onu yolundan saptırmazsa eğer. Gerçek gücünü bilmiyordu. Gideceği yolda bilmediği, rüyasında bile görmediği zorlukta engellerle karşılaşacağını da. O zorluklar ki, bilginin üst şuur davranışlarıyla aşılmayacak şeyler olmasa da, o şuura erişememiş olanlar için gerçekten büyük sınavlar yaratır.  Pek çok insan bu noktadan öteye gidemez. Vazgeçer. Bilgi ve eylem kolkoladır bu noktada ve sonuç “sevgi” olarak tanımlanır.  

Adam bedeninde gerçekleşmeye başlayan değişimlerle bu yolda yürüyecekti. Ne bedeni, ne duyguları, ne düşünceleri eskisi gibi değildi. Ona nasıl düşüneceği, nasıl araştıracağı baştan çalışmalarıyla öğretilmişti. Şimdi içsel yolculuğunda derinleşmesini sağlayacak “kendini bilme” safhasına yeni başlayacaktı. İnsan kendini bilmeden gerçek içsel yolculuğa başlayamaz.  Oysaki gerçekten kendini bilmeden bu konularda konuşan, yazan, çizen öylesine çok insan vardı ki adamın çevresinde. O kendini bilme konusunda yeni bir karmaşaya düşeceğini, bunun okumaktan çok daha zor olacağını henüz bilmiyordu. İstekler ne kadar güçlü olursa olsun, zaman zaman kırılma noktalarıyla zayıflar hatta vazgeçme durumları yaratabilir. Algıdaki ve kabuldeki yükselti o zamanlarda en büyük destektir kişiye. Adam böyle bir yolda insanlık serüvenine devam edecekti, her insanın kendi seçtiği yolda kendi yarattığı serüveni gibi.

Şimdi sık sık Ufodaki bilmediklerini düşünüyordu. Ona önce çınlama sonra ışıkla yaklaşanları. Nicedir yoktular. Bıraktıkları boşluğu özlemle hissetti. Okumaya, düşünmeye öylesine dalmıştı ki, unutmuştu bir yerde. Oysaki o düşünürken onlara biraz daha yaklaştığının farkında bile değildi. Onu yeni düşüncelere açık edenlerin de onlar olduklarını anlamamıştı. Onun önünde duran, gereksiz ve hayırsız her şeyden arınmış bir hali elde ettiğinde açılacak olan kitap, tüm içselliğiyle okumaya başlayacağı “İnsanlık” kitabıydı. O ne muhteşem bir kitaptır, kazanmasını bilene armağandır Yücelerce. O insanın geçmişini hiçbir bilginin etkisinde kalmadan oradan öğrenecek, yaşayacak, yaşatacak ve insanüstülüğe oradan adım atacaktır. Sonrası yeni bir dünyadır, sadece yaşayanlarca bilinecek olan.

Adam tam yerleşememiş inancı ve düşünceleriyle şaşkındı, dengesizlik yaşıyordu istedikleri ve yaşamında karşılaştıklarıyla. Bir zaman ne yapacağını bilemeden öylesine kendini dünya yaşamının karmaşası içine bıraktı. Sonra gördü ki hiçbir şey ona özlediği ama tam anlamıyla bilemediği, duyguyu, huzuru, gücü inancı vermiyor. Eksik olan her ne ise yüreğini yakıyordu zaman zaman. Ufodaki bilmediklerini istiyordu. Kulak çınlamalarıyla birlikte bedenine yayılan sıcaklığı, dağları devirebileceğini zannettiği o gücü istiyordu. Onlarla olmayı ve bir gece bu isteğine kavuştu.

Uykusunun en derin zamanında sabaha karşı kelimelerin olmadığı bir anlam dolaştı beyninin içinde, yumuşak, güven veren bir ahenkle.

“Şimdi” diyordu sanki “bundan böyle sana böyle yaklaşacağız ve öğrenmen gerekenleri böyle öğreneceksin.

Adam uyandı birden şaşkın ama o güne kadar bilmediği bir duyguyla. Yaşadığı ne rüyaydı ne hayal. İçi sevinçle doldu nedenini bilmeden. Bazen insan hiçbir şey olmadan bir mutluluk, huzur, sevinç hisseder ya tıpkı öyle. Bu duygular mutlaka hayırda yapılmış bir şeyin karşılığıdır İlahi sistemlerce. Onların ödülüdür bir anlamda kişiye. Adam çalışmada gösterdiği başarı ve değişimle bu ödülü hak etmişti. İlahi sistem hiçbir şeyi karşılıksız bırakmaz iyi ve iyide olmayan ama onun karşılığı umulmadık zamanda ulaşır insana ve insan yaşadığının nereden, neden olduğunu anlayamaz. Bu özellikle böyledir. İlahi sistemler insana yaptığı her hangi hayırlı bir şey için anında karşılık vermez. Bilirler insanın hemen farklılaşacağını ve kendine paye biçeceğini. Böyle duygular insan için düşüştür. Dünyasal yaşamda da kimi insanın yaptığı bazı şeyler karşısında kazandığı dünyasal başarı eğer kişiye egosal bir farklılaşma getiriyorsa gerçek önünde yeri küçülmededir.

Adam beyninde dolaşan kelimesiz sessiz sesin devam etmesini istedi ama olmadı. Bu hal yaşayanlarca bilinir ve kelimelere ancak bu şekilde dökülebilir. Mutlak şuurun farklı bir ulaşım yüzüdür. Sabaha kadar umutla bekledi. Gün ağardığında artık dünya hayatına dönmek zorundaydı ve kalktı. Aynada bir başka baktı yüzüne. Tıraş olurken kendi kendine gülümsedi. Öylesine hafif hissediyordu ki kendini, gün içinde ne olursa olsun böyle kalacağını umut ediyordu ve öylede oldu. İşindeki zorluklar onu yıldırmadı, hatta zaman zaman üstlerinden ikazlar alsa da.

Bu Ufodakiler için beklenmedik bir şey değildi. Onlar bazı şeyleri insana baştan tattırır, devamını getirmeleri için onları bir anlamda gizlice teşvik ederlerdi. İnsan çoğu kez bunu anlamaz, olması, yapması gerekeni dünya hayatının değerlerine değişirdi. Adam bunu yapmamalıydı girdiği yolda. Böyle diliyorlardı onun için.

O gece hiç yapmadığı bir şeyi yaptı adam, İnandığı O Büyük Güç’e dönüp okuduğu ve üzerinde düşündüğü onca yeni bilgiden sonra şuurlu olarak yaptığı her yanlış ki, bu çok şeyi kapsıyordu,  bilerek bıraktığı her eksiklik, sevemediği her insan için bağışlanmak diledi. Bağışlanmayı dileyen sadece dili değil, sanki tüm varlığıydı; zihniydi, düşünceleriydi, bilgileriydi, yaşamıydı, varlığı olarak hissettiği her şeydi, hatta bedeninin dışında bilmediği boyutlarda da aynı duyguyu yaşıyordu bilincinde olmasa da.  Bir girdap içindeydi. Farkında olduğu yanlışları egosuna yenildiği için yapmıştı. Hükümleri örtülü kendini beğenmişliğinden vermişti, öyle ya doğru gören ve doğru düşünen oydu, ona göre.   Sevmedikleri, sevdikleriyle sevmedikleri arasındaki davranış biçimini, o biçimi yaratan enerjinin hiç analiz etmediği duygusal safhalarını.  Boşa geçen zaman, uğraştığı gereksiz şeyler, paylaşmayı bilmeyen yüreği, bozulmasını istemediği rahatı ve bunun gibi daha pek çok şey için bağışlanmak diledi. Egosunun esiri olmayı değil, onu kontrol edebileceği farklı yaşamı istiyordu. Bu fark ona yaşatılacaktı elbette ama bir insanın gerçekten bütünüyle değişmesi çok kolay değildir. İnsan bağışlanmak diler, bir daha olmayacak der, aradan kısa bir zaman geçer ve ilk sınanmasında sözünde hiç de durmadığı görülür. Önceden okuduğu bazı bilgilerde bu suç hep şeytana, bazılarında ise kişiyi hayırsıza, hayırlıymış gibi yönlendiren güce yüklenirdi. Son okuduklarında ve araştırdıklarında ise ondan “vesvese veren” olarak bahsedildiğine rastlamıştı. Onun insanı şaşırttığı anlatılarak. Sonra ego karıştı bu yanıltıcıların içine. O  şimdi, şimdi ne yapacaktı!.. Nereden nereye gelmişti, nereye gidecekti ve nasıl gidecekti!.  Bu zamanda tüm öğrenmesi, yaşaması gereken değerleri varlığında gerçekleştirip Yaratıcısının huzuruna kendini bilen ve yaşamında bunu gerçekleştiren bir insan olarak başı öne eğilmeden çıkmak kolay değildir. Ama O’ O Bilinmeyen Güç, sistemleriyle her insanın yanındadır ve yardımcısıdır. Yeter ki insan bunu O’na layık olarak istesin!...

Aysel Ongun  11 Nisan 2014

 

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap