İnsan Hali

 


 

İNSAN HALİ

İnsan; Dünyasal boyutta İlahi teknolojik yaratımın en gelişmiş örneği. Evrensel boyutta ise yolun başındaki, teknolojik mükemmelliğine pararel olarak ruhsal gelişime açık, bir yerde buna mecbur, tümüyle gerçek insan olabilmek için uğraşan bir varlık. Sahip olduğu; fiziksel, duygusal, ruhsal ve dünyasal yaşamı için gerekli olan, akıl/mantık, düşünme yetisi ve deneylerine olanak sunacak egosu ile bu gün yaşayan insanın anladığı ve kullandığı değerlerin çok üstünde bir incelik ve mükemmellik içeriyor. İnsandan bu mükemmelliği fark etmesi, anlaması, kullanması için binlerce yıldır içinde yoğrulduğu muhteşem bir dünya ayaklarının altına serilmiş. İnsanın bireysel görünse bile, öyle olmadığını, bir bütünlüğün parçası olduğunu anlayabilmesi için, varlıksal gelişim yoluna, İlahi olarak tanımlayabileceğimiz Yüksek Yönetici planlarca çıkarılan, gerçek ihtiyacı olan yaşam dediğimiz deneyim zamanları elbet ki bir yaşamla sınırlı değil. İnsansa şuursal aymazlığı içinde neredeyse kendini inandığı bir yaşamlık varoluşunda, yaşamın ve dünyanın hatta tüm varoluşun en mükemmeli, bu nedenle de hâkimi sanmada, gerçek hâkimin kim olduğunu çoğunlukla unutarak insanımsı bir yaşamı tercih etmektedir. Bu tercih dünyasal hiyerarşinin tüm katmalarında, seviyenin yükselmesiyle daha da güçlenerek ve bir kısmında çıkarcılığın acımasızlığıyla tercihin doruklarına ulaşarak devam etmektedir.

Olana böyle baktığımızda günümüz insanlığını kısaca, dünyasal bulunuşta genelleyerek birtakım gruplara ayırabiliriz. Çok büyük bir kısmının büyük sınavlar içinde, sıradan insanlığını bile unutarak zamanın çok çok gerilerinde seyretmeyi bazen güçlülük ve çoğunlukla da kaderci bir yaklaşımla olması gereken sandığını görürüz. Oldukça az bir kısmının da bu çılgınca akıp giden zamanı varlıksal gelişimi için bir deneyim olarak algılayıp zamanın doğru gereklerine ve enerjisine göre düşünüp, hissedip yaşamaya çalıştığı karmaşık, toplumsal şuurla anlaşılması zor gelişim varlıkları olarak görebiliriz. Toplumsal şuur genelde içinde barındırdığı en alt şuur seviyesinin düşünce ve yaşam algısını içerirken, güçlü etkileri de o şuur seviyesinde bulunan varlıklara olur. Akıl/ego döngüsünü çok güçlü kullananlara ise bu seviyedeki toplumsal şuur büyük yararlar sağlar arzularının gerçekleşmesi yönünden.

Bir diğer grup ise, dünya ve barındırdığı her şeyi araştırmalarıyla, keşifleriyle, buluşlarıyla tanımaya çalışan ve tanıttıran bilim insanları ve amatör araştırmacılardır. Onların hizmeti pek çok dünyasal değerin ortaya çıkmasını, bilinmesini, insanlığa ve varolan her şeye yararlı olmasını sağlama yanında, yanlış arzularla dolu insanımsıların, tüm varlık boyutlarının hiç de hayrına olmayacak şekilde bilmeden, istemeden büyük dünyasal çıkar yanlışlarına da hizmet eden bulunuşlarıdır.

Geçmişten gelip zaman içinde yozlaşan, bu gün daha farklı şekillerde öğretilmeye çalışılan öğretilerse bir anlamda uykudaki insanlığın başının üzerinde Demokles’in kılıcı gibidir. Güç edinmek dileyen her insanımsı onu dilediğince acımasız bir baskı aracı olarak kullanır. Baskılarsa öylesine farklı boyutlarda eylem halindedir ki, sıradan bir varlık onları ayırmakta zorlanır, hayrına zannettiklerinin gerçekte hayırsız olduğunu anlamak isteyemez bir duruma gelir ve toplumsal şuurun içinde eriyip gider, onu daha da güçlendirerek. Bu arada kişisel tekâmülü de durarak zaman içinde enerji boyutunda geriler. Bu zamanın gerisinde kalmaktır. Ruh için büyük kayıptır. Yaratıcının davetine arka dönmek, ışık yolunu değil, karanlığı seçmektir.

Şuurlanmak bu nedenle önemlidir. Uyanmaktır, rehavetten kurtulmaktır. Bilinçlenmektir. Bilgide olmasa da içsel gücünde ne durumda bir insan olduğunun farkına varmak, değişmek, özgürleşmek için çareler aramaktır. Dar şuurlulukta gezinen insanların ne ruhsal ne de dünyasal özgürlüğünden söz edilemez. Özgür olamayan insan huzursuzdur, mutsuzdur. Mutsuzluğunu diğer insanları mutsuz ederek yok etmeye çalışır ama boşunadır, onu içinde derin bir yara olarak taşır da yarasının farkında bile olamaz. Çaresi gerçekten bir şeyleri sevebilmektir. Ona da gücü yetmez. Sevgisizlik varoluşun özüne tersdir ve “Gerçek Sevgi” “Gerçek Özgürlük”tür.

İnsan gözünü ve düşüncelerini dışından içine çevirdiğinde ve bireysel oluş halini tarafsız, bulunduğundan daha üst bir şuur halinde incelemeye başladığında, görecektir ki, ben diye tanımladığı varlıkla, olduğunu düşündüğü varlık arasında inanmak ve kabullenmek istemediği derin bir uçurum vardır. Bu hissedişi ve görüşü yaşamak üst bilinç hâlinin insanda yer bulmasıyla mümkündür. Sıradan insan büyük ölçüde gerçek düşünce nedir bilmeden yaşar. Bilgilenmiş ve düşünce ediminin ne olduğunun farkında olan insansa, ya yönünü tüm dünya değerlerini kazanma yoluna çevirir, ya da farkına vardığı gerçek varlığının ihtiyaçlarını karşılamaya, yani değişmeye, gerçek doğruluktan başlayarak hayatına farklı bir yön katmaya yönelir. Bu yön onun hayatına varolan her şeye hizmet anlayışını katar. Çıkarsız hizmet. İnsanlığı eğitici, yönlendirici sitemler elbet onun doğru ihtiyacını karşılayacaktır, beklemediği yerlerden bile. Evrende her eylem karşılığını bulur; O’nun takdir ettiği zamanda.

Doğru olmak. İnsan neye göre doğrudur. Her insan doğru olduğunu düşünür. Hiç kimse yanlış yaptığını düşünmez. Çünkü yaşadığı her düşünce akışında ve onun eyleme dönmüş halinde içselliğinde yer bulmuş, ifadeye dökülmeyen bir haklılık hali vardır. Ben haklıyım. Bu egonun sesidir. Doğru olan budur anlayışı/hissedişi(*) ve o anlayışta ilerleyiş, gelişmek yolundaki insanın en büyük engelidir. Geçmişten bu güne “doğru” zaman içinde sürekli değişmiştir. Her insan topluluğunun kendine has doğruları vardır, sımsıkı yapışıp bırakmak istemediği. Birinin doğrusunu diğeri kabul etmese de o doğrular bir türlü değiştirilmek istenmez. Oysa, İnsanlığı koruyucu İlahi planlar insanlığı hiç yalnız bırakmamış, onlara gelişimlerini sağlayacak her türlü bilgiyi zamanında farklı biçimlerle indirerek, “Gerçek Doğru” olana biraz daha çekmeye çalışmıştır. İnsanlığın geçmişinde son indirilenlerse bu gün dünyaya büyük ölçüde hâkim olan, Orta Doğu ve çevresi kaynaklı, “kitaplı” olarak adlandırılan gelişim bilgileri ve şimdilerde onlarla bir başka yönden yarış etmeye çalışan Hint ve Uzak Doğu kaynaklı kadim bilgileridir. Bölgesel kalmış, ilkel inançlar olarak kabul edilenlerse üzerinde düşünmeye değer ince değerler taşımaktadır her konuda olmasa da. O değerlerden en önemlisi, onların doğal olarak dünyasal ve evrensel bütünlüğü binlerce yıl öncesinden kabul etmiş ve ona göre yaşamış olmalarıdır. Doğaya saygı ve sevgi, onu koruma güdüsü ne yazıkki bu gün pek çok insanın uzak kaldığı bir konudur. Aksine onun tüm değerlerine maddi kazanç güdüleriyle saldırılmada, yok edilmededir. Bu bir avuç insanın marifeti değildir. Onu destekleyenler, kişisel güçlerince onu sömürmeye çalışanlar da, elbet ki tüm öğretilerden doğruyu öğrenmemiş olanlardır. Ya da bildikleri halde, geçici maddenin bir biçimde yıkıcı cazibesinden kurtulamadıkları için o yolu seçmededirler. Doğru onlar için, sadece bir gün hiçbir değeri olmadığını anlayacakları, mevkilere, para kazanmaya, mal mülk edinmeye giden yoldur.

Gerçek doğru bu duygu ve düşüncedeki zihinler için hiçbir şey ifade etmez. Ona yaklaşmak isteyenler içinse gidecekleri tek yol, inandıkları öğretinin saptırılmamış aslını bilen ve bildiğini öğretmeye hazır olan bir öncüyü bulabilme şanslarında yatar. Dilek yürektense ve kişi vazgeçici değilse elbette ki bu fırsat karşısına çıkacaktır. Bilemediği şartlar gereği çıkamıyorsa iş kendi doğrusunu, bir adım daha “gerçek Doğruya” yaklaştırmak isteyen kişinin kendine düşer. Bıkmadan bilgileri araştıracak, düşünecek, akıl, mantık, gönül terazisinde değerlendirecek ve ona göre yaşayacaktır. Hiçbir değer tek bir formülle elde edilemez. Her insan kendi formülünü yaratacaktır, sahip olduklarıyla sahip olacaklarını ölçerek. Bu bir şuur işidir. Defalarca tekrarladığım gibi insanlık şuurlanmalıdır. Bu gün şuurlanmasını engelleyen her şeyin farkına varıp, onları reddedip yaşamayı başarmalıdır.

Düşünün, sizin doğrularınız O’nun insanlık için, Yaratılışın başından bu güne kadar verdikleri “Doğru Bilgi”lerle örtüşüyor mu? Bunu kendinizi ve bilgileri tarafsız bir gözle inceleyerek siz mi gördünüz, yoksa bulunduğunuz ortamın doğrularını hiç düşünmeden kabul ederek doğru olduğunuza mı inandınız!..

Elbet ki son söz sizin, değişmek isteyen ya da istemeyen gerçekliğinizindir.

Aysel Ongun. 8 Nisan 2012.

(*) Hissediş geniş bir konudur ve alt yapısı derinlemesine fark edilmelidir. 

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap