Düşündüm Yazdın Okudun Şimdi...

 


DÜŞÜNDÜM, YAZDIM.

OKUDUN

Şimdi sen ne düşünüyorsun?

Her yazı bir amaç içindir. Yazar bilgisini, gözlemlerini, hissettiklerini, düşüncelerini belli bir sistem içinde toplayarak, kurgusunu, başta belirlediği amacına göre biçimlendirir ve ortaya eseri çıkar. Yazar yazdıklarının sorumlusudur; Özelliklede gerçek bir olayı, bir devri, bir insanı anlatıyorsa çok iyi araştırmanın, bilmenin dışında, bilgiyi ayıklayabilecek şuursal kapasitede, hükümsüz, şartlanmış bir zihinden uzak, objektif olma durumundadır. Ama bir insan ne kadar hükümsüz, objektif olabilir ve ne kadar anlatmak istediklerinin gerçekliğini bilir? Gerçeği bu seviyede doğru bir şekilde anlatmaya hiçbir insan muktedir değildir, yapısındaki sapmalar buna olanak vermez. Sözcükler kaleminden tüm bilgisine rağmen iç dünyasıyla harmanlanarak dökülür de iç dünyası nasıldır acaba! Yazdığı her ne ise kendinin kurguyla harmanlanmış bakış açısıdır ya da bazı eserlerde olduğu gibi, bilinçli olarak belli etkileri devreye sokmak üzere saptırılmış halidir. Okuyanın da bilgisi, ruhsal yapısı, egosu, hükmünde olduğu kabul ve kabulsüzlüğü de devreye girdiğinde anlatılan her ne ise bir kere daha gerçeğinden uzaklaşır ya da olduğu gibi kabul edilerek, o anlatılanın gerçekten öyle olduğuna inanarak garip bir kabul havasına girilir. Bu saptırmaların en geniş ve zararlı hallerini her ülkenin kendi tarihini yazarken gösterdiği üstünlük duygularında açıkca görebiliriz. Tarih kitaplarında hiçbir zaman O’nun bildiği gerçek anlatılamamıştır. Aynı şekilde din kurucuları hakkında yazılıp anlatılanlarda da. Öyle anlatımlar vardır ki bu konularda, insanı hayretten hayrete düşürür. Ve öylesine anlatılanlara inananlar da vardır ki, insan düşünmeden edemiyor; “sen yanındamıydın ki sözün ya da halin bu olduğunu biliyorsun” demekten de kendini alamıyor. Bu iki önemli konu insanları birbirine bağlamak yerine, birbirine düşman etmede saptırılmış halleriyle çok etkili roller oynamada. İnsan milli duygular, dini duygular gibi özünden saptırılmış tuzaklara düşürülerek, olması gereken insan halinin çok uzağına taşınmada, birtakım buna vasıta olanların çabalarıyla.

Bu tuzaklara en çok kim düşer? Tabii ki, algılama ve gerçek düşünme kapasitesi düşük, olan biten hakkında bilme isteği ve geçmiş gelecek bilgisini sadece öğretilenlerle kabullenen ve bir de anladığı ve düşündüğü halde güçlü bir çıkar egosuna sahip “önce ben” diyen varlıklar.

Saptırılmış bir geçmiş üzerinden gerçek doğruya ulaşmak zordur hangi konuda olursa olsun. Doğruyu bilmek için Akaşa’ya yani geçmişin kütüphanesine ulaşabilmek gerek. Bu imkânsız değildir ama her varlığın başarabileceği kadar da kolay değildir. Öncelikle kişinin “Gerçeği” olduğu gibi kabul edebileceği ve hiç saptırmadan gördüklerini, okuduklarını anlatabilecek bir üst gerçekliğe sahip olması gerekir. Gerçeği hiç değiştirmeden taşıyabilmek yürek işidir ve taşıyanlar olmuştur da. Kimisi bilinir, kimisi bilinmeden insanlığa hizmet ederek geçmişte de bu günde de varolmuştur.

İnsanlıktan beklenen “gerçek insan olarak yaşama” betimlemesi bu nedenle çok önemlidir. Onu başaranlar bilgiyi evrensel kütüphaneden alarak, saptırılmalardan uzak bir anlatım içinde bilmeyenlere nakledebilirler. Gerçek kitaplar o zaman yazılır, geçek sözler o zaman söylenir. Bu duruma gelemeyen insan içinse yapacak çok şey vardır, çeşitli öğretilerle bildirilen.

Zamanımızda bilinçli olarak yapılan saptırmalar geçmişten daha büyük ölçüdedir. Çünkü "biz" üzerine değil, "ben" üzerine işleyen güçlü ve karanlık bir plan devrededir. Ve bu plan insanların düşünmelerini, deneyimleyip bilinçlenmelerini engellemek için her türlü etkiyi, cazip ambalajlar içinde insanlığa sunmadadır. İnsanlığın büyük çoğunluğu bu akımın içinde, günü gün etme felsefesiyle, ya da düşünme zahmetine girmeden geleni olduğu gibi kabul ederek yarı uykuda en büyük hazinesi olan zamanını harcamadadır, farkında olmadan birilerinin maddi hazinelerini zenginleştirmek için. Bu planın içinde birtakım albenili bilgileri ruhsal bilgi olarak tanıtan ve pek çok kişiyi kendine çeken gruplar da vardır. Onlar kişinin mutlu bir geleceğe zaten hazır olduklarını, bunun için değişime ve bilinçlenmeye daha fazla ihtiyaçlarının olmadığını aldıkları tebliğlerin içeriğinden anlatarak etkilemeye çalışmada ve etkilemektedirler de. Bazen de merak kamçılanarak insanın geçmişi anlatılır uzun uzun ve de geleceği. Bunu bilmek insana ne kazandıracaktır orası meçhul. Çünkü bilgi üzerinde düşünülmüyorsa, araştırılmıyorsa en önemlisi kullanılamıyorsa bilmek ne ifade eder, sayfası açılmamış bir kitap olmaktan başka. Her bilgi tabii ki kabul edilmek durumunda değildir. Ne kadar insan varsa o kadar da kabul tercihi vardır. Şayet insan hiç de hayrına olmayan belli bir kalıba fark ettirilmeden sokulmamışsa. Çoğunlukla insan her zaman bir değeri elde etmek istediğinde en kolay yolu seçmeye uğraşır sonucunda ise yanıldığını anlar. Bilgiyle, hizmetle, çalışmakla ve üzerinde düşünmekle elde edilmeyen değerin ya içi boştur, ya da kalıcı değildir.

İnsan kanmaya çok hazırdır. Biraz bilinçlenmiş olan insanın bile etkili kandırmacalara kapıldığı bir gerçektir. Yalan öylesine bir ışığa büründürülür ki, pervane olur etrafında binlerce insan. Hani son zamanlarda her yerde, tüm bilgilendirme araçlarında sıkca raslandığı gibi.

Kitaplar vardır, geniş araştırmalarla yazılan, kitabın arka sayfalarında uzunca yer tutan alıntı yapılan kitaplar listesiyle. Yani araştırmalar başka kitapların bilgisi üzerinden olmuştur. Ortaya çıkan kitap yazarının eseri değil, yazarların eseridir. O yazarların eserleri de başkalarının eserlerinden alınmıştır kısmen ve kitapdaki bilgiler kendini tekrar eden bilgilerdir çoğunlukla ara bağlantılar için değişik ifadeler katılmış olsa da.Tabii ki bundan özgün düşünceler veya kişisel deneyimlerle yazılmış olanlar hariçtir. Buluşlar içinde aynı özgünlük vardır. Onlar bir biçimde Akaşa'dan sezinlemelerle bu başarıyı elde etmişlerdir. Akaşa'ya tam anlamıyla girdikleri düşünülmemelidir.

Olan, kısaca değindiğim bu şekilde ise insan bu kadar elden ele aktarılan bilginin  doğru olduğundan nasıl emin olabilir. Zaman içinde uğradığı değişiklikler yapılan eklemelerle bilgide nasıl bir değişiklik meydana gelmiştir?

Yazdıklarım nasıl görülürse görünsün kişiyi düşünceye açıyorsa amacına ulaşmıştır. Onanır veya onanmaz hiç önemli değil. Okuyan sadece düşünsün yeter. Neden kabul etmiyor veya ediyor ya da daha nelerin eklenmesini öngörüyor. Bu hükme okuduğu bilgilere, kendisine ezberletilenlere göremi karar verdi yoksa düşünüp, yüreğinin sesini dinleyip, kendi içsel gücünün değerleriyle mi? Bilinmelidir ki en değerli olan, bilgilerden ayıklanıp birleştirilerek kendi özgür hissedişiyle ortaya çıkardığıdır.

Tenkit insanların severek yaptığı en kolay iştir. Ama önemli olan tenkit ettiğinin karşısına çıkardığı kendi özgün düşüncesi midir, yoksa papağan gibi ezberinden tekrarladığı mı, ya da sadece egosu mu, bilir bilmez her zaman sadece varlığının gücünü ortaya koymak üzere her şekilde davranmaya çalışan!..

Aysel Ongun 13 Aralık 2011

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap