Ben Geldim XXXIV

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

34

O sabah yola çıktığında adam nelerle karşılaşacağını, hangi zorlukları yenmek zorunda olacağını açıkça bilmiyor ama hissediyordu gideceği yolun oldukça zor olacağını. Çok şey bırakacaktı arkasında, özel yaşamından. Bir toprak parçası için yola çıkıyordu ve o toprağı bulmuştu sonunda.

Çok az insan vardır toprağı gerçekten hisseden. Kırsal kesim insanlarının bazıları onu, adamın olması gerekenden daha farklı bir biçimde sevip bilinçsizce bir şeyler hissetseler de adam farklı olacaktı onlardan. Şehirlerde betona bir anlamda esir edilip hapsedilmiş insanlar ise doğa ile yakın ilişki içinde olmadıklarından öyle bir hissetmenin çoğunlukla farkında bile değildirler, hatta küçümserler toprakla uğraşanı. Gerçekte betona döndürülmüş şehirler insanı yok ederler. Oralarda gönüllerince yaşayabilmek için insan doğayı sadece tatil günlerinde görerek, toprağın üzerine bassa bile ondan hiç mesaj almayarak yaşayıp gider. Oysaki neler söylemektedir dağıyla, taşıyla, içinde ve üzerinde barındırdığı her şeyle toprak denen muhteşem oluşum insana neler söylemektedir, bakmasını hissetmesini bilirsen eğer.

Toprak sadece yüzeysel olarak bildiğimiz, ekip biçtiğimiz, yeşiline hayran kaldığımız ama yok etmekten de hiç çekinmediğimiz muhteşem bir oluşumdur. Toprak yaratılışın dişil gücüdür, o gücün olmadığı yerde gerçek yaratım mümkün değildir. O içindeki ve dışındaki her şeyin yaratılmasına analık etmiştir bir yerde. “Toprak ana” sözü boşa söylenmemiştir, günümüzde çok dar anlam içerse de. Sözde modern insan laboratuvarlarda topraksız bir şeyler üretmeyi başarmışsa da, gerçek toprağın enerjisini ona aktaramadığı için üretilenler her zaman eksik kalacaktır.

Adamın oturup elini koyduğu toprak titreşimleriyle ilk mesajını ulaştırıyordu ona. Adam ılık bir enerjinin oturduğu yerden omurgası boyunca yükseldiğini hissediyordu. Gözlerini kapattığında, hafif bir sıcaklıkla seyreden, insanı adeta sevgiyle sarıp sarmalayan, içini mutlulukla dolduran ve bütün vücuduna dağılan o harikulade hissi çok daha kuvvetli yaşıyordu. . Yorgun bedenini öylesine bir rahatlık ve huzur kapladı ki uyuyacaktı neredeyse oturduğu yerde. Uyumadı ama bedenindeki önceden hissettiği yorgunluğu, bacaklarındaki sızıyı da hissetmiyordu. Hem var hem yoktu. Sadece huzurlu ve mutluydu. Bir süre öylece kaldı, gözleri kapalı, bulunduğu yerden, yanındaki insanlardan çok uzaklarda.

Zamanın durduğu bir andı ve yanındaki insanlar onun neler yaşadığını hiç fark etmemişlerdi. Burasıydı olması gereken yer ve adam dağdaki o toprak parçasının misafiri olmalıydı. Toprağın davetini almıştı. Etrafına baktı yeniden. Köyün yakınında bir yar kenarında düz bir ekim alanıydı. Tarla olarak kullanıldığından üzerinde birkaç cılız ağaçtan başka hiçbir şey yoktu ama çevresinde ağaçlar vardı yıllanmış. Orman içinde, köylülerin ormanı yok ederek açtıkları özel bir toprak parçası.

Bir süre ayrılamadı oradan. Ağaçlar farklı görünüyordu gözüne, ufkundaki yer yer sisle kaplanmış ormanlık dağlar da. Kısa bir süre ağaçları hissetti. Anlamadığı bir şekilde konuşuyorlardı sanki. Havanın durgun yaprakların hareketsiz olmasına rağmen adam yaprak hışırtıları içinde bir şeyler duyuyordu anlam veremediği. Sonraları çok daha fazla şeyler yaşayacaktı, bu bir başlangıçtı sadece.

Yaşadığı yere döndüğünde şehrin karmaşası onu pek rahatsız etmedi gibi olsa da tüm varlığında şimdiden özlemini duyduğu o dağ vardı. Evi, yurdu gibi olmuştu. Oraya aitti ama neden, bunu anlayamıyordu. Dostları izliyorlardı onu ektikleri tohum yerini bulmuştu ve toprak onu yeşertip büyütecekti. Adam eski adam değildi artık.

O gün, henüz gün doğmadan, değişik renklerde ışıl ışıl parlayan küçük garip topun penceresinin önünde belirmesinden sonra adam büyük değişimler geçirmişti; dost dediği, hissettiği, zaman zaman insan bedeninde gördüğü konuştuğu ama haklarında hiçbir şey bilmediği, sadece yoğun bir biçimde varlıklarını hissettiği varlıkların gücüyle; hiç hırpalanmadan öylesine sevgi dolu. Şimdi yeni bir öğrenme, öğretme dönemi başlıyordu ve bunu mutlaka başarmalıydı. Gelecek zamanda, insanlığın zor günlerinde onlara yardım için uzanacak eller onun ve çevresinde yer alacakların yardımıyla olacaktı. Belki başaracak belki başaramayacaktı bunu ama elinden geleni yapmalıydı. Toprak ana onu çağırıyordu, kulaklarıyla duyduğu bir sesle değil, bedeninin derinlerinden duyduğu sevecen, güçlü, varlığını adeta sarıp sarmalayan bir sesle.

Adam eğitimin başında kendisine araştırmalarıyla hatırlatılan, insanın yaratılışındaki, değişik gelişmiş yıldız sistemleri varlıklarının yaratıkları insan ve onun üzerindeki üzerinde ki etkilerini, yarattıklarının gelişmeleri için yaptıklarını hatırlıyordu. Çok değişik güçler rol oynamışlardı yeryüzünde ve insan üzerinde; kimi insanın gelişimi için, kimi kendi çıkarı için. Adam onların bu günde de insanlıkla yakın ilişki içinde olduklarını biliyordu. Öylesine çok şey öğrenmişti ki yıllar öncesinden beri. Henüz bilmediği kendisinin de onlardan biri olduğuydu. Dünyalı bir anne babadan doğmuş, dünya dışı kökenli bir varlık. Bu bilgi insanlara çok ters gelebilir. Hatta imkânsızdır onlar için ama aynı durumdaki pek çok varlık, ait oldukları sisteme göre yeryüzünde insanlığın hayrı ya da tersi için çalışmaktadırlar; Işık ve Karanlık. Yaşananlar onların eseridir. Kozmik bir savaşın.

Tüm dini ve bilimsel savların tersinde olan bir yaratılış ve işleyiş öyküsü kurgu gibi görünse de esas gerçeği bilmek imkânsızdır insanlığın bu günkü şuursal gelişimi içinde. Bilim kurgu ve kurgu bilim kitaplarında, onlardan öykünerek çekilen sinema filmlerinde bu gerçek insanlığı gerçeğin çok daha farklı olabileceğine alıştırmaktır bir yerde. Bu nedenle de önemli bir görev yüklenmişlerdir.

Ve insan, insan olmanın yolculuğuna O’nun belirlediği zamana kadar varlık olarak devam edecektir; Bu günkü insan görünümünde veya çok daha farklı görünümlerde ve yapıda.

Adam bu yolculukta bir örnek olarak yol alacaktır, kendinden çok önceleri bu noktadan geçmiş olanların önderliğinde.

Aysel Ongun 18 kasım 2015

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap