Ben Geldim XX

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

20

Adam bir semboldür. Tüm yazılanlar, değişik kaynaklardan alınan bilgiler, gözlemler ve içsel sorgulamalar sonucu ortaya çıkan düşünce açılımlarının sonucudur. Amaç düşünmek ve düşündürtmektir, inandırmak değil.

Koyu renkli yazılar kitaplardan alınmıştır ve seri sonunda listelenecektir. 

Adam daha önce okuduklarından hatırladıklarıyla birleştirmeler yapmaya çalışıyordu yeni kazanmaya başladığı bakış açısıyla. İnsanın proje olmaktan çıkıp, yaratılmaya başlandığı zamanı, -tarih olarak bilinmeyen-, insanlık serüveninde yer alan bilgi kaynaklarından birinde okumuştu. Zamanın akış hızının her zaman değişebileceğini düşündüğünden, onun şimdi bilinen zaman akış hızı içinde, -gün, ay, yıl gibi- belirli tarihlerle sınırlandırılamayacağını düşünüyordu. Tıpkı Dünyanın yedi günde yaratıldığı ifadesinde olduğu gibi.   Bilgi böyle bakınca zamanda bir başka zamanı anlatmış olabilir ve o nedenle de tarih verilemez, şu yıllar arasında, şunlar, bunlar olmuştu diye. Bildiğimiz tarih evren ölçülerinde çok yenidir. Zamanın ise akış hızının gittikçe hızlandığını, biliyoruz, yaşamımız içinde ve bunu şuursal açılımlara bağlıyoruz. Olana böyle baktığımızda anlatılanların tarihsiz olması çok normaldir.

Ve adam okuduklarından, Dünyada yedi yaşam dönemi olacağını yedincinin bitiminden sonra dünyanın yok olacağını ve şimdiki yaşanan dönemin beşinci dönem olduğunu böylece öğreniyordu. Bu bilgiler o dönem enerjileriyle bağlantı kuran dünyanın en gelişkin medyumlarının,  teozoflarca kabul edilmiş anlatımlarından alınmıştır.

“Yedi kök soy (root-race),Teozofi’de kullanılan bir terim olup, Dzyan kitabı gibi Doğu’nun kadim metinlerinden yola çıkan Batı teozofisinin, dünya tarihini ve dünya insanının bedensel değişim sürecini açıklamak üzere ortaya attığı, bilimsel dayanağı olmayan bir teoriyi dile getirir. Bu teoriye göre, Dünya gezegeninde insan türü, bugünün insanının beşinci kök soyu oluşturduğu, “yedi kök soy” olarak belirtilen, yedi basamaklı bir süreç geçirmektedir.”

Anlatılanlar içinde Dünya’nın geniş bir yaratılış öyküsü yoktur. Öykü insanın yaratılışından başlar.

Birinci kök soy: Esiri âlemde

Dünya gezegenindeki ilk insan bedenleri fiziksel âlemde değil, esîrî âlemde meydana getirilmişlerdi. Bunlara insan demek pek olanaklı değildi, çünkü insan bedeni formunda olmayan, hatta belirli bir biçimi olmayan esîrî yaratıklardı. Havadan değil esîrden besleniyorlardı.

“Adem’in yeryüzüne gelişinden önce mevcut olan bu düşünce projeksiyonları bir gölün sularındaki amibi andıracak biçimde, düşüncesinin yöneldiği yöne doğru hareket edebilme özelliğine sahipti.”  Edgar Cayce

“Bu ilk kök soya Polarean soy adı verilir. Az çok eliptik forma sahip bu “soy”un beyin ve saire gibi iç organları bulunmuyordu. Düşünme yetisine sahip değildi. Algılaması bir tür dokunma duyusundan ibaretti. Görme duyusu yoktu, fakat kulağa sahip olmasa da bir tür işitme duyusuna sahipti. Yaşamı güdülerden oluşuyordu. Ruhu kendisini sadece güdülerle, hazlarla, hayvani arzularla vb. ile ifade ediyordu. Bilinç durumu, rüyayı andırıyor, atıl bir yaşam sürüyordu.” Rudolf Steeiner

Bilgideki bir kelime adamın dikkatini çekmişti. “Ruh” Demek ki diye düşünüyordu, insan henüz dünyasal madde bedenine sahip olmadan da ruha sahipti. Ruh var olan her şeyde olmalıydı. Bireysel ruh ise Mutlak Ruh’un bir parçası olabilirdi. Atom altı parçanın bile kökeni o bilinmeyen ruh olabilir miydi? Cern’de tanrı parçacığını arayan bilim insanları acaba ruhu mu arıyorlardı? Ruhun ne olduğunu hep merak etmişti.  Bir gün anlayacaktı elbette, gelişkinliğinde beklenen noktaya geldiğinde.

İkinci Kök soy: Hyperborea

Bu soya hyperborea kök soy denir. Yeryüzünde ısının azalması maddelerin katılaşma sürecine girmesine neden oldu. Hermafrodit (çift cinsiyetli) olan bu ikinci kök soy bireyleri kendi kendine dölleyerek bir tür “kendiliğinden yumurtlama “tarzında ürüyorlardı. Sürmeye devam eden yoğunlaşmayla beraber boyları kısalmıştı, fakat günümüz insanına göre dev boyutlardaydılar.

Üçüncü kök soy: Lemurya

Lemurya’daki ( Mu kıtası) üçüncü kök soyda, bu soyun kendi gelişim sürecinin orta zamanlarında meydana gelen “yoğunlaşmanın tamamlanmasıyla “iskelet, sinir, kas sistemi oluştu ve farklı cinsiyetler ayrılarak bilinen insan formu meydana geldi. Artık ciğerleriyle hava soluyabiliyorlardı. Esiri âlemden tümüyle çıkmışlardı. Üçüncü kök soyun dev boyutlarda olmalarından dolayı Lemuryalı devler denilen bireyleri artık bilinen cinsel yolla üreyecekti. Bilinç ve zihinsel etkinliğin geliştiği üçüncü kök soy bireyleri, iyice katılaşmış olmalarının ve dev bedenlerinin (3-4 metre) verdiği avantajla ilk kentlerini dev taşlarla inşa ettiler.

(lemurya- Adem- Havva!..)

Dördüncü kök soy:

Dördüncü kök soy Atlantis’de ortaya çıkmıştır. Lemuryalı atalarının bilmediği duyguları geliştirdiler. İlk Atlant dili, lemuryada yaşamış üçüncü kök soydaki gibi eklemlemeli (agglutinant) bir dildi. (Türkçe az sayıda olan eklemlemeli dillerden biridir.

Atlantislilerin ilk sözleri bir anlama sahip olmalarının yanı sıra, psişik ve majik etkilere de sahip bulunuyordu. Örneğin, sözlerle bitkilerin büyümeleri hızlandırılabilir, vahşi hayvanlar evcilleştirilebilirdi. Bu ilk Atlantisliler Atlantisin “birinci alt soy”udur. (Rmoahal’lar her kök soy kendi içinde “alt soy” kategorilerine ayrılır. )

Atlantisliler’in birer inisiye olan kral ve liderleri üçüncü alt soy döneminde ortaya çıktı. Fakat bencillik ve güçlerin kötüye kullanımı da yine bu dönemde ortaya çıktı.

Dördüncü “alt soy” döneminde Manu adında bir uzaylı, müritleriyle birlikte Orta Asya’ya çekildi. (Kimi teozoflara göre de, Atlantis’deki seçilmişlerin bir kısmı Nuh ve Rama adındaki iki uzaylı önderliğinde Orta Asya’ya, bir kısmı ise Mısır’a göç etmiştir. )

Beşinçi “alt soy” döneminde insanda mantıklı düşüncenin, yargılama yeteneğinin gelişmesine, hesaplama ve sentezleme becerilerinin ilerlemesine karşın, buna ters orantılı bir şekilde, psişik gücü kullanma yeteneğinin gerilemesi, kısırlaşması söz konusu oldu.

Zekâ ve düşünce yeteneğinin iyice gelişmesiyle, “alt soy” da adalet ve hukuk düzenlemeleri ortaya çıktı.

Yedinci “alt soy”, Atlantis’in batışıyla birlikte, yerini bu günkü, insanlığın oluşturduğu beşinci kök soya bırakmıştır.

Beşinci kök soy. 

Son günlerini yaşamaktadır; bir ayıklanma olacak ve kalanlar, herkesin gerçek yerini bulacağı altıncı kök soyu oluşturacaktır.

Altıncı kök soy.

Maddenin kölesi olmaktan kurtulmuş ve psişik yeteneklerini kullanabilen bir insanlığın oluşturacağı altıncı kök soy, Altın Çağ’ı yeniden bulacak olan kök soydur. Evrim yedinci kök soyla tamamlanacaktır.

Bu bilgilerden sonra adam insanlığın temelde iki büyük yaratılış evresinden geçtiğini

Düşünmektedir. İlk yaratılış, enerji boyutunda gerçekleşmiş bir deney aşaması gibidir. İnsan enerji boyutunda geleceği için düşünülen alt yapıya, Büyük Sisteme olan bağlantısına orada hazırlanmıştır sanki. Hazırlığı ve deneyi yapan kimlerdir bilinmez. Sadece bilgiye ve enerjiye bilinenden farklı bir güçle hâkim oldukları düşünülebilir. Ortaya çıkan kadim bilgiler zaman zaman serinin önceki yazılarında anlatıldığı gibi başlangıçta insanı bu günkü şekliyle yaratabilmek için denemeler yapmışlardır.

İkinci büyük aşama, dünyanın ve insanın fiziksel yapıya geçişiyle başlayan, sıralamada ”üçüncü kök ırkın” doğuşuna neden olan Lemuryalılar dönemidir. Bu dönem insanlık tarihi için önemli bir noktadır ve lemuryalılar da. Adam lemuryayı bu nedenle önemsiyordu. Araştırdığı bilgilerden gerekli gördüğü notları almıştı ve düşünce akışı içinde onları geliştiriyordu. Başlangıçta kitaplardan aldığı bilgiler ve Ufo’daki dostlarının ona verdikleri güç ve yön, çalışmanın, anlamanın, birleştirmenin nasıl olması üzerineydi. Adam bunu hiç şaşmadan yapıyordu, her türlü kitaba başlangıçtaki gibi düşkün olmadan. Artık seçiciydi öğrenmek istediklerinde. Bilmek istediği şey de lemuryalıların nasıl ve neden bir değişiklikle ortaya çıktıkları ve yeni bir dönem başlattıklarıydı. Bunun gelişimin doğal akışı olduğunu biliyordu ama bilmek istediği her dönemde, sıçramanın yapıldığı zamanlarda nelerin nasıl geliştikleriydi. Elbette bunu da öğrenecekti, bir cümlenin ötesinde.  lemuryalılar’dan insanlığa miras kalan değerler neydi. Lemuryalılar üçüncü dönemde ortaya çıkmıştı, şimdiyse insanlık beşinci dönemde yeni bir döneme geçiş için hazırlanıyordu ve adam bu dönemin içinde deviniyordu, şuuru kadar olanları, değişimleri anlamaya çalışarak.  Bilgi diyordu ki insanlık yedinci dönem sonunda yok olacak. Enerji hiçbir zaman yok olmaz, sadece şekil değiştirir. Bu sonucu şöyle düşünüyordu adam, o sondan sonra yeni bir oluşum devreye girecek ve belki de onun hazırlıkları başlamış durumda. Evrende yok olanlar, yeni gelişenler hepsi işleyen belli bir sistemin eseri değil miydi. O’ kendini sürekli oluşum- değişim haliyle mi ifade ediyordu.  Adam bir anda hatırladı bir sözü bu düşüncesinden sonra. Boşuna söylenmemişti “Hiçbir şeye güvenme,  O’ndan başka”. Mademki enerjiden yaratılmıştı, mademki enerji yok olmaz, o da gerçek varlığı olan enerjiden değişik biçimleri yaşamış ve yaşayacak olandı var olan her şey gibi. Düşüncesini ve tasavvurunu biraz genişlettiğinde “her şey O’na dönecek” sözü ona yaradılışın da bir kere değil defalarca olabileceğini anlatıyordu konulara yaklaştığından beri. O’ Bilinmeyen, betimlenemeyen güç belki de böyle nefes alıyordu. Enerjisini, gücünü, bilgisini dışa vurarak, Var Ediyor, Yaratıyor, Geliştiriyor ve tümünü içine çekerek geri alıyor, sonra yine aynı döngüyü yaşıyor. Ne muhteşem bir nefes!.. Yaratılmasına izin verdiği her şey, bilinen-bilinmeyen, bu nefesle dopdolu. Onun için deniyor olabilir bazı bilgilerde “Siz O’sunuz” diye.

Bilgiler bu günkü insanlığın çok ötesinde gelişmiş insanlık dönemleri olduğunu anlatıyordu. Bu gün çoğunun hiçbir izi olmasa da,  olanlarında zaman zaman ortaya çıktığını biliyordu. Günümüz insanlığına geçmiş hatırlatılıyordu bir yerde. Lemurya bağlantıları bu yüzden önemliydi onun için.

“ Biz kendimize Lemuryalı Büyükler diyoruz; biz çok uzun bir zaman önce Lemurya’da Büyükler olarak yaşadık. Fiziksel bedenlerimiz ve uygarlığımız yok olduktan sonra, birçoğumuz Dünya üzerinde geçirdiğimiz zaman esnasında önemli hatalar yaptığımızı hissettik. Bunun sonucunda, insanların bizim hatalarımızdan ders alıp gelişmelerine yardımcı olmak için Dünya’ya ruhsal rehberler olarak geri dönmeye karar verdik. Biz bu güzel ve mücadele veren dünya için çalışmak üzere bir araya gelmiş yüzlerce varlığız. Farklı özelliklere sahip olmamıza karşın, tek bir ses olarak konuşuyoruz. Ayrıca Lemurya’da yaşamış olsunlar ya da olmasınlar, biz tüm insanları lemuryalılar olarak görüyoruz. “

Adam geçmişle bağlantının hiçbir zaman kopmadığını ve insanın geçmişini mutlaka az veya çok bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Geçmişten gelen birileri insanlıkla bağlantısını hiç kesmemişti Dünya ve insanlık onlar için çok önemli olmuştu. Ve o bilgileri toparlamaya devam ediyordu.

“Sevgili anayurdumuz lemurya insan evriminin şafağında var olmuştur. Biz evrimleşmiş fiziksel bedenlerle enkarne olan, bu Dünya’ya Homosapiens türü olarak gelen ilk gruplardan biriydik. Bizler ve bu dünyanın başka yerlerine enkarne olan diğerleri Dünya’nın evren için bir test alanı, bir laboratuvar olacağını biliyorduk.

“Dünyanın başka yerlerinde enkarne olan diğerleri”  Bunlar kimlerdi? Nerelerden enkarne olmuşlardı? Büyük bir test alanında öz kaynakları için denekler olarak mı bulunacaklardı? Yeryüzünün insan çeşitliliği sağlayan bu enkarnasyonlar mıydı? Onlar ilk oluşumlarından beri bütünlenmiş insan olarak mı yaratılmış, yoksa dünya insanlığı gibi çeşitli değişimlerden mi geçmişlerdi?

Bizim bu gün sizin de sahip olduğumuz gibi, organları, salgıbezleri, kan dolaşımı, sinir sistemi ve beyni olan fiziksel bedenlerimiz vardı. Görünüşümüz de bu günkü insanlar gibiydi, bizler de dik yürüyorduk ve ayrı duran başparmaklara sahiptik. O zaman da bizler şimdiki insanlar gibi ürüyorduk. Bizler de zekâya, yaratıcılığa ve yirmi-birinci yüzyılda yaşayan sizlerin çok iyi bildiğiniz yeteneklere sahiptik.

Ancak, biz Lemuryalılar uygarlığımızın çok erken bir döneminde belli kararlar aldık. Dünyevi bedenlerde yaşarken kısa sürede kısa sürede birçok zorluk yaşamıştık ve bu yüzden ruh dünyasıyla birleşerek tüm kontrolü elimizde tutmaya karar verdik.

İstediğimiz zaman erişebileceğimiz ruh dünyası bizim uygarlığımız için bir rehber modeldi. Tüm ruhların oradan geldikleri ve oraya geri döndükleri ve asıl yuva olarak bildikleri bu âlem tam bir uyum, karşılıklı destek, koşulsuz sevgi, işbirliği, barış, mutluluk ve bilgelik içinde işler. Bu ruh dünyası temeli diğer dünyaları, boyutları ve fiziksel evreni araştıracak ruhlar tarafından bir başvuru noktası, bir başlangıç noktası olarak kullanılır. Ayrıca ruh dünyasındaki ruhlar kim olduklarını ve gelişip tekâmül etmek için neyi öğrenmeleri gerektiğini içgüdüsel olarak bilirler. Bu yüzden, biz lemuryalılar ruh benliklerimize tam olarak bağlı ve onların bilincinde kalmaya karar verdik.”

Bilgi daha sonra bunu nasıl yaptıklarını anlatırken önemli pek çok noktaya da açıklık getirir. Adam yeni bilgileri, bildiği tüm bilgilerle birleştirmeye çalışırken zihninin o güne kadar hiç rastlamadığı bir hızla daha önceden öğrendiklerini açığa çıkardığını fark etti. Bu onca garip bir durumdu. Zihin ekranında, öğrendikleri ve önceden bildikleri birbirlerini tamamlayarak beliriyor ve her bilgi biraz daha bütünlüğe yaklaşıyordu. Sanki birleşen boyutlar vardı ve o boyutta adam yeni bir kimlik kazanıyordu. Değişim her zaman hak edişle gerçekleşir ve adam onu küçükten yaşıyordu.

Ufodakiler uzak değillerdi. Yakınında hem de çok yakınındaydılar. Gerçekte onların maddeleşmiş görünümdeki bir araca ve madde bedenine hiç ihtiyaçları yoktu. Adam bilecekti bunu da, önü açık olan her insan gibi.

“O zamanlar insanlar, fiziksel maddeye ve Dünya gezegenine gevşek bir biçimde bağlıydılar. Bu yüzden biz o bedenlerde nasıl iş göreceğimizi seçebilirdik, ne yazık ki, modern insanların çoğu artık bu seçime sahip değiller. Biz etkenlerin bir birleşimini seçtik; buna göre, ruh bedenler hâkim olurken, fiziksel bedenler ikinci derecede geleceklerdi. Ruh bedenlerimize “ışık bedenleri” adını verdik, çünkü onlar çoğunlukla ışık, titreşim ve enerjiden oluşuyorlardı. Bir ışık beden çok büyük, titreşen parlak bir renk toplamıdır –ki aura onun sadece küçük bir parçası bir kalıntısıdır- ve bu bizi hem kuşatır, hem de fiziksel bedenimize nüfuz ederdi. Evrende tezahür etmiş her şey çeşitli derecelerde titreşen enerjiden oluştuğundan, biz hızlı titreşimleri, yüksek enerjiyi ve daha düşük yoğunluğu tercih eder, Yaratıcı Kaynağa ve altın Işığa sıkı bir biçimde bağlı kalırdık.

Yaratıcı Kaynak Tanrısal bilinç’tir, o yaratıcı kuvvetleri muazzam bir derecede içeren en yüksek titreşimde ve enerjide var olur. Yaratıcı kaynak yaradılıştan önce ve sonra mevcut olan ve tüm tezahürün ondan kaynaklandığı kaynaktır. Yaratıcı kaynağa Tanrı, Allah, Yehova ve daha birçok isim verilmiştir, ama bu isimler bu sevecen, engin, sosuz, zeki enerji ve titreşimin her şeyi kapsayan âlemini tanımlayamaz.”

Adam son cümleyi okuduğunda, konuya ilgi duymaya başladığı andan itibaren hissettiği bir şeyin ilk defa teyidini görüyordu. İsimlerle, sıfatlarla tanımlanan bir güç, O’ bilinmeyen ve hiç bilinemeyecek olan saklı gücü tanımlayamazdı. Buna gönülden inanmıştı. Ve şimdi inancı bir kere daha pekişmişti.

Tüm ruhlar, tüm fiziksel - fiziksel olmayan tezahürler Yaratıcı kaynağın bir parçasıdır ve en sonunda yine o Kaynak ile birleşecektir. Bilinçli yaşam formları da Kaynak ile birlikte- yaratma ya katılırlar. Fiziksel evren-diğer boyutlardan, âlemlerden, zamandan ve ebediyetten ve maddi -olmayan tezahürlerden oluşan- tüm evrenin küçük bir bölümüdür sadece. Yaratıcı kaynak evrenin tüm yasalarını yürürlüğe koyar ve bu yasalar uyumlu ve sürekli biçimde işler.

Adam bu söylenenlerin hepsini daha bilgiyle karşılaşmadan önce düşünmesinden etkilendi. Bu hiçbir yönlendirilmeye uğramamış düşünsel özgürlüğünün de bir göstergesi idi aynı zamanda.

“Eğer bu size kafa karıştırıcı geliyorsa, korkmayın. Ruh âleminde bile, birçok ruh Kaynağı tam olarak tanımlayamaz ve kavrayamaz. Ancak o âlemdeyken ruhlar Kaynağın muazzam gücünü ve enerjisini kendilerini kuşatan, besleyip güçlendiren somut bir kuvvet olarak hissedip algılayabilirler.”

“Altın ışık, Yaratıcı Kaynağın yayılımıdır, ondan çıkar ve ona bağlıdır; kendisi de yaratıcı ve yeniden canlandırıcı bir kuvvettir, sürekli akan bir nehir gibi. Altın ışık ruh dünyasından fiziksel dünyaya akar, uyumu ve diğer semavi nitelikleri aktarır. Altın ışık yaradılışın titreşimini ve gücünü içerdiğinden, fiziksel evrendeki en güçlü değişim-dönüşüm yaratıcı ışıktır. Ve tüm tezahüre bağlı olduğundan, daha yüksek âlemlerin, diğer evrenlerin, boyutların ve Evrensel Bilgeliğin farkındalığını verir.

Çağlar boyunca dünyanızda bilge insanlar tarafından kullanılan Beyaz Işık ise öncelikle korunma ve şifa için kullanılan farklı bir ışık formudur. Öte yandan, Altın Işık Beyaz ışıktan daha kapsayıcı, genişleyici ve dönüştürücüdür.

Biz Altın Işık ile dolu bir halde, ruh dünyasına ve Yaratıcı kaynağa bağlı kalabildiğimizden, dünya üzerinde devam eden insanlık deneyiminden ayrıldık. Bunun sonucunda fiziksel bedenlerimize bağlı kalırken, istediğimiz zaman ruh dünyasına, diğer boyutlara, galaksilere ve âlemlere gidebiliyorduk. Binlerce yıl boyunca sadece bilgimiz arttı. Ve yeteneklerimiz güçlendi, onları uyguladık ve yüksek derecede geliştirdik. Yeteneklerimizden büyük zevk alıyor ve engin bilgimizi isteyen herkesle memnuniyetle paylaşıyorduk.”

Adam “isteyen herkesin” kimler olduğunu düşünüyordu. O zamanda yeryüzünde yaşayan başka ırklarla mı yoksa, başka planetlerdeki yaşamlarla mı paylaşıyorlardı, ya da kendi içlerindeki bilmeyenlerle mi? Okumaya devam ediyordu.

“Ancak, sizin gibi bedenlerimizde tam olarak yaşama korkusunu asla yenemedik. Işık bedenlerimizi fiziksel bedenlerimize tercih ettik. Fiziksel bedenlerimize girdiğimizde, ağır, ıslak bir yün paltoyu giymek ya da çok soğuk rahatsız edici bir suya girmek gibi bir şeydi. Fiziksel bedenlerimizde uzun süre kaldığımız her seferinde hastalanmaya, olumsuz duygular hissetmeye ve birbirimizden, Altın Işık’tan ve Yaratıcı Kaynak’tan ayrı olduğumuzu hissetmeye başladık. Bu yüzden titreşimlerimizi daha yüksek âlemlerde tuttuk. Bu zamanın çoğunda son derece farklı bir bilinç hali içinde ya da astral yolculukta bulunmaya benziyordu.

Aslında Lemurya’da var olan tek korku, çok fazla insan olmaktı!. İnsan olma durumunun neye yol açabileceğini biliyor ve bu varoluş halinden ne pahasına olursa olsun kaçınmaya çalışıyorduk. Bu bizim kusurumuz ve zaafımızdı, çünkü Dünya üzerinde enkarne olmanın amacı, bir yandan tanrısal bilince bağlı kalmayı öğrenirken, gelişebilmek, öğrenebilmek ve tekâmül edebilmek için, bunun gerektirebileceği tüm sevinç ve umutsuzlukla birlikte insan olmaktı. İnsanlığın geriye kalan kısmını kendi yetenek düzeyimize yükseltmeye çalışmamıza rağmen, bunda başarısız olduk ve en sonunda uygarlığımız çökmeye başladı.

Sonra, Yerküre’nin çekirdeğindeki büyük patlamalardan ötürü, Lemurya’yı oluşturan kara kütlesinin parçalanıp dağılmaya başladığını büyük bir üzüntü ve korkuyla gördük. Depremler, dev dalgalar ve volkanik patlamalar kıtamızı paramparça etti. Yine de sevgili kıtamız parçalanırken bile, biz diğer insanlara hepimizin kutsal kökenini anlatacak sevgi dolu mesajlar gönderdik. Yerkabuğu kayarken Lemurya kıtasının birçok parçası suya gömüldü. Okyanus suları boşlukları kapladı ve birçok lemuryalı öldü.

Lemurya kıtasının bugün su üzerinde kalan bölümlerine Yeni Zelanda, Avustralya, Japonya dahil Pasifik adaları, Birleşik Devletler’in batısı ve Peru denmektedir. Tektonik tabakaların kaymasından, volkanik patlamalardan, depremlerden, dev dalgalardan ve aradan binlerce yılın geçmesindenötürü bugün Lemuryanın çok az arkeolojik kanıtı vardır. Lemurya yollarının kalıntıları hâlâ bazı pasifik adalarında bulunabilir. Ama bizim fikirlerimiz, yaşam tarzımız ve bilgimiz dünyanın birçok bölgesinde, özellikle yerli halk kültürlerinde, bazılarımızın yaklaşan felaketten kurtulmak için kaçtığımız topraklarda varlığını sürdürür. Biz Amerikan yerlilerinin, Aborijinlerin, Peru yerlilerinin, Hawaililer in, Tahitililer’in,  Samoalılar’ın, Tibetliler’in ve daha birçoklarının bizim soyumuzdan geldiklerine inanıyoruz.

Size sözünü ettiğimiz o kültürlerde hatırlanan mitoslardan farklı olmayan bir öykü anlatmak istiyoruz.

Bir zamanlar, Dünya’nın aydınlık, masum ve sevgi dolu olduğu zamanlarda bir Gerçek ve Bilgelik ülkesi vardı.  

Bu, herkesin ruhen ve güzellik olarak zengin olduğu ve gerçektenönemli olan her şeyin Işık’tan olduğu büyüleyici bir ülkeydi Bu yiyeceğin bol bulunduğu ve herkese sunulduğu, tüm gereksinimlerimizin karşılandığı bir ülkeydi.

Bu, fiziksel bedenlerin Altın Işık Şifa tapınaklarında iyileşip gençleştiği ve herkesin sağlıklı olduğu bir ülkeydi.

Bu, insanların birlikte uyum ve mutluluk içinde yaşadıkları ve vecit dolu huzur duydukları bir ülkeydi.

Bu, herkesin aynı ailenin bir üyesi olarak kabul edildiği ve çocukların birer armağan olarak görüldükleri bir ülkeydi.

Bu, herkesin günlük yaşamda doğal olarak birlikte eğlenip oynadığı ve şarkılar söylediği bir ülkeydi.

Bu, insanlar arasında iletişimin Doğru, Sevgi ve Saygı Dolu olduğu bir ülkeydi. Biz birbirimizin gözlerine bakar ve o gözlerden Gerçek Özümüzün yansıdığını görürdük.

Yunuslar, hayvanlar ve bitkiler, kristaller ve yıldızla, dağlar ve deniz de ailemizin bir parçasıydı ve hepsiyle yakın bir biçimde iletişim kurardık.

Ruhlarımız mutlu ve doyumlu bir halde, neşeyle dans ederdik ve boş zamanlarımızda yaratıcı çalışmalar yapardık. Biz bu dünyaya yeteneklerimizi ve becerilerimizi bilerek gelmiştik, bu yüzden işlerimiz neşe ve eğlence doluydu; en büyük sevincimizin bir ifadesiydi. Biz yaşamın Evrensel düzenindeki esas yerimizin farkındaydık.

Ama bu bir peri masalı değildir. Bu derin bir biliştir. Aslında bu bilişin bir kısmı şu ansa sizin mevcuttur. Biz bu belleğin içinizde tam olarak uyanmasını bekliyorduk.

Adam Atlantis’den de eski, süptil ruh bedenle katılaşmış madde beden arasında geçişler yapan bu insanlık seyrini ilgiyle takip ediyordu. Katılaşmış madde beden ruh için bu denli ağır,  sıkıntılı ve kısıtlayıcı durumu yaratıyorsa, bu geçiş bilinmeyen bir nevi “Araf” olabilir miydi, Cennet - Cehennem arasında. Öyle ise eğer Adem’in Havva nedeniyle cennetten çıkarılmasını anlatan hikaye daha önceden de düşündüğü gibi tamamen sembolik bir anlatım olabilirdi. İlk defa bu hikâyeyi ortaya atan kimlerdi. İnsanlığın bir sembolizma dönemi yaşadığı ortadaydı, yeterli şuursal açılımdan uzak olduğu için.  Aldatıcı sistemin devreye yılan sembolizmasıyla girmesi, insanlığın üçüncü gelişim sürecinde mi başlamıştı. Bazı bilgilerde sadece insanın düşüşü, bazılarında DNA’nın on iki sarmaldan ikiye düşüşü olarak bahsedilen devre bu dönemde mi olmuştur? DNA sarmalının yapısı yılanla mı sembolleştirilmiştir? Maddeleşmiş Yaradılışın ihtiyacı mıydı dualite. Dişil ve eril güç bu dönemde bedenlenmiş olarak ortaya çıktığına göre, Lemuryalılar olarak tanımlanan devrenin varlıkları bir atılma olayı yerine, insan gelişimi için gerekli olan seyrin yeni bir devresine mi geçmişlerdi? Dünya üzerinde bedenlenmiş hayvanlar, bitkiler eril ve dişil programa insanlardan çok daha öncemi geçmişlerdi, yoksa onlar başka dünyalardan getirilen ve insanın yaşadığı safhayı daha önceden geçirmiş olan varlıklar mıydı?  Bu demektir ki tüm insanlık “eğer başka oluşumlar –enkarneler- yok olduysa” bu günkü insan formunda dünya üzerinde yer alan Lemuryalılar’dan türeyen varlıklar olarak bulunmaktadır. Kökenleri aynıdır, değişimleri ise ya dünya şartlarına göre oluşmuş, ya da başka ilgili sistemlerin müdahaleleriyle ortaya çıkmıştır. Adam Lemuryalıların, başka yerlerden enkarne olduklarını söyledikleri insanların,- okuduğu bazı bağlantı kitaplarından-, dünya da çok çeşitli planetlerin gelişmiş varlıklarının yaratımlar yaptığını biliyordu ve onlar hala Lemuryalılar la karışmış olarak dünyada mıydılar? Bu gün yeryüzünde, Dünyaya geldiği zaman ki saflığı koruyabilen bir millet ya da insan toplulukları var mıydı? Onlar ilkel kabile olarak tanımlanan ve çok şey bilen insanlar olabilirler mi? İnsan “Ruh’u”, O’nun dünyasını yeniden aramaya ve O’nun gücüyle güçlenmeye, bilgilenmeye ve ondan aldıklarıyla yaşama başlamaya Altıncı kök soyla başlayacak ve “Altın Çağ” olarak bilinen yeniden yükseliş zamanının Ruh Dünyasının bilinmesi ve gücüyle mi olacaktır? İnsan bu güne kadar Ruh hakkında çok az şey bilmiştir ve esrarını hep korumuştur. İnsanlık geçireceği büyük yıkımdan sonra yeniden doğacaktır “Altın Çağ”da. Ve önünde ne kadar zaman vardır ona ulaşması için!..Bilgiler böyle der…

Okuduğu bilgilerde Lemuryalılar kendilerini esmer, uzun boylu, güzel insanlar olarak tanımlarlar. Batan kıtalarının bu günkü kalıntıları üzerinde yaşayanlar ise boyca bu tanıma pek uymazlar. İnsanlığın gelişimi, şuursal değişim-gelişim gibi fiziksel gelişimde de önemli bir yer tutmuş olmalı. Madde ortamına geçiş yeni bir başlangıç dönemi gerektirirken bu insanın yeniden bebeklik dönemine geçişinin bir gereği midir? Bir bilgi der ki “ insanlık yeni bir hamurdur” Burada kastedilen ruhun enerjisinin madde bedene geçişiyle mi ilgilidir. İnsan kavramı ilk burada mı devreye girmiştir?

Düşünüyordu adam her bildiğini birbirine bilebildiği ve inanabildiği kadar doğru bağlamaya çalışarak. Bağlayamadıklarını ise bir gün işime yarar düşüncesiyle zihninde düzenli bir şekilde istifleyerek. İnsanlık yedinci ve son döneme geçtikten ve dünya gelişim yaşamı sona erdikten sonra, ruh nasıl bir yolda gelişimini sürdürecek.. Şimdi yaşananlar insanlığın dibe vuruşunu hızlandırırken teknolojinin yükselişini gösterir. Altıncı Düzen, Beşinci Düzende dünyaya gelmiş farklı özelliklerle donatılmış varlıkların karmaşalar içinde hazırladığı yepyeni ve ışıklı bir düzen olarak kim bilir hangi safhaları yaşayacak. Ve Dünya üzerindeki son düzen olarak betimlenen yedinci Düzen’den sonra hangi Dünyanın şartlarında devam edecek bu yolculuk! Lemuryalılar’ın bir kısmının şimdi bulundukları yer nerede, nasıl bir dünya ve onlar nasıl bir bedene sahipler. Enerji orada, o boyutlarda nasıl tezahür etmede. Bu günün insanlığı kaç bin ya da milyon yıl sonra oralarda olacak. En önemlisi bu günün yaşayan yüksek bilgi görevlileri, şimdi bilgilerini arkadan gelenlere aktarım sistemini kullanmayı başarabiliyor mu?

İnsanlık bu yolu mutlaka yürüyecek, onu kolaylaştırmak varken neden zorlaştırılması için pek çok değer görmezden geliniyor ve gelecek uyuyan düşünce yapısına hükmeden egoya kurban ediliyor? Elbet ki bu esaretin dışına çıkmış pek çok insan var. Ama genel uyuması için her türlü baskı altında. Bilgilerin aldatıcı olarak ifade ettikleri sistem var gücüyle insanlara hükmetmeye çalışıyor ama ışık bir gün her yeri aydınlatacaktır.

Yaradılış, gelişim, yolculuk, ne tesadüfi ne de kontrol dışıdır. Her şey bilinmeyen ince değerlerle ölçülüp biçilir ve sistem programını sektirmeden yürütür. İnsan bireysel tüm geçmişini ve geleceğini kişisel açılımlarıyla bilse ne yapacağını bilemez hale gelir, onun için bu uzun yolda her şey hak edişle adım adım gelişir. Bu zamandaki hak ediş ise ancak genel bilgilerden öğrenerek uyguladığı değerlerle mümkündür. O bilgiler, anlaşılıp doğru kullanılırsa varoluş yolculuğunda ona ışık olacak rehberlerdir.  

Unutmayalım.  Beşinci Dönemin karmaşası içinde kaybolmamak için, mümkün olduğunca bilgileri ve onların öğrettiklerini doğru bilelim ve yaşayalım. Düşünmek. “Her şey düşünmeyle başlar” demişti bir büyük. Düşün ki bilesin. Neyi mi, gerçek insan olmanın ne olduğunu, ne gibi safhalardan geçtiğini ve genlerinde onlardan kalan izlerin ne olduğunu anlamak için. Gerçekten bilmediğin, sadece kütüphanendeki içini okumadığın, arka sayfa bilgisiyle yetindiğin, ya da eleştirmenlerin anlattıklarıyla bilgi sahibi olduğunu düşündüğün,  o bilgiyle yetindiğin  bir kitap gibi zihninde duran bilgi, ağzından sözcükleri dökebilir sadece, ya da seni zihnine kazınmış pek çok yalan yanlış bilginin, esiri olarak tutar. Bu esaret seni O’nun ışığından uzak tutar ki, bu O’nun istemediğidir.

25 Mayıs 2014 Aysel Ongun

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap