Zannetmek

 


 

ZANNETMEK

Yaşamak; en kaba tabiriyle doğma ve ölmenin arasında kalan zamanı kullanmak. O zaman içinde kimine göre acı kaderini, kimine göre keyfini, kimine göre fırsatını yaşamak. Sonra da çekip gitmek Dünya’dan, bilinmeyen bir yerlere; öğretilerin özendirerek ya da korkutarak betimledikleri yerlerde keyif sürmeye veya acı çekmeye. İlahi hesap gününe kadar oralarda kalmaya; İlahi hesap gününden sonra ise ne olacağı meçhul. Beden dünyada bırakıldıktan sonra oraya giden kim. Bedenin dünyada yaptıklarının hesabını kim verecek. Diyeceksiniz ki elbette giden ruh ve ruhsal şuur, hesabıda o verecek. Peki ruh sahip olduğu bedenle dünyada yapması gereken her şeyi yaparak mı dönecek gerçek evine, yoksa bedenle birlikte emrine verilen akıl, zeka, ego üçlüsünün oyuncağı mı olacak, belirli zamanını boşa harcayarak. İnsan bu üçlüyü zamanın beklediği olması gereken olarak kullanamazsa ruhun hali sesini duyuramadığı gönül bahçesinde ne olur? İnsan, insan varlığıyla ruh varlığını bir bütün olarak düşünemez, var oluş nedeninin ruha hizmet olduğunu anlayamazsa onun ihtiyaçlarını da anlamaktan uzak kalır. Başta bilmesi gereken ruh denen bilinmezle insan denen bilinmezin bir bütün olduğudur. “İnsan kendini bilmez mi” diye sorulabilir cevabı yine bir sorudur, “biliyor mu?”

İnsanlığın büyük çoğunluğu tek bir yaşam için dünyaya geldiğine inanmada. İnanmada da neden insanların farklı şartlarda, farklı zaman aralıkları ve özelliklerle, kısmetlerle dünyaya geldiklerini hiç düşünmemede, “geldik gidiyoruz, yaşa yaşayabildiğin kadar, sonun toprak olmak nasılsa” felsefesini benimsemede. Kimileri gideceği yerde rahat edebilmek için öğretilerin şekil kalıplarına bilinçsizce uyarken, anlam değerlerine önem vermemede, kimileri de anlama değer verirken şekilden kaçmada. Her ikisine de gönülce uyanlar biliyorlar ki içi anlamla doldurulamayan şekil kişinin kendini ve etrafını aldatmasından başka bir şey değildir. Şekil anlama geçiş için geçilip gidilecek bir yoldur. Anlam değeri gerçekten anlaşıldığında ve kullanıldığında şeklin önemi kalmayacaktır. Oysa günümüzdeki tüm yaygın öğretiler büyük ölçüde anlamı bir kenara bırakıp şekle, şeklin insan düşüncesini kalıplaştırıcı gücüne önem vererek bir yerde onun ticaretini de yapmadadırlar. Ve insan böyle bir hava içinde gideceği güzel yeri kazanacağını zannetmededir. O zannededursun biz zannetmenin ne demek olduğuna, yanlış kullanımlarda insan gelişimini nasıl engellediğine bir bakalım.

Zannetmek; düşünce sisteminin neredeyse tamamının üzerinde geliştiği ilksel zemindir. Tüm düşünceler zannetmek üzerine kurulur, birey bunun farkında olmasa da. Zannedilmeyen hiçbir şey gelişme olanağına sahip değildir. İçsel bir zemindir varlığın gelişime hizmet eden. Onun gücünü nereden aldığı, sistemsel mekanizmasının beynin neresinde bulunduğu bilmediğimdir ama temel bir içgücü olduğu inandığımdır. Ne düşünürsek oyuz derken de, neyi ne zannediyorsak oyuz anlamını devreye sokmuş oluruz. Zannetmek iki yönde de gelişebilecek ucu açık bir sistemdir. Önemli olan zannederken neyi nasıl zannettiğimizin bilincinde olmaktır.

İnsanlar “zannediyorum” kelimesini kullandıklarında “emin olmakla olmamak” arasında ki geniş bir alanının herhengi bir yerindedirler inandıklarına, bilgilerine, gözlediklerine daha önce geliştirdikleri düşünce stoklarına, şartlanmışlıklarına ve hepsini içeren hükümlerine bağlı olarak. Hükümler zannediyorumu biçimlendiren ve bir anlamda kesinleştiren en önemli öğedir ve yoğun enerji içerir tıpkı düşünce gibi, birbirlerine sıkıca bağlıdırlar aynı sistem içinde yer aldıklarından. Bunun için Yüce Sistem “hüküm vermekten kaçının” önerisini sıkca ifadelendirmiştir öğretileri içinde.

Zannetmek bu kadar önemliyken çoğunlukla insanlar arınmaktan, şuurlanmaktan, bilgilenmekten, yüksek düşüncelere ulaşmaktan sıkılıp, içinde bulundukları kalıpları kırıp çerçeve dışına çıkmaya çok da istekli olmamadadır. Çünkü “zannediyorum” demeden önce “neden zannettiğini”açıkça bilmek zorundadır. Oysaki her şeyi üç-beş kırıntı bilgiyle zanneder ve onun üzerine çeşitli hükümler verir. İnsan otomatikleşmiş en basit şeyden bilinebilecek en zor bilgilere, eserlere, yaratımlara kadar hep zan sisteminin içinde hareket eder. Bilim insanları bunun en üst seviyesini yaşar zanlarını doğru kullanmayı başardıklarında. Gerçek gönül insanları ise sahip oldukları şuursal açıklıkla zandan uzaktırlar. Onlar sadece dünyagözüne değil, evren gözüne sahip olanlardır. Evrende ise zannetmek yoktur.

Çok basit bir örnek: Z, X ya da Y’nin çok akıllı olduğunu zannediyorum der. Sorarsınız, nereden anladın? Size onun hayatından gördüğü ve bildiği kadarıyla kesitler sunar, tabii kendi penceresinden bakarak. Yaşam seyrindeki maddi yükselişini anlatır. O gelişimin ancak çok akıllı olmakla elde edilebileceğini söyler. Düşüncelerinde aklı bir yere oturtmuştur ve onun dışına çıkmayı hiç düşünmez, akıllı olmak yeterlidir, kullandığı enerji ne olursa olsun. Oysaki bir başkası Y’yi daha iyi tanımakta ve onun akıl dışında başka insani güçleri de kullandığını bilmektedir. Ne kadar çok çalıştığını, ne kadar çok öğrendiğini, ne kadar çok ego güdümünde olduğunu ve aklını onun emrinde büyük bir kazanma hırsıyla kullandığını, bunun için de kendinden başka hiç kimseyi önemsemediğini kendince bilir. Onun zannedişinde Y’nin aklı değil hırsı ve egosu vardır, çünkü aklı olan hırsını ve egosunu kontrol altına alabilir. Bir diğer kişi, “onun sadece hırsız olduğunu söyler. Para gelecek her kirli işi yaptığını zannediyorum” der. Ve örnekler çoğaltılabir. Bunun tam tersi örneklemeler de olur, övülesi değerlerle, yerli veya yersiz ama zannedilerek. Evren gözü olansa onun bu yükselişe nasıl ulaştığını tüm çıplaklığıyla bilendir; geçmişini, gelişiminde öğrenmesi gerekenleri, bu zamanda başardıklarını, başaramadıklarını her şeyini. Sadece bilendir. O, zanneden değildir. İnsan o noktaya zannederek gelir ama hiçbir zannını hükme bağlamadan! Hükme bağlanan zan artık çerçevelenmiştir.

Burada da görüyoruz ki zannetmenin yönü büyük ölçüde zannedenin gelişimiyle alakalıdır. İnsan belli bir şuur seviyesine gelinceye kadar zanlar içinde varlıksal gerçekliğini bilmeye çalışacaktır. Bu bir yaşam içinde başarılacak şey midir; Tabii ki hayır. Her yaşam ruh bilinmezine yeni bir değer katmak için sunulan fırsattır. Öğretiler bunun içindi ama zaman artık her bir şuurun belli bir aşamayı gerçekleştirmesi için son ışıklarını kullanmaktadır. Gelecek, yeni bir ışığa adım atabilecek seviyedeki ruhların olacaktır. Diğerleriyse gelişimlerini sağlayacak değerlerin yeni fırsatlarına adım atmak için içinde bulunduğumuz boyutu deneyimlemeye devam edeceklerdir.

Zaman en büyük armağanı evren gözüne biraz daha yaklaşmış olanların üzerine serecektir. Ama, zaman dediğimiz gerçekliğin nasıl bir güç olduğunu bilmek bir yana zannedebiliyor muyuz?.....

Zannetme hep olacaktır gittikçe daha doğru zanlar içinde olacak insanlık için. Bunun içinde evrensel yasaları çok iyi bilmek, bildiğince kullanmak, kullandıkça büyüyen sınavlarda başarılı olmak ve O’nun rızasında kalabilmek başta gelendir. Daha üst bir enerji boyutuna geçmek herkes için mümkün olmayacaktır. Onun için emek veren elbet ki kazanan olacaktır ve bu bir zannetme de değildir, yasayla yasa olanın hakkıdır.

Aysel Ongun 7 Aralık 2012

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap