Ben Geldim XXXXI

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

41

Zamanı farklılaştırmak, ona has değerleri ve gücü elde etmiş her insanın ulaşacağı bir noktadır. Geçmişte bunun öyküleri ermişler, veliler, peygamberler ve tüm öğretilerin üstatları tarafından yaşanmıştır. Örnekler mitlerde, masallarda ve yakın zaman dinsel anlatımlarında yer bulmuştur. En basiti bir insanın aynı anda iki yerde birden görünebilmesidir, ya da bir anda ortadan yok olması gibi. Burada olan gerçek zaman olarak adlandırdığımız, hem var hem de olmayan bir yaratılış değerinin, ya da yasa diyebileceğimiz bir öz’ün içerdiği yasalarda, insanın kullanımına evrensel sistemlerce izin verilen kısmını bilinçli olarak kullanabilmesidir.. Mucize değildir ve onu kullanabilecek seviyeye erişmiş her insanın başarabileceği şeydir. Zamanı farklılaştırmak çok değişik nedenler ve yasalar içinde olabilir ama unutulmaması gereken onun sadece nokta bile oluşturamayan bir parçasına insanın hükmedebileceğidir.  Onu bulunduğumuz şuur seviyesinde yerine göre bir çeşit illüzyon yaratabilme gücü olarak da görebiliriz. Önemli olan bunu başarmış insanın onu nasıl kullanacağıdır. Işık ve karanlık ya da diğer ifadesiyle sevgi ve korku sistemleri, bir anlamda evrensel fizik yasalarıyla gerçekleştirilen bu tür eylemleri elbette kendi yasaları içinde kullanacaktır. Korku, korkan insanın ürettiği enerji ve onun gücüyle beslenip büyürken, sevgi de gerçek sevgiyi yaşayanların ürettikleri enerjiyle karanlık kalplerde ışık olmaya başlayacaktır. Zaman bu iki gücün karşılıklı verdiği yaşam savaşını içinde bulundurduğu zamandır.

Bu binleri bulan yüzyıllardır, sanki doğalı olan buymuş gibi, ışığı büyük ölçüde öğretilerle perdeleyerek, insanlığa aşılanmıştır. Dünyada büyük öğretilerin çıktığı bölgeye ve orada sürekli yaşananlara bakıldığında, hepsinin öğretileri kullanarak meydana getirildiği, yeryüzüne o kaynaktan yayıldığı açıkça görülür. Ve o bölge “Karanlık güçlerin” dünyada bulunan en güçlü merkezlerinden biridir. Din dediğimiz öğretiler karanlığı yok etmek için oradan yayılmışsa da, karanlık eller onların dört ayrı zamanda doğan ışıklarını süratle yok etmeye başlamıştır. Dördüncüsü İran’da doğan Zerdüşt dinidir. Ve bu dört dinin en eskisidir. MÖ 538 gibi.  Daha önce İran da hâkim olan Hindu öğretilerinden büyük ölçüde etkilenmiş ve kendinden sonra gelecek olan habercileri de etkilemiştir. Bölgesel kaldığı için büyük olaylarda imzası yoktur. Öğretisinde kadına büyük değer vermesine rağmen bu gün geldiği durum da ortadadır.   İsa sevin derken, takipçileri sözde öğretilerini yayma bahanesiyle yeryüzünü kanla, acıyla, istilaya başlamışlardır. İnsanlığın en büyük katliamını, sömürülerini yapanlar ve hala da çeşitli yöntemlerle yapmaya devam edenler “ sev diyenin” sözde takipçileridir. Onların Tanrının bilgilerini satır satır anlatan bir kitapları yoktur. Çok çeşitli kaynaklardan derlenmiş değişik kitapları vardır.   Bana göre, Bir diğer öğreti  “Oku” derken Tanrısal eğitim bilgilerini kaynağından oku,  bilgilen ve ona göre insanlığı  ilettiklerinle geliştir, onları da okumaya çalıştır anlamını taşır. Yani şuurca geliştirdir bunun anlamı. İnsan şuurca gelişerek yücelir.  Olmamıştır. Onda da kan dökülmüştür, “sev” de döküldüğü kadar olmasa da. Onun muhteşem önerileri saptırılmış, değerler kişisel yorumlara  “biat” etmeye yönlendirilmiştir.  Bir diğerinin kesin on emri vardır, başta da “öldürmeyeceksin” der ama onun savaşma şekli diğerlerinden çok daha ustaca, örtülü bir biçimde insanlığı yok etme üzerinedir. Üç kitaplı Din büyüğünden İsa ile Musa’nın takipçilerinin bu gün ne kadar yakınlık içinde olduklarını (her ikisi de insanlığı bir biçimde büyük ölçüde yok etme çabası içinde) ve Muhammed’in öğretilerini nasıl saptırmaya uğraştıklarının amacı dünyaya tek başlarına hükmetme çabası ise, iki ortağın neden bir başka yüksek öğretiyi yok ederek bunu başarmaya çalışması düşünülmesi gereken ilginç bir noktadır.

Günümüz insanı geçmiş hakkında doğru ve geniş bilgilenip, onu çözümleyip, akıl, mantık ve vicdan bütünlüğü içinde değerlendirdiğinde, ışığın nerelerde, nasıl ortaya çıktığını, neler yaptığını, aynı şekilde karanlığında hükmettiği noktaları ve tekniklerini açıkça görecektir. Karanlık korku temellidir ve insan en basitinden neden korktuğunu, korkunun nelere sebep olduğunu biraz olsun anlamaya çalışsa, düşüncelerini, isteklerini, tercihlerini büyük ölçüde ondan uzak kılmanın yapacağı en doğru hal olduğunu görür. Bilmediği şey, korkmaya devam ettiği ve korkusunu yine korku temelli olarak aşmaya devam ettiği müddetçe bu düşüncelerin, isteklerin, tercihlerin korkuyu bilinçsizce beslediğidir. Korku yaşamın neredeyse yarıdan fazlasını esir almıştır ve bunun böyle olmasının sebebi de insanın kendini bilmemesidir.  Oysaki her düşünce, davranış, bir anlamda yaşayış sevgi temelli olsa, o zaman çok şey değişecektir hayatında ışığın gücüyle. 

Bir düşünelim, başımıza nelerin gelmesinden korkuyoruz. Sakın ben hiçbir şeyden korkmuyorum gibi bilinçsizce bir düşünceye kapılmayın. İnsan çok şeyden korkar ama onların korku olduğunu bile anlamaz, bambaşka kılıflar giydirir korkularına. Hatta sevgisinde bile, gerçekten sevgi gücünü yaşamıyorsa korku vardır.

Her varlık doğduğu andan itibaren korku ve sevgi enerjisinin etkisi içindedir. Gelişimi için hayati bir önem taşıyan bu iki duygu onun yoldaşı olacaktır ışığa kavuşuncaya kadar. Dünyasal “Seçim yasası” doğum anıyla birlikte devreye girer.  Varlığın henüz bilmediği bir yerde bedenlenmesi onun ilk korkusu olacaktır ve bu korku annenin kalbi üzerine yatırıldığında biraz olsun hafifler. Varlık orada henüz unutmadığı geldiği boyutun sıcaklığını, yakınlığını bulur.  Bu nedenle kalp üzerine doğru kucaklanmış bir bebek rahatlar. Annenin ya da babanın pek de bilmediği, iki tanrısal enerjinin birleşmesidir bu anlar. Bebek hala ışık içinde olduğunu bilir, ama uzun sürmez bu. Kucak yerini yatağa bırakır ve bebek ilk yalnızlığı yaşar biraz da korkarak.  Ve böylece dualite devreye girer; Sevgi ve korku. Çok basitinden örneklersek, yeni doğmuş bir çocuğun aile davranışlarıyla başlayan korkusu yaşamına girmiştir.  Ağladığı zaman susturmak için sallamak bebekte nasıl bir duygu yaratır bilmeyiz. Onun susması bir anlamda yaşadığı şok’dan mı yoksa rahatlama mı ! Onu odasında yalnız bırakmakla ne hisseder anlamaya bile çalışmayız. Bebek ruhsal olarak ne durumdadır, o aklımıza bile gelmez. Çünkü ailenin de haberi yoktur bundan.  Bebek korkuyu doğar doğmaz tatmaya başlamıştır. Biraz büyüyünce ona dokunma, buna dokunma, bunu yemezsen hasta olursun. Üşütme üstünü kalın giy hasta olursun. Sokakta oynama düşersin. Okulda başarılı olmalısın, başarılı olamazsan fakir olursun. Bak bunun evi yok. Onu kimse istemez. İyi bir işin olmalı. Çok para kazanmalısın. Önce kendini düşün. Hayvanlara fazla yaklaşma ne yapacakları bilinmez. Büyüklerine saygılı ol, olmazsan cennete gidemezsin, cehennemde yanarsın ifadesinin ardından anlatılan korkunç masallar, sözde uyarı olarak ve bilince yerleştirilen ölüm korkusu,   falan filan. Tüm bunlar önce ailelerin sonra toplumun çocukluktan itibaren insana aşıladığı korku faktörleridir ve neredeyse her ailede yaşanan örneklenenden çok daha fazladır bunlar. İlginç olan çocuk büyüdükçe korkusunun en büyük tetikçisi bazen savunma, koruma, çoğunlukla da kişisel menfaattir. Menfaat bir anlamda “ben” temelinin de kaynağıdır.


Bu tür söylemlerin içinde en tehlikelisi hangi Tanrısal öğreti olursa olsun, onun giysisiyle süslenip sözde o körpe varlığı insanlardan, doğadan, geniş açılı düşünme yetisinden uzak kılanlardır.  Ardından gelenler ise son zamanlarda çok moda olan “Önce kendini düşün” betimlemesidir. Öğreti ağırlıklı olanlar neredeyse bütünüyle soyut kaldığından pek çok insanın korkulu rüyası “ölüm ve sonrası ile” hükmünü dilediğince sürdürür. Sevgi bazında düşünüldüğünde öğretiler ve yorumcuları neden insanlara korkunun bu en bilinmez noktasıyla yön vermişlerdir. Varılacak noktada şayet yasalara uyarak yaşanıyorsa, Ödül olarak verdikleri  “Cennet” betimlemesiyle tanımlanan değerlerdir. Yaşamıyorsanız cehennemdir kısmetiniz. Demek isterler ki, “sizlere gösterilen gelişim yolunda gitmek yerine keyfinizce yaşamayı seçerseniz bu iki sondan yanlış olana varırsınız ve “orada ebediyen kalırsınız” Oysaki insanların anladığı tümüyle yok oluş, maddesel yapı için bile yoktur. Yaratılış, yok oluş üzerine değil, değişim üzerine kurulmuştur ve değişim var oluşun canlılığıdır.

“Zamanın durduğu yerde biz varız dostlar, bunun farkında mısınız!

Gönülden gönüle akar dururuz da yıkayacak el bulamaz boşa akarız.

Renktir eylemimiz, sestir gücümüz

Biz var ederken yok olan bilinmez gücüz.”

Bir sabah yine derin düşüncelere dalmışken bu mısralar ve devamı dökülmüştü dudaklarından. Adam o günlerde anlayamamıştı ne anlatılmak istendiğini ama bir zaman  sonra biraz olsa anlayabilmişti değişik anlatımlardaki bilgilerle birleştirerek.

“Evet” demişti dostu yine bir sabah gün ağarırken “Yok olmaya var mısın?”  ve değişimin anlaşmasına o sabah mührünü basmıştı adam.

Değişim, Evren’in canlılığını sağlayan muhteşem bir oluşum çarkı. Ve bu çark insan hayatında da sürekli dönmede. Çarkın her dişlisinde bir öne taşınabiliyorsa insan, bir piramit şeklinde yükselen bu çarkın son basamağında olması gereken yeni çarka adım atacaktır. Değişim olmadan aynı yerde dolanır durur insan ve tekâmül gerçeğini bir hayatla sınırlayanlar bu noktada insana en büyük kötülüğü yapmadalar. Yani insan madde yapısını terk ettikten sonra cennet ya da cehennem tanımlaması içinde anlatılan yerde sonsuza kadar kalmayacaktır. Ve elbette yapacaktır nerde olursa olsun açık şuurluluğuyla yaşamının hesabını mutlak şuurun önünde. İnsanın kendiyle hesaplaşması zamanında, varlığın yaşadığı safhadır cennet ve cehennem,   benliksiz, egosuz.

Adam iç hesaplaşmasına böylesine, yaşarken açık bir şuurla başladığında, cenneti de cehennemi de açıkça gördü. Önemli olan açık şuurla ve insansı duygu bağımlılığından uzak olabilmektir burada.  Kolay değildir ama başarılabilir.

Ve UFO olarak tanımlanan cisimlerle gelenlerin, dünya insanına her zaman felaket getirdiğini anlatan filimler, romanlar haberler insana karanlığın gücünü bir kere daha etkileyici bir biçimde yansıtmaktadır. Bu karanlık güçlerin bazı insanlarla yaptıkları anlaşmalarla -bir anlamda insanlar bilincinde olmasalar da-  gelişmiş teknolojiyi ve büyük öğretileri de kullanarak dünyayı ele geçirme planlarıdır ama Işık elbette geçmişte de olduğu gibi karanlığa aydınlatacaktır.

Adam bir ışık varlığıyla temas halindeydi ve insanlığa karanlık günlerde hizmet için hazırlanıyordu. O bir hizmetkâr olacaktı sadece, acı çekene yardım elini uzatacak olan. Işık sevgi temellidir ve sevgi karanlığın hapsettiği her yüreği aydınlatacaktır.

İnsan ışığa muhtaçtır huzur bulabilmek için. Ve o günler gelecektir elbette, büyük acılar yaşansa da…

Adam düşünüyor, hissediyor ve uyguluyordu, bilgilerdeki “Gerçekten insan olabilme’nin esaslarını”

Dostu izliyordu onu, öğrencisinden memnun.

8 Eylül 2016 Aysel ongun.

 Yorumlar
Genel Değerlendirme..:      Toplam yorum sayısı: 1
Yorum Yapınız...

Bu yoruma katılıyor musunuz? Evet
%100
    Hayır
%0
   28/09/2016
Ayesel hanım bü müthiş yazı ve Bilgiler için teşekkür ediyorum. Düşüncenize ve Kaleminize sağlık. Uzun zamandır yoktunuz, merak etmiştim. Tekrar var olmanıza çok sevindim. Çünkü yazılarınızı büyük bir ilgi ve keyifle izliyordum. İzlemeye devam edeceğim içinde çok mutlu oldum. Sevgiyle..
Yazan: Süleyman Sırrı