İstediğin Sende Olmayandır

 


İSTEDİĞİN SENDE OLMAYANDIR

Dualarına dikkat et onlar seni sana gösterir.

İnsan eksiklidir. Kimi az kimi çok, her biri farklı bir yönden ama mutlaka eksikli. Ve insan bu yaşamsal eksiğinin tamamlayamadığı kısımlarını en kolay ve sorumluluğunu en az yüklendiği, hatta çoğunlukla hiç yüklenmediği dua sistemi sayesinde tamamlamaya çalışır, istediğinin karşılığını mutlak bulacakmışcasına. Her insan kendince bir dua yolu bulmuştur. Ya kendisi için istemektedir, ya çevresi için, ya da çok daha geniş anlamda ülkesi ve tüm insanlık için. Ve kimi insan hayır için kimi de hayırsızlık için evinde, kutsal olduğuna inandığı yerlerde ya da aklına esen her yerde dua ve bedduada aynı sistemi kullanır. Kimi içinden geldiği gibi dua eder. Kimi öğretilmiş dualara sarılır. Kimi anlamını bile anlayamadığı kelimeleri peş peşe sıralayarak dua ettiğine inanır. Kimi duayı önemsemeyerek zamanın ticari “isteyin evren mutlaka verir” felsefesine sarılır, Kimi de dua etmek ihtiyacını hissetmeyecek kadar ruhsal bir kapalılık içindedir ama başı fena halde sıkıştığında yardımı yine o inanmadığı kaynaktan istemekten çekinmez, ego dürtüsü ile olsa da. Bu çeşitlilik içinde insan bir yerde ihtiyaç hissettiği, zorda kaldığı şeyi ve her durumu, kendinden daha güçlü olup her isteği yerine getirebileceğine inandığı mevkiye, düzeltmesi ve tamamlaması için yönlendirir. Bekler isteği kabul olsun yerine gelsin diye. Bazen de sisteme rüşvet teklif etmekten çekinmez. “Şu işim olsun kurban keseceğim, bu gerçekleşsin bağış yapacağım, o bir kere hallolsun şeker dağıtacağım ya da diğer öğretilerde neler varsa bu vaatler içinde onları teklif eder”. Oysaki Dua Sistemi de O’nun her sisteminde olduğu gibi, derinliğine bakıldığında kullanılan şeklinden çok farklı bir açılım içerir. Dua O’na yakarıştır ön görüntüsüyle ve kullanımıyla. İlahi sistemler de Duayı öncelikle önerirler henüz O’na yaklaşmak ve O’nun sistemini anlamaktan uzak olanlara kendisini ve sistemlerini anlayabilmesi için. Oysaki yapılan her dua insana kendini gösterir. Dualarımız sistemin bize tuttuğu aynadır, bizi bizden tüm çıplaklığımızla aksettiren berrak bir ayna, görüntümüzden bir şeyleri fark edip, O’nun gerçekliğine yönlenmemiz için. Evren karşılığını almadan hiçbir şey vermez. Verdiği olmuş gibi olsa da o karşılık bir zamanda ve bir biçimde varlık tarafından mutlak ödenecektir, belki de daha ağır bir bedelle.

Dua sisteminin insana açık iki yönü vardır; İnsanın da sisteme açık iki yönü olduğu gibi; Ruh ve benlik. Üst benlik Dünyasal varoluşunda kendini ego dediğimiz yaşam anlayışıyla deneyime ve gelişime açar. Ego durağan değildir, hayvansı güdülerden gittikçe incelerek insansı davranışın karmaşık yapısına geçmek için, boyutumuzda bir yerde eğitim olarak adlandırabileceğimiz gelişim/değişim formülü içinde yer almış varlıksal programın bir parçasıdır. Böylece tüm insansı dualar bu iki kaynaktan biçimlenir ve her zaman istek olarak şekillenir. İsteğin olmadığı yerde dua da olmaz. Ama bir tek insan bile yoktur ki isteksiz olsun. İstek yaşamın ta kendisidir, konusu ne olursa olsun. “Benim yaşamdan beklediğim hiçbir şey yok” diyen insanın bile isteksiz ve duasız olması mümkün değildir. Diyebiliriz ki istek ve dua bir madalyonun iki yüzü gibidir; yaşamsa madalyonun bütünü. İstek O’na giden yolun çekici gücüdür. Hiçbir zaman bitmeyecek, insanı, belki de tüm yaratılışı etkileyen muhteşem bir güç. O’nun çekim gücü karşılık olarak insanda istek olarak belirir ve insan farkında olmadan O’nun çekim gücünden pekçok yönde doğru ya da eğri faydalanır. Burada önemli olan isteklerin nereden, niçin geldiğini, ruhtan mı, egodan mı ve insanda hangi beklentileri tamamlamak için devrede olduğunu ve kazanç için hangi evrensel yasaların nasıl kullanıldığını bilmek önemlidir. Yani bilgilenmek, düşünmek, şuurlanmak ve yüksek şuur alanlarına erişerek isteği kontrol edebilmek önemlidir. Yüksek şuur alanlarına erişmeden devreye sokulan yüksek istekler tümüyle ego istekleridir. Ego doyumsuzdur, istedikçe ister ve büyüdükçe de var olan her şey için tehlikeli olmaya başlar. Günümüzde örnekleri çoktur, geçmişte de insanlığa ve dünyamıza felaketler getiren örneklerinin çokca olduğu gibi.

Ruhumuzu ve Onun gerçekliğini bilmediğimiz için, bazı bilgilere dayanarak onu tanımlamaya, anlamaya çalışmadayız. Sıradan bilgiler ruhu anlamaya yetmez. O’nun varoluşunda insana kattığı bu yetkinliğin ne olduğunu ancak O’ bilir ama insan onun kendisine armağan edilmiş kadarıyla enerjisini, gücünü, her zaman, her şekilde kullanabilir. Onun da insanı kendi eğitimi, gelişimi için kullandığı gibi. Burada bir ayrım vardır. Mutlak Ruh O’nun sırrıdır, varlıksal ruh ise o sırdan bir parça, sadece iznedilmiş değerlere sahip olan.

Bilmeden kullanmak. İnsan bu gün henüz kendini bilmezken, ruhunu bilmesi olanaksızdır ve ruhunu bilmediği için de onun isteklerini ego isteğinden ayırıp tanımlaması ve yerine getirmesi de ancak gönül sesi dediğimiz sistemi egodan ayırıp dinleyebilmekle mümkün olur. Ruh tüm varlığımızdadır, onun öz sesi ise gönül dediğimiz yerden ulaşır insana, öylesine inceden. Bu insanda hissedebildiği kadarıyla vicdan denen örgüyü yaratır. Ruh yeryüzüne insan bedeninde boyutumuzun özelliklerini öğrenmek ve tamamlanmak için geldiğinde, kullandığı aracında, kendine has ego dediğimiz bir sistemle karşı cephe oluşturduğunu görür ki, bu onun dünyasal yaşamında gelişebilmesi için gerekli olan bir sistemdir. Ruhun bir yerdeki görevi egoyu da kendi yoluna çekebilmektir. Dünya yaşamında ışığını kaybetmiş bazı ruhlar ilginç bir şekilde ego tarafından da doğruya, ışığa çekilebilir, bu nedenle varlığında ruh ve ego gücünü dengeli yaşayan insanlarda, vicdan sesini rahatça duyurabilir. Vicdanın olduğu yerde ise kelimelere dökülen dualar azalır, şekil değiştirir. İnsan dua ile tamamlamaya çalıştığı şeylerin kendinde çözümlenmesi ve kazanılması gerektiğini anlamaya başlamıştır çünkü. Vicdan basit anlamıyla duygusallıkla ortaya çıkan acımak değildir. Vicdan O’nun yasalarını anlamak, yasalar arası bağlantıları kurmak, ona göre davranıp, olanları geniş açıdan görüp, ihtiyacı olanı kabullenip kullanmak noktasıdır. Gönlün terazisidir. İçe ve dışa aynı şekilde işler. Düşünceler ve eylemler bilinen yasaların kullanımıyla daha doğru, hayırlı ve güzel olana yönlendiğinden dua ihtiyacı azalır. Yaşam duanın yerini almıştır. Derinleşip kendine ve çevresine başarabildiği en doğru şeyin bile bir üst seviyeye açılabileceğinden emin olarak değişmeye uğraşan varlık, dualarıyla birlikte isteklerinde de üst seviyelere ulaşır. Ego istekleri yokmuşcasına azalır ve bambaşka bir hal yaşanır. Bu O’na olan aşkın ortaya çıkmaya başlamasıdır. İlahi Aşk varlığı tümüyle kapladığında istekle birlikte dua da yok olur. Hâl, Hâlin içindeyken, O büyük aşk yaşanırken, aşkın sesi tüm yaratılışa yayılan evrensel bir tınıdır sadece O’nda olmanın güzelliğini yansıtan.

Dua önemlidir. Ama neden, neye dua ettiğimizi bilmek, bildiğimizce değişmek, değişmek için olması gerekenleri yerine getirmek ve O’nun adaletine, sevgisine, büyüklüğüne tüm varlığımızla inanarak dua etmek daha da önemlidir. Onun aynasında kendimizi daha güzel görüyorsak eğer, dualarımız aşk’a dönüşmüsse şükrün en büyüğünü yaşarız. Ruhumuz egomuzu kendi yoluna çekebilmiştir diye. Aşk’ın duası O’na olan hayranlığı anlatır sadece hiçbir şey istemeden.

Aysel Ongun 2 Ekim 2012.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap