Ben Geldim XXI

 

 

Lütfen kopyalarken nereden aldığınızı belirtiniz. Bu emeğe saygıdır.

Ben geldim

21

Adam bir semboldür. Tüm yazılanlar, değişik kaynaklardan alınan bilgiler, gözlemler ve içsel sorgulamalar sonucu ortaya çıkan düşünce açılımlarının sonucudur. Amaç düşünmek ve düşündürtmektir, inandırmak değil.

Koyu renkli yazılar kitaplardan alınmıştır ve seri sonunda listelenecektir. 

Adam lemuryalılar hakkında okuduklarından etkilenmişti. Onlar kendi anlatımlarına göre, Dünya’ya başka bir yerde ruh varlıkları olarak yaratıldıktan sonra, katı madde âlemini kısıtlanmamış DNA’larıyla, ruhsal ve fiziksel bedenleriyle deneyimlemek için gelmiş ve Dünya öğrenimlerini fiziksel yapılarıyla deneyimlemeleri gelişlerinden ancak binlerce yıl sonra olmuştu. Çünkü Dünya da, bütünlenme döneminin son safhasını geçiriyordu gerekli olan şekli ve yapıyı alabilmek için. Geldiklerinde kendileri gibi, gelişim içinde olan varlıklarla karşılaşmışlardı. Bir geçiş dönemi yaşanıyordu Dünyada, bu zaman içine yayılmış, bir yaratılış evresiydi. Hiçbir şey bir anda olmaz. İnsan hayatında bile, olumlu ya da olumsuz noktalar bir tek yaşanmışlığın sonucu değildir.   Son noktayı hazırlayan faktörler daha önceden adım adım devreye girmiştir. 

Adam düşünmeyi, yorumlamayı, bağlamayı daha üst bir şuur açıklığıyla yaptıkça, doğru başlangıcın önemini çok daha iyi anlar olmuştu. Hatalı başlangıçlar doğru olanlardan daha çoktur ve “Reenkarnasyon” denilen dönüştürücü yaşam tekrarları, bunun için vardır. Hatalı başlangıçları düzeltmek konu ne olursa olsun, her zaman doğru başlangıç yapmaktan daha zordur, daha çok emek ister,  çünkü önce yanlışı temizlemek gerektir ki, bu da zamanda geri koyar insanı doğruyu görebilmek için ve çoğunlukla da hatalarla başlar çok şeye. Bu onun bilgi, gelişmişlik, sevgi ve yaşadığı ego seviyesinden kaynaklanır. Oldurmak istediği her ne ise onu dar görüş, alanından biçimlendirmektedir. İnsan bir tek yaşam içinde bile reenkarnasyon “dönüştürücü” yasasının sürekliliğini yaşayabilir. Sınavlar bunun için vardır, farkında olunsa da olunmasa da. İnsan düşüncede, duyguda, egoda, bir üst değişim istiyor ve bunun bilincinde olarak tüm varlığıyla tamamlanmaya çalışıyorsa, attığı her adımda yeni bir doğuş yaşıyordur. Yaşarken ölmek budur. Bilincin hücrelerimiz gibi sürekli olarak yenilenmesi. Yenilenemeyen bilinç uyuşur, fonksiyonsuz kalır.  Bilinmeyen son nokta ise O’nca iznedilen seviyedeki insan olayının boyutsal saf bilinç halidir. Gerçek son nokta olarak asla düşünülemez.   Yeryüzünde hatasız olan bir tek insan yoktur, tüm insanlık bir dönüşüm programındadır ve bu nedenle de kimsenin kimseyi hor görme hakkı yoktur.   Akıl ve düşünme yetisiyle sınanan ve gelişen insan, olması gereken bilinç halini yaşarken kazanmak zorundadır ve değişmeye gönüllü olmayan insan, değişmesi gerekenlerin telafisi için tekrar tekrar dünya ortamında boy gösterecektir. Yaradılışta gelişimden kaçmak gibi bir durum yoktur.  

Lemurya ve lemuryalılar için okudukları çok ama çok eski bir zamanın anlatımlarıydı, onlarla ruhsal bağlantı kuran kişilerin kitaplaşan bağlantılarında. Ve adam anlamaya kitapların, hatta yeni karşılaştığı, son zamanların değişik iletişim kaynaklarının bilgileriyle devam edecekti.  Araştırdıkça çevresinde o kadar çok, farklı amaçlar içeren,  ruhsal ya da bilimsel bilgi kaynağıyla karşılaşıyordu ki, sanki dünya dışı güçler, insanlığa içinde bulunduğu zamanın nasıl bir zaman olduğunu anlatmaya ve geleceğin insanlık için ne olacağını değişik, olumlu ya da olumsuz ama sonunda bir noktada birleşen bilgilerle, zihinlere işlemeye çalışıyorlardı. Genelde kişiye göre farklı algılanan olumsuz olan her şey, eğer üzerinde tarafsız düşünülebiliyorsa, olumlunun itici gücüdür. Gerçeğin ne olduğu kolay kolay bilinemese de.  Kıyamet denilen olguyu yaşamak insanın kesinleşmiş kaderi değildir. O sevginin gerçek içeriğinde gelişen her insanın değiştirebileceği bir kaderdir.  Baştan beri okuduğu her şeyde bu vardı. Anlatılanlar, onlardan anlaşılması ve yaşanması gerekenler. Zihninde geniş bir kütüphane oluşuyordu sanki. Bilim insanı değildi ama bunun DNA’nın yeni boyut değişimi için yapması gereken açılımda ne kadar önemli olduğunu biliyordu. İnsan DNA sı açık olan iki sarmaldan dört sarmala açılmak yolundaydı bir dönemi daha tamamlamak için.  Önünde tam gelişimi için çok uzun zamanlar vardı. Bazı bilgiler “Oniki”DNA’dan” bahsediyordu tam gelişmesi için. Hatırladığı bir bilgide ise “İnsanlık henüz bebeklik aşamasında” deniyordu. Milyonlarca yıl süren bebeklik çağı ve daha iki DNA. Oniki için önünde kaç milyon yıl daha var kim bilir, kolay hesaplanmayacak. Sahip olduğu bireysel ruh’un yolculuğunu tamamlayabilmesi için. Ruh’u da anlatacaktı ilerleyen yazılarında öğrenebildiği kadar.  

Kitaplar hayatına yeniden girmişti, okumaya başladığı ilk zamandan çok daha seçici olarak. Ve o hiçbir bilgiye ve doğmaya bağlanmadan, öylesine özgür, düşüncesi sadece kendi kontrolunda, her bilgiye açık olarak okumaya, düşünmeye devam ediyordu. Doğru veya yanlış onun için yoktu, bu da kabul ve reddediş gibi kesin bir hükümden onu uzaklaştırıyordu. Konuşabildiği kişilerde “inanç sahibi değil” ya “da bu da amma saçma düşünüyor” gibi, küçümser bir algı yaratan durumu ona farklı bir özgürlük yaşatıyordu zihni ve düşünceleri açısından. Bu da duygularındaki ve algısındaki ego baskısını azaltıyor ve o yaşama daha sağlıklı bakabiliyordu. Adam değişiyordu zamanın gücü içinde yeniyi karşılayabilmek için. Çevresindeki tepkiyi umursamaktan vazgeçtiğini anlıyordu. Bilmediği bir güç, damarlarından akanda değişim yapıyor gibiydi. Özgürdü düşüncelerinde alabildiğine özgür. Hayatını ise daha doğru, daha çalışkan, sevecen, hizmete, paylaşmaya açık ve hükümsüz yaşıyordu. İçsel aydınlığı yüzüne vuruyordu. Fizik yapısında bir farklılık olmamasına rağmen, iç güzelliği yansıyordu insanlara ve ne gariptir ki bu da çok kişiyi rahatsız ediyordu. 

İnsan kendine benzemeyen insana her zaman duyguları yönünde farklı bir davranış içindedir. Geçmiş bunların hikâyeleriyle doludur. Bu yadırgama orta çağda doruğa çıkmış, sanatçılar, düşünürler, bilim insanları, hatta insanlığa yardım için bulunan görevliler cadı tanımlamalarıyla yok edilmeye çalışılmıştır. Avrupa bunda doruğa çıkmıştır din örtüsü içinde. Üst enerji her zaman her şeyin kabulündedir ama alt enerjinin gücünü yaşayanlar için bu öyle değildir. Hırs, kıskançlık, tahakküm etme isteği gibi alt ego duyguları onlarda tüm gücüyle yaşamadadır bu gün de, Dünyada izlediğimiz gibi. Ve onlar zafer kazanmış gibi hissederler kendilerini insanlığa her zarar verdiklerinde, oysaki neler kaybetmedeler Gerçek önünde tanrıları para ve birilerinin çıkarları için şartlandırılmış inançları ile.   

Ufo’dakiler, sıradan bir insanın değişim seyrini izliyorlardı onda. İlginç olan bu safhada onlarda da bir şeylerin değişmesiydi. Bir yasa devredeydi adamca hissedilen, ona kimsenin söylemediği veya hiçbir yerde okumadığı; üst boyut varlıkları için bu “değiştirdiğin kadar değişirsin, insanlık içinse değiştiğin kadar değiştirirsin” anlamını içeriyordu. Yaradılışın yapısında değişmeyen yasaların hiyerarşik düzeni işliyordu, adam bundan emindi ve o, bilmesi gereken Gerçeğin değişik isimlerle anılan o “Büyük Kitap” ını okumaya gittikçe yaklaşıyordu. 

Lemuryalılar, şimdi neredeydiler. Nasıl bir haldeydiler, insanlık onların gittiği yolu mu izleyecekti. Davetleri bunun için miydi! Lemuryalılar mıydı onunla bağlantı kuran Ufodaki bilmediği varlıklar. Onlar bireysel ruhların deneysel ortamlarını yaşarken kendilerini Lemurya bilgilerinde” Büyükler” olarak tanıtan varlıkların, evrensel sistemdeki yerleri neredeydi. Adam hiçbir toplumun yol göstericisi olmadan gelişebileceğine ihtimal vermiyordu ama kimilerinde de yol göstericiler insanlığın çıkarcılığına kurban ediliyordu.  Bu, ruhsal ya da teknolojik boyut olsa da değişmezdi. Dünya geçmişi, bu günün üzerinde değerlerin doğup büyüdüğü, sonra da yok olduğu anılarla yüklüydü. “Ah bir konuşabilse” diye düşünüyordu adam, toprak, su, hava. Onlar konuşuyorlar ama duyan yok!..  Ve birileri neredeyse bilgilere göre yüz yılı aşkın bir zamandır insanlarla daha yakın bağlantılar içindeydiler. Kimileri isimleri ve geldikleri sistemleri tanıtırken, sadece bilgi aktaran meçhuller,  kendileri hakkında hiçbir bilgi vermiyorlardı. Bu arada parazit sistemler de devredeydi tabii. Çeşitli iletimler. Adam bilmiyordu onları ama bildiği tek şey gittikçe açılan zihin yapısının, onu daha farklı bir üst bulunuşa doğru çektiğiydi. Bu yolculuktan vazgeçemezdi. 

Kendilerini lemuryalı Büyükler olarak tanıtan varlıkların uygarlıkları binlerce yıl önce Bu gün Pasifik denen bölgede bulunan Büyük bir kıtada doğup gelişmişti. Kıta MU ya da onların ifadeleriyle MUKALİA olarak bilinendir. Onlar bulundukları yeri lEMURYA olarak tanımlarlar, daha sonra o topraklarda ATLANTİS doğmuştur ve Atantis lemurya yok olduktan binlerce yıl sonra son bulmuştur. Dünya üzerinde en fazla adı geçen geçmiş Atlantistir. Lemuryadan ise anlatılara göre çok az şey kalmıştır yeryüzünde ve deniz dibinde, henüz bilinmeyen varlıklarıyla bağlantılı. 

“Bizim ruhlarımız, Dünya’ya gelmeden önce, Andromeda, Sirius ve Orion galaksilerinden ve diğer boyutlardan güneş sisteminizdeki Venüs’e göç etmişlerdir”.  

 Göç neden oldu diye düşündü adam. Okuduğu neredeyse her satır, bilmesi gereken yeni bir soru oluşturuyordu düşüncesinde.   Bu bir sürgün müydü, yoksa gelişim seyri ihtiyacı mı. Ya da başka bir neden.  Hani Adem ile Havva’nın cennetten kovulması sembolizmasının komik anlatımı içinde saklı anlamlar gibi. İşleyen sistemlerin nedenlerini bilmesine olanak yoktu. Anladığı kadar anlayacaktı her insan gibi. Ama Dünyada kaç insan anlamak isteyecekti böylesine gereksiz gördükleri şeyleri. Yoksullukla boğuşanlardan, tepedeki en varlıklı olanlara kadar. Yoksul doyabilmek ve birazda insanca yaşayabilmek için çabalarken böyle şeyleri düşünemezdi elbette. Hep benim olsun diyenler ise onun gözünde artık sadece biçim olarak insandılar. O,  anlayacaktı elbet bazı şeyleri gereken gayreti, insanlıktan beklenen sevgi, hizmet ve paylaşım atmosferi içinde gösterdikçe ki, o Gerçek Sevginin de ne olduğunu henüz bilmemesine rağmen, insanca sevginin sıradan, biraz da hayvansı tezahürlerini aşarak yaşamaya çalışıyordu içinden yükselen bir ateşle. Anlamanın son noktası olamazdı.

 Adam için sadece, tanımlanamayacak ve adlandırılamayacak olan O’ dur ve onun düzenlediği muhteşem hiyerarşisidir tüm yaratılışı gerçekleştiren. . .  

 Tanımlanamaz bir Yücelik ve tanımlanamaz büyüklükte bir var ediş.  Yaratılış ve var ediş bilinmeyen, bilindiği kadarıyla tanımlanmaya çalışılan muhteşem bir sistemin eseri. Belki de hiçbir zaman tümüyle bilinmeyecek olan tanımsız büyüklük. İnsan bu büyüklüğün henüz başında daha nasıl yaratıldığını bile tam anlamıyla bilmeyen. Anlatılanlar sadece hikâye ve hikâyelerin sembollediği gerçekler. Çoğunlukla ortaya konduktan sonra, insanların yorumlarıyla değişime uğramış, parçalanmış,  çıkarlar uğruna kana bulanmış öğretiler; Elçiliklerle gelen öğretiler. Ne yazık ki Dünyadaki tüm öğretiler, insanların kendilerine biçtiği aynı kaderi yaşamadadır günümüzde.  İnsan geçmişini bilip, önünü daha sağlıklı görebilmek için bilmek, düşünmek, üst düşüncelere açılacak liyakati elde etmek için çabalamalı.  Bunu başaran üstatlar mutlaka vardı geçmişte. Şimdi insanlığa bilgileri aktaranlar olarak. Onlar bilmeyi başardılarsa eğer, o yol her insana açık demektir, yeter ki onlar gibi ol!.. Ve onlar kişisel gelişimlerinden hiç bahsetmezler ama insanlara nasıl olmaları hakkında bilgi verirler. Gelmiş geçmiş tüm öğretiler bunu yapmışlardır yozlaşmadan önce. O’nun önünde her insan bu konuda özgürdür, yapar veya yapmaz.  Ve önemli olan, yakınlık duyulan öğretinin, konusunun, yorumlarının, kullanımlarının dikkatle incelenmesi, uygulamasının sonuçlarındaki tutarsızlıkların ve şuurca geri bırakılmışlığın görülmesi, bilinçsiz bir kabulle birinin peşine takılıp gidilmemesidir.  Bu geçmişten gelen, zamanımızda farklı şekle dönüşen tüm öğretiler, ya da geleceği anlatan bilgi aktarıcıları için geçerlidir.  Bunu anlamak kolay değildir ama her öğretinin ahlak konusunda temel esasları vardır, onları öğrenin yeter. Tabii değişmemiş hallerinden.  Yorumlar ve onlardan hayata geçirilenler birçok değeri yok etmiştir. Siz o saf değerleri uygulayan mısınız yoksa uzak mısınız ve bunu neden yapıyorsunuz? Sevgiden mi, korkudan mı, görev olarak kabul ettiğinizden mi? Değerli olan bunların hiç birini düşünmeden olduğunuz halin doğruluğunu ve sizi ona yaklaştıran enerjisinin varlığını hissetmektir, tüm varlığınızda. O’nla yaşamaktır.!.. Başarınız ve o başarıya kısmet edilen bulunuşunuzla. 

Ve insanlığın bir bölümü önümüzdeki zamanda gerçekliğinde bir adım daha atarak farklı bir boyuta geçecek. Adam lemurya bilgilerinde bir kere daha okumuştu bunu. Altıncı kök soy olarak.   

Adam dünyaya gelen ruhların farklı galaksilerden ve boyutlardan gelip Venüs’de toplandıktan sonra dünyaya göç etmelerine neyin sebep olduğunu merak ederken, başta okuduğu bazı bilgilerin gerçeği kendilerince anlattıklarını hayretle gördü. Dünya onlarca bir deneyim alanı olarak var edilmişti. Onlar yani tanrılar neyi deneyimleyeceklerdi? Yaratım güçlerini mi, bilgilerini mi, ruhla fiziksel yapının uyumunu mu, duyguları mı, neyi!.. Düşündükleri neydi, sonradan çıkarları için savaşan ve dünyayı, insanlığı ele geçiren güçlerle ters düşmeleri ve yeryüzünde sürüp giden karmaşa, kozmik savaşın Dünyaya akseden yüzü olarak adlandırılabilir miydi? Işıkla karanlığın savaşı. Olan sadece onların, ışığın ve karanlığın güç mücadelesi miydi yoksa insanlığı bir adım ileriye taşımak için aşması gereken bilinç halinin değerlendirilmesi miydi? Işık ve karanlık neredeyse okuduğu tüm bilgilerde, kendi anlatımları içinde bir yer kazanıyordu ama gerçekte Işık ve karanlık sürekli eylem içinde olan neyin, hangi güçlerin sembolizmasıydı? Karanlık olarak tanımlanan ve anlatılan güç temelde ışığın farklı ve üst bir frekansta yer alan akış gücü müydü?  Işık olarak algıladığımız ve aydınlanmamıza çeşitli olgularla yardım eden, sevgi temelli güç O’nun yaratımında aynı seviyeye mi sahipti? Karanlık ışığın bilinmeyen, şuurca yükseldikçe bilinecek olan yüzü müydü? Enerjinin rengi olabilir miydi yoksa insanın anlayabilmesi için mi bu sözcükler kullanılıyordu? Dünya renklerinin enerji olarak gücünü, etkilerini sözcük olarak biliyordu, okumuştu “Şakra” bilgilerinde, evrendeki oluşumlarında bizim algımız içinde renkli olduğunu görüyordu bilim insanlarının araştırmaları sayesinde ama onlar sadece bize göreydi. Bir bilgide “beyazda beyaz olmak”tan bahsediyordu ve adam bunun ne anlama geldiğini, belki de bir üst şuura ulaştığında görebileceği farklı renklerden, farklı etkilerden biraz olsa anlayacaktı.   O’nun yaratım enerjisinin rengi neydi!.. O renk bilinmediği için görünüm ve eylem siyah olarak betimlenebilirdi. Gerçek yaratılış bildiğimiz siyahın ötesinde,  farklı olan bir siyah olmalıydı. Adam bir vizyonunda öyle bir siyahla karşılaşmıştı, anlatamadığı ve Ufo’daki dostları ona, “o bilinecek olandır” demişlerdi.  O siyah evrenin ve var olanın gelişimiyle mi ışığa dönüşüyordu. Saklı olan her şey karanlıktır. Bir gün o enerjinin tümü açığa çıkıp kullanıldığında, varoluşta karanlık hiçbir yer, kalmayabilirdi. O zaman yeni bir yaratım başlayacaktı muhakkak. O’nun, O’ asla bilinemeyecek olanın akış seyrinde.  Adam bilgileri becerebildiğince birleştirip düşünmesine rağmen hiçbir şeyin aslının yanına bile yaklaşamadığını hissediyordu. Hissettiği tek şey bu gün içinde bulunduğu insan modelinin gelişme ihtiyacıydı. Bilmediği ruhu ve şöyle böyle bildiği bedeni, aklı, şuurunun, zamanın ihtiyacına göre bir üst bütünlük kazanması ve geçeceği yeni boyutta kendine yer bulmasıydı. Yolun başında, yolun sonundan haberdar olamazdı. Ruh bunun için ölümsüz ve sonsuzdu, O’ her şeyin son bulduğu zamana kadar. 

Adam Ruhun çok daha önceden var olduğuna ve sonsuza dek var olacak Gerçek Varlığın sadece o olduğuna inanıyordu. O değişik kalıplara girebilir, değişik deneyimler yaşayabilir ama özünde bütünlüğünü var oluşundaki esaslar içeriğinde her zaman koruyan bir varlık olarak, O’nun Yaratım Planında ki yerini alabilir. Onun bilinmezliği, sırrı, bugünün dinsel öğreti kitaplarında da yerini korur.  Var olan her şeyin, O’ bilinmez büyüklüğün kendini ifadesi ve bilinmezliği nasıl ki devamlı bir sır perdesi arkasında ise, ruhun da varlığı aynı şekilde sırdır. Adam için bilgideki, önce ruhların varlığının olması, katı madde bedeninin sonradan devreye girmesi ve adına insan denmesi okuduğu, düşündüğü her bilgiden sonra yadırgadığı bir şey değildi. O her şeyde “ilk olan” olmalıydı ve çeşitlemeler onun üzerinden gerçekleşmeliydi. Bir bilgi “ O sizi sevgisinden yarattı” der.  Ruh o bilinmeyen, henüz insanın algısının dışında olan O’nun sevgisi miydi? Onun için mi insanlara sürekli sevgi yolunda gittikleri yolu anlamaları, uygulamaları ve her an gerçek sevginin ne olduğunu bilmeleri için öğretiler gönderiliyordu. Gerçek sevgiyi bilen O Bilinmeyen Yüce Varlıklar, Ruh’un kendisini ifade ettiği “En Büyük Parlak” lar mıydı?  Bir bilgide rastlamıştı bu kelimeye ve “Parlak” kelimesine içten bir yakınlık duymuştu. 

Ruh her şeydeydi ve yaradılışın çeşitlemeleri içinde değişik adlar alarak varlığını sürdürüyordu. O her şeyde, her şeydi. Onu anlamak elbette kolay değildi ama o hissedilebilirdi. İnsan, insanı gerçekten birazcık olsun anladığında ki, bu çok zor, neredeyse imkânsıza yakın bir durumdur, hissettiği onun ruhudur. Var olan gerçekliğidir. Ruh, ruhu bilmiştir. 

“Venüs insanların üzerinde yaşayamayacakları bir gezegendir. Bu yüzden biz orada fiziksel olmayan, buharımsı bedenlerle yaşıyor, oradaki canlıların çoğu gibi, sıvı gazlardan oluşan sıcak okyanuslarda yüzüyorduk. Gazlardan oluştuğumuzdan, tıpkı dumanın kendi çevresinde ve içinde dönebilmesi gibi, birbirimize karışıyorduk. Bazen birkaçımız aynı anda aynı formu işgal ediyorduk. Bizler cinsiyetsiz yaratıklardık. Türümüzden diğer yaratıkların yardımı olmadan, duyarlı biçimde dalgalanan kendi bedenlerimizden yeni yaşamlar üretebiliyorduk. Büyük bir zekâya ve bilince sahiptik ve o gezegende son derece mutlu, uyumlu çağlar geçirdik. Bazı bakımlardan Venüs bizim en sevdiğimiz yerdi.  

Adam bir önceki bilgilerde anlatılan kök soyların ikinci yaşam alanı olarak Venüs’ün uygun görüldüğünü düşündü. Her gelişim seyri için ayrı bir ortam. O zamanda Dünya üzerinde de aynı gelişmelere açık canlılar, dünya için yaratılmış özel canlılar var mıydı? Onlar nereden gelmişlerdi? Bu günkü biçimleri neydi? Geçmiş bilgilerinin bahsettiği, özellikle de Maya bilgilerindeki kuşlar ve sürüngenler medeniyetinin yaratıcıları maddeleşmiş bedenleriyle bu işlemi gerçekleştirirken,  çoğalımlarını o dönemde sadece ruh varlıkları olarak mı yapmışlardı? Dünya da lemuryalılarla beraber yaşayanlar onlar olabilir miydi?   O zamanın ruhsal gerçekliğini yaşayan varlıklar olarak?   Adam birtakım ruhsal varlıkların var olduğunu bilgilerden biliyor ama soruyu yine de sormaktan kendini alıkoyamıyordu. Sorular zihninde sürekli ürüyor ama cevap alamıyordu, belki de bu safhada onun için gereksizdi derinlemesine olan bilgi. O beynini derinlemesine soru üretme yönünden bir eğitime açmıştı sanki ve cevaplar her zaman yeri olduğu zaman geliyordu, yasalar yönünden.

Venüs’den önce, anlatılan bilgilere göre ilk yaratım, sadece Dünya’nın da içinde bulunduğu samanyolu galaksisinden değil, bambaşka galaksilerde de başlamıştı. O Niyette ki yaratımların tümüne insan ve insanın kökeni denilebilir miydi!. Bu gün insan adıyla bilinen yaratım seyri, sürekli değişen gösterisiyle ve gelişimiyle var edişin belli bir zaman için insan adıyla sembolleşen aktif gücünün eseri miydi?  Bir öğreti kitabındaki “O kâinatı senin için yarattı” diye bilinen cümle, evren ölçülerinde kısa bir geçmişi olan dünya insanını değil,  var edişi ve gelişimi sağlayan bir sistemi mi anlatıyordu!. Sürekli yeni şeyler yaratmaya görevli bir sistem. “Her şey bir şeydir.” Ve yaratılış, var ediş, evrenler, olan her şey o bir şeyin değişik yüzleridir.

Adam araştırdıkça ve düşündükçe insanı ve yaratılışını, düşüncelerinin bambaşka yönlere doğru kaydığını hissediyordu. Düşüncelerinde bilimsellikten pek bir şey yoktu, çünkü gerçek bir bilim insanı değildi, o sadece ulaştığı bilgileri içsel gücüyle tartmaya, birleştirmeye ve anlamaya çalışan biriydi. Düşünen biri. Tek bir öğretiye inanan teslim olan değil, araştıran sorgulayan biri. Teslim olduğu tek şey O’ Bilinmeyen ve Bilinemeyecek olan güç ve anladıklarından sonra daha çok anlaması olanların bulunduğunu ona yaşatan duyguydu. O, yaratılışı böyle bilecekti, ruhunun onu çektiği yolda. Kim bilir ne zaman, milyonlarca yıl olarak bile düşünülemeyen hangi zamanın sonunda!.. Enerji O’na geri dönecekti nasılsa ve o, o enerjinin bir parçasıydı, ondan farklı bir şey değil. “Dönüş yine O’nadır.” 

Venüs’teki tekâmülümüz sırasında belli bir noktada, henüz deneyimlemediğimiz fiziksel varoluşu öğrenme zamanının geldiğine karar verdik. Venüs’le aynı güneş sisteminde, güneşe uzaklıkta üçüncü sırada yer alan güzel-yeşil bir dünyada, bir süre önce ortaya çıkan zeki yaşam formuna girmeyi seçtik.” 

Adam Dünya üzerinde de Dünya için yaratılmış varlıklar olduğunu bir kere daha görmüştü.  Hani mitolojide okuduğu o sürekli evrim geçiren varlıkların insan olduğunun teyidiydi bu. 

Adam insanın yaratılışının hangi evresinde bunun gerçekleşmiş olduğunu bilmiyordu. İnsan denen varlık o dönemde fiziksel yapısıyla daha farklı bir ruh grubunun gelişimine aracılık ederek mi onun tekâmülüne yardımcı olacaktı? Ya da gelişim seyrine o da ruhsal varlık olarak farklı bir yapıyla mı başlamıştı? Hani mitolojik bilgilerde yaratıldığında ayakta durmayı başaramayan insan, bizlerle insan olarak aynı değerlere mi sahipti özünde. Dünya atölyesinde Büyük Ustalar, var olandan yaratım yapanlar, önceden planı yapılmış bir varlığı mı devreye sokmaya çalışıyorlardı? Anlaşılan o ki hiçbir şey “ol” demekle olmuyor. O kelime sadece bir başlangıcı içeriyor gibi. Denemeler, yanılmalar, oldurmalar.  Geçmiş bilgileri ne kadar karmaşık ve ne kadar anlaşılmaz kılıyordu insanı. Adam bu karmaşadan yeni zaman bilgilerine doğru geçiş yaparak, onca bilgiden sonra bir tek şey anlayacaktı ve o anladığının yolundan gidecekti. Düşüncelerdeki, duygulardaki, inançlardaki, eylemlerdeki, yaşamlardaki karmaşa düzeni doğuracaktı yeniden, adım adım içinde yol aldığımız. Gün bu gündür kaçırılmadan O’nun beklediği hale girmek için. Kaybedecek zaman yoktur. 

“Bizi bu kıtaya ve bu bilgeye çeken şey su ve Sirius’tan gelen zeki deniz yaratıklarıydı. Biz de hem son derece yaşamsal olan hem de son derece kutsal gördüğümüz su kaynaklarının yakınına yerleşip toplumlarımızı burada kurduk. Dünya Ana’nın yaşam kanı olan suyun bir ruhsal enerji iletkeni olduğunu biliyorduk.  Okyanus kıyısında yaşamayı seçenlerimiz yunuslar ve balinalar ile yakın bağlar kurdular. Ülkenin iç kısımlarında yaşayanlar ise şelalelere, nehirlere ve ormanlara karşı büyük bir sevgi ve yakınlık duyuyorlardı.   

Adam bu bilgilerin ruhların fiziksel bedene girdikten sonraki safhayı anlattığını gördü. Başlangıçta sadece gazımsı bir hal içindeki ruhsal varlıkların, ancak fiziksel oluşumları başladıktan sonra suya ihtiyaçları olabilirdi. Onlar dünya üzerinde varlıklarını sürdürdükleri dönemin ortalarında böyle bir ihtiyaç duyabilirlerdi. Ve adam suyun, ruhsal enerji iletkeni olduğunu ilk defa duyuyordu.  

Ülkemiz dağlıktı, şiddetli volkanik patlamalar ve depremler meydana geliyordu. Anayurdumuzda iklim kuzeyde astropikal ve güney bölgelerinde tropikaldi Bu yüzden, bol ve gür bitkiler gelişti ve topraklarımız şaşırtıcı çeşitlilikte hayvan türleriyle doldu.”  

Adam dünya üzerinde bu denli şaşırtıcı genişlikteki yaşam formlarının ne anlama geldiğini bilemiyordu. Yaradılışta hiçbir şey nedensiz olmadığına göre bunun da bir nedeni olmalıydı. Olan sadece iklime mi bağlanmalı yoksa ardında başka, bu gün bilinmeyen, sadece yaratıcıların bildikleri gerçeklere mi bağlanmalıydı. Ne, ne için vardı, birbirini tetikleyen, destekleyen sistem doğru işleyebilmesi için bu düzene mi ihtiyaç duymadaydı?  Öyleyse şimdi yaşanan yok oluşlar neyin işaretiydi. Bilgiler insanlığın önündeki altın çağdan ve ardından gelecek olan iki gelişme devresinden söz ettiğine göre yaşam daha çok uzun yıllar yeryüzünde olacaktı. Son, başlangıca dönüş olarak mı gerçekleşecekti. Öyle ise, insanlığın daha önceden de bildiği gibi önünde çok farklı formlarda ruh değer olarak kendini ifade edeceği, sonsuz gibi görünen bir yol vardı. Sonra ne olacak, bilinmez. Cevap O’nun bildiğidir sadece ve insanlık bunların ötesinde bu gün kazanması gereken değerleri kazanmanın mecburiyetinde kendini hissetmelidir. Yani gerçeğini bilmediği ama yolundaki işaretler doğrultusunda yaşadıkça yeni işaretlerle karşılaşacağı sevgi gerçeğini. 

“Venüs’ün yaşam gücü, uyumlu ve dingindir. Yerleşmeye karar verdiğimiz bu güzel kıtada öyleydi. Kıtamızın ve halkımızın titreşimi yumuşaklığa ve barış içinde bir arada var olmaya eğilimliydi ki siz buna koşulsuz sevgi diyebilirsiniz. Dünya deneyimi bizim insan formundaki, fiziksel formdaki ilk deneyimimiz olmasına rağmen, biz Venüs’deki yaşam tarzımızı zevkle sürdürüyorduk. Bundan dolayı, lemurya enerjisi uyumlu ilişkilere işbirliğine ve dingin grup faaliyetlerine yönelmişti.  

Uzun tekâmül devremiz boyunca, Yaratıcı kaynak, Evrensel yasalar ve Bilgelik ile bağımızı ve birlikte getirdiğimiz destekleyici, birleştirici bir ortak bilinci sürdürdük.

Dünya’ya sadece fiziksel insan olmayı öğrenmeye değil, aynı zamanda bilgelik bilgimizi, sevgimizi ve Dünya’nın tüm canlılarına karşı saygımızı paylaşmaya da gelmiş olduğumuzu anladık.  

Kitap lemuryalılar hakkında çok geniş bilgiler vererek devam ediyordu ve adam onlar hakkında daha farklı kaynaklardan da bilgi edinmek istiyordu. Bir gün karşısına öyle bir bilgi çıktı, ummadığı bir zamanda. İnsan bir şeyi gerçekten isterse ve o ona yararlı olacaksa istediği O’nun izniyle karşısına çıkar.  Ve o, oradaki bilgileri de not etti gerekli birleştirmelerde kullanabilmek için. Kitap adamca önemli noktalarının tümüyle not alınmıştı ama onu okumak gerekti, buraya başka bir kaynaktan alınan bilgileri daha iyi anlayabilmek için. 

Aysel ongun 20 haziran 2014 Ank.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap