Zamanın Durduğu Yere

 


 

ZAMANIN DURDUĞU YERE AN’dan geçilir.

Zaman, O’nun “Var Etme” esrarının bir parçası. Hem var hem yok. Hem çok önemli hem hiç değil; Hem çok hızlı hem çok yavaş; O’nca durağan, kullanılınca hareketlenen, her boyutta farklı biçimlenen bir güç. Ve insanlık; Sadece Dünya’nın devinim temposu içindeki zaman kavramından biraz kurtularak şuursal zaman kavramına adım atmaya uğraşan Dünya insanlığı. Dünyanın ve üzerindeki tüm mevcudatın devamlılığını sağlayan, Yaratıcılarca planlanmış program gereği otomatik işleyen bir devinim ve biz ona zaman diyoruz. Bu noktadan biraz daha ileri açılmaya başlayınca, yani dünyamızdan güneş sistemimize doğru açılınca orada da farklı zamanların işlediğini görüyoruz. Bizim mevsimlerimizle ilgisi olmayan mevsimler, geceler günler ve bilmediğimiz, kurgusunu bile yapamadığımız yaşam ve gelişmişlik biçimleri, tıpkı dünyamızın içerdiği farklı boyutların farkında olmadığımız gibi, varoluşun devamlılığını sağlayan değişmez bir tekrarlanış. Her bir planetin kendine has zamanı, kendine has yaşam zinciri. Samanyolu galaksisinde çok da önemli olmayan küçük bir güneşin çevresinde dolananların kendilerine has öyküleri.. Galaksinin zamanı ve var olan her şeyin, O’nun muhteşem ve akıl almaz yaratımının zamanları. Bilmediğimiz, hiç bilemeyeceğimiz boyutlar, zamanlar. Oralarda zaman nedir, gücü nedir, hızı nedir, yaptırımı nedir bilmeyiz ve daha kendi içinde yaşadığımız zamanı bilmezken elbette onları bilmemize olanak olmadığı gibi insanlık için de bilinmesi gereken değildir bu boyut yaşamını yaşarken. İnsanlık kendi zamanını ve o zamanın içindeki farklı zamanları, o zamanı nasıl kullandıklarını bilmekle, içinde bulundukları boyutsal düzeni ve onun yapılması gereken gereklerini bir parça olsun anlayacaktır. “Bunu anlamanın insana ne faydası olacaktır” sorusu ise, rahatca sorulabilir. Cevap anlayanların “ne faydası olacağını görecekleri, yaşayacaklarıdır.” Şuursal zaman madde ortam zamanından çok farklıdır ve insan onu hiç farkında olmadan nadir de olsa bilinçsizce kullanır, çoğunlukla da farkına vardığında hayret ederek.

İnsan için öncelikle algıladığı zaman nedir bunu en basit şekliyle dizelemeye çalışırsak neler görürüz.

Mevsimler, gün ve gece. Mevsim, gün ve geceye göre farklı programlar yüklenmiş dünyasal yaşam. Dünyanın tümünde ki varlıkların en küçükten en büyüğe Yaratıcıları tarafından düzenlenmiş kök programı. Biyolojik yapıların gün ve gece içindeki devamlılık yasası gereği izledikleri yol. Tümüyle kök program içinde var olan herşeyin kendine has zaman aralıklarındaki doğma, büyüme, ölme olarak adlandırabileceğimiz değişim yasasınının devamlılığı. Bu yasa içinde varolan her şeyin fark edilmeden kendini yenileme, dönüştürme aktiviteleri, devresellik yasası. Varolan en küçükten en büyüğe kadar. Tüm bunları zamanın getirdiği olarak değerlendirme. Kabaca insanın gün ve gece olarak betimlediği zaman içindeki dünyasal yaşam kullanımından, saatlere, günlere, haftalara, aylara, yıllara yayılan zaman ve o zamanın içinde yapılanlar, yapılmak istenenler, sahip olunanlar sahip olunmak istenenler, yanlışlar, doğrular, bilgiler, sevinçler hüzünler, öfkeler seviler, korkular ve bunların hepsine yön veren yasalar.

İnsan dünyaya geldiği ilk andan itibaren madde ortamının yıl-ay-gün ve saat çarkının içine girer ve bu çarktan ancak dünyayı boyutsal olarak terkettiğinde kurtulur. İnsan yaşamını gündoğuşu/gün batımı, saat ve takvime göre ayarlamıştır. İçinde yaşadığımız meçhulün kullanımını bu kalıplaşmış zaman formülüne göre düzenler. Bir yerde insan zaman denen olguyu kendince biçimlendirmiştir. Takvimin ve saatin olmadığı dönemlerde bilinen ve uyulan en önemli zaman gün/ gece dönüşümü ve mevsimlerdir. . Yıllar, aylar hele ki saatler hiç önemli değildir. Önemli olan güneşin doğuşu ve batışıdır. O dönemlerde insanlar güneşin doğuşu ve batışınının yaşadıkları müddetçe kaç kere olduğunu hiç düşünmemişlerdir mutlaka. Buna ihtiyaç da duymamışlardır. Büyük bir özgürlük içinde yaşarlar. Bu hayvansı, bu günkü yerleşik anlayışa göre ilkel ve acımasız bir özgürlük görünümünde olsa da, gerçeği tartışılabilir. Belki de yaşanması gereken en güzel zamanlardı onlar henüz egonun her hâle hâkim olmadığı, maddeyi deneyimlerken doğanın bir parçası olarak onunla iç içe olan yaşamlar. İlk insanlar yaratıcılarını günümüz insanlarından çok daha açık hissetmiş olabilirler çünkü tertemizdiler. Şuurda gelişmemiş olsalar da ruhsal açıklıkları onlara o zaman da yeterli gücü veriyor olmalıydı. Belki de cennet denen yer başlangıçta egonun henüz devrede olmadığı, sonda ise egonun ulu bir ruhsallıkla kontrol altına alındığı halin sembolik ifadesidir. Şuurlanma gelişip insan araştırmaya, bilgilenmeye, deneyimlerinde farklılaşmaya başladıkca yaşamında yönlenişlerle birlikte kontrol etme isteğide uyanmaya başlar. Bu dünyasal zamanla beraber yaşamanın gereği olarak hissedilen kalıplaşmanın ilk adımlarıdır. Zaman içinde gelişen şuur ve bilgiyle zaman gün, ay, mevsim ve yıl olarak kalıplaştırılır. Doğa işleyişiyle ilk biçimi vermiştir zaman kavramına. Takvim yaşama hakim olmuştur. Uzunca bir süredirse zaman yıl, ay, saat, dakika, saniye, salise hatta an’ a kadar parçalara ayrılmıştır ve zaman yoktur an vardır bilgisine ulaşılarak zamanın an’dan türediği düşüncesi yer tutmaya başlamıştır. An her şeyi kapsar. Anı yaşadığınızda ufkunuz genişler, bilmediklerinize açılır, bildiklerinizin geçmişini ve geleceğini fark edersiniz şeklindeki önermeler insanı an’a odaklanmaya davet eder. Ya da geçmiş geçmiştir, gelecek nasılsa gelecektir, tüm değerler andadır ve insan anı yaşamalıdır, geçmişi ve geleceği düşünmeden önerisi de tartışmalıdır. An yaşanmalıdır ama nasıl.?

Öncelikle an’ın ne olduğunu bilmeliyiz. Zamanı çevresinde noktalardan meydana gelen bir çevrimle akıp giden boyutlu bir çizgi olarak düşünürsek an açılımı noktalardadır. Çizgi ise noktaların fark edilmediği öylesine kurgulandığı gibi akıp giden zaman olarak düşünüldüğünde an’ın zaman üzerinde farklı bir zaman fırsatı olduğunu rahatlıkla kabul edebiliriz. Buna şuur zamanı diyebiliriz. Noktalar insanın şuurluluğu kadar fark edilip kullanılabilen üst şuur geçitleridir. İnsan ne kadar şuurlanırsa okadar çok nokta fark eder. An yaşamı da o kadar süreklilik kazanır. Yani insan içinde devindiği şuur seviyesinden kurtulup bir üst şuur değerlerini kabulü kadar yaşama fırsatına kavuşur. Gerçekte bildiğimiz ve kullandığımız zaman tümüyle üst şuur seviye katmanlarının içinden akmaktadır. İnsanın onlara ulaşması için önünde kendinden başka hiçbir engel yoktur. İnsanlığa binlerce yıldır verilen eğitim üst şuur katmanlarının içinde devinebilecek insanların seçilip, o katmanlarca layık görüldükleri seviyelerde eğitilip öncüler olarak devreye sokulmalarıyla mümkün olmuştur. İnsanlık sürekli eğitilmededir. Bu gün en önemli eğiticiler olarak gördüğümüz Din kurucular ve onların üst sistemlerce -onları İlahi sistemler olarak adlandırırız-, sözden yazıya dökülmüş esasları O’nca bilinen nedenlerle Orta Doğuda filizlenip dünyayı sarmıştır. Ama ne yazıkki hepsinde de olması gereken sevgi ve bilgiyle değil, kan ve gözyaşıyla olmuştur ve hala olmaktadır din esaslarından ayrılıp kazanç ve tahakküm esaslarına dönerek. . Bu gün hâkim olma isteğiyle öldürdükleri insan kanı içinde boğulmamış hiçbir din yoktur. Muhteşem din bilgileri insanımsıların elinde saptırılarak tüm insanlığın ve hatta doğanın felaketini getirmededir. Şuur zamanının üst boyutlarında yol alıp düşünceleriyle pekçok milleti etkileyen ve onlara doğruyu göstermeye çalışan, bu günde aynı doğruların takipcileri tarafından yaşandığı pek çok öğreti vardır yeryüzünde. Gerçek önünde hepsi birbirinden değerlidir. Özde aynı sözde farklılıklar içerir, çünkü kaynak aynıdır. Kitaplı peygamber adını taşımadan aynı esasları bölgesel olarak insanlığa armağan eden yaşam önderleri uzak doğuda ve dünyanın her yerinde aynı hizmeti görürken, filozoflar, gerçek düşünürler, gerçek sanatçılar, gerçek bilim insanları, insanlığa ve tüm yaşama hizmet eden hiçbir sıfatı olmayan gerçek insan olmayı başarmış insanlar an’dan üst şuura geçebilmiş olanlardır. Onlar farkında olmadan o değerleri nefes alırcasına kullananlardır. Farkında olmamaları o hali doğalında yaşamalarındandır. Onlar insanüstüdürler. Bildiğimiz tarihimizdeki en büyük örneklerden biri, belki de öncülüğündeki tek örnek, bilinen ve bilinmeyen özellikleri ve büyüklüğüyle Mustafa Kemal’dir. Onlar O haldeyken ulaştıkları şuur katmanının şuur zamanını yaşarlar. Dünya zamanından uzaktırlar, kütlesel şuurundan da ama o zamanı üst seviyeden izleyebilenlerdir bütünsel olarak. Dünya saatine göre bir an’da yüzlerce, binlerce bilgiye, vizyona, hale, güce ulaşabilirler. Düşünen insanın “bir anda beynimde bir şimşek çaktı” ifadesi, fark edilen noktadan üst şuura girip çıkmanın en basit örneğidir. Orada uzun kalabilmek bu gün insanlıktan beklenen, ama çok az insanca hak edilen bir değerdir. Madde ortamı insana ruhsal gerçekliğini kazanabilmesi, üst şuur zamanını bulup yaşayabilmesi yönünde verilen en büyük armağandır. Kazananlar zamanda zamansızlığı bir zaman yaşama sonucuna ulaşırlar ki, onu takip eden yücelikleri düşünmeye yetkin değilizdir.

Zamanın durduğu yer, insanlığın elini tutan yerdir. Yeter ki insanlık an fırsatlarından o sçramayı yapabilsin ve orada kendine yeni bir zaman / mekân bütünlüğü kazandırsın. Tekâmül budur ve her varlık eninde sonunda binlerce yılda da olsa bunu başaracaktır. Yol  değişmezlerdendir. İster ateist ister deist olsa da. Esas her varlık için aynıdır. Bir gün zamanın durduğu yere ulaşacaktır, oradan içinde devineceği yeni bir zaman boyutuna geçmek için.

Aysel Ongun 22 Ekim 2012.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap