Kim Ne Derse Desin

 


KİM ne derse DESİN

İster iyi ister kötü
İster akıllı ister deli
İster zengin ister fakir
Siz,
Sizi Var Eden’in mükemmel eserisiniz
Ve o eser size emanet
Öyleyse,…


Konumuz insan. Konumuz insan denen yaratımın mükemmelliği ve konumuz o mükemmelliğin sergilediği seyir ve yine konumuz o seyri programlayanların insana tanıdığı Dünya zamanı ve o zamanın barındırdığı sınırlı özgürlük.

İnsan denen ruhsal varlık dünyada form kazanma özgürlüğüne nasıl sahip olabiliyor bunu açıkça bilmiyoruz ama, insan denen karmaşık yapının ruhunun ölmek olarak adlandırdığımız kendi isteğiyle ve yöntemiyle bedeni terk etme özgürlüğüne sahip olmadığını açıkça biliyoruz. Bilinen tüm öğretiler bunu söyler çünkü. Neden!... Yaratımın hangi esası, başı ve sonu Yaratıcı tarafından bilinen seyrin insan tarafından sekteye uğratılmasına onay vermez. Yaratılışın özgün planındaki etaplar bir bütünlük içerdiği için mi insana bu özgürlük verilmemiştir, yoksa zor şartların insan gelişimindeki kazancının gözden kaçırılmaması için mi? Ya da varlığın Dünyasal eğitim planını şartlar ne olursa olsun mutlaka tamamlaması öngörüldüğü için mi? Düşünemediğimiz daha pek çok neden olabilir bu kısıtlama için. Düşünüp farklı nedenler bulmuş olanlar da elbet ki açık edemeyeceklerdir özgün düşüncelerini, henüz onları kaldıramayacak varlıkların bir anlamda tutundukları dalı kesmemek için. Daldan düşmek üzere olan kişinin veya toplumların davranışlarının ve gücünün ne olacağı bilinemez, düşerken düşürmeyi de başarabilirler. Tarih toplumsal şuura ve çıkara aykırı gelen düşünce sahiplerinin acı akıbetleriyle doludur.

Yaratılışımızın esaslarındaki yasalardan haberdar olmadığımız için ya geçmişten bu güne gelen düşünce akışlarının ve öğreti bilgilerinin, pek çok değişime uğramış olsalar bile, itirazsız kabulünde olacağız, ya da düşüncelerimizle açılmaya, kendi gerçekliğimiz üzerinde kendi farkındalığımızı yaratmaya çalışacağız. Yani daha bir üst şuurda düşüneceğiz kurgu yapacağız ve bu ikili basamakların meydana getirdiği merdivenden adım adım çıkacağız, her basamakta düşüncemizi ve kurgumuzu biraz daha büyüterek. Dönüp baktığımızda o kurguların gerçeklikten bir zerre olduğunu fark ederek.

İnsanın düşünebilme yetisiyle onurlandırıldığını biliyor ve bu nedenle de kendimizi tüm diğer canlılardan üstün olarak tanımlıyoruz, biraz da haddimiz olmayarak. Nerden biliyoruz diğer canlılardan bazılarının düşünce edimini farklı şekilde bizden çok daha üst boyutlarda yapmadığını, insandan çok daha farklı ve üst değerlerle taçlandırılmadığını. Onlarsız asla varolamayacağımızı. Mikrodan makroya, o bütünlüğün içinde yoğun bir alış/veriş olmazsa yaşam denen seyrin asla mümkün olamayacağını bilip, kabul ettiğimiz halde neden insana böyle bir üstünlük giysisi giydiriyoruz. Yaratıcı olduğu için mi? Oysaki en küçük olan bile kendince yaratıcıdır. O insan ki bu gün izlemedeyiz seyrini yaşadığı ve yaşattıklarıyla…

Şimdi yeniden dünyaya geliş ve gidişe dönelim ve düşüncelerimizi biraz daha farklılaştıralım. Yazdıklarım düşünmek isteyenleri daha farklı açılardan da düşündürtebilmek için küçük değinmelerdir. Tabii bildiklerinin ötesinde de düşünmek ihtiyacı içinde olanları. İnsanlar arasında genel bir kanı vardır, her şeyin geçmişte söylenmiş ve yorumlanmış olduğuna dair. Bu kanı belki doğrudur, belki yanlış. Hüküm verme durumunda değilim ama inandığım bu gün hala insan denen varlık bilinen kalıplar içinde yaşamaya, onları zamanın enerjisi ve şuuru ile yeniden düşünmeye çalışmıyorsa şuursal boyutta zamanın gerisinde kalarak bir anlamda varlığını gelişim ortamından silmededir. Onun için insan gerçekten düşünmeyi sevmeli ve bu yöntemle kalıplar dünyasında kendini özgür kılmayı başarabilmelidir. Özgür olmak hayatı daha iyi anlamaktır. Bakan göze görmeyi sağlamaktır ve gerçekten yaşamaktır O’nun öngördüğü sona kadar. Göç vakti geldiğinde dehşetle değil, mutlulukla o yola adım atmaktır.

İnsan hayatı çeşitli biçimlerde son bulur, çoğunlukla hastalanarak ya da bir başkası tarafından farklı nedenlerle ve araçlarla öldürülerek. Bazen anında gerçekleşenlerle, bazen de yıllarca süren alışkanlık ve zehirlenmeler sonucunda. Bu gidiş nedenlerinin hepsi onaylanır; kader denir, ömrü bu kadarmış denir, vade denir, bir biçimde gidiş yolunu ve zamanını ve şeklini yaratıcının çizdiği kabullenilir. Kişinin hayatına kendi isteğiyle son vermesi ise asla onaylanmaz ne öğretilerde ne de insanlar arasında. Neden!...

Bazı öğretilerde günümüzde bile başkaları için ölmek, yani intihar etmek neredeyse kutsanmıştır. Ama kişinin bu işi sadece kendisi için yapması kabullenilemez. Toplu intiharlar vardır hangi amaç uğruna yapıldığı pek bilinmeyen ve basına yansıyan.. Onların inancının ne olduğunu ve hangi duyguların onları bu yola sürüklediği pek bilinmez. Onlar ilahi yasalara ters düşmelerinin acısını nasıl çekerler gittikleri boyutta o da bilinmez. Bazı kitaplar vardır ölümden sonra hayatı anlatan. Orada anlatılanlar doğruysa eğer çekilecek çok şey vardır o boyutta. Onlar intihar etmişlerdir çünkü ve o boyutta o sahneyi durmadan yaşarlar, ta ki şifa buluncaya kadar. Cehennem azabı olarak adlandırılan şuursal pişmanlığın bir açısı da bu olmalı.. Onlar yaşamlarına kendi elleriyle ve istekleriyle son vererek Yaratana karşı en büyük günahı işlemişlerdir. Cezasını çekeceklerdir. Bir bilgi “o güne kadar kazanılmış her değer, bir çığ gibi akanın altında ezilip yok olur” der. Der de nedenini açıklamaz yine insanın düşünmesi için. Akan nedir, hangi enerjiler devreye girmiştir. Yaratılışta esas sadece yasalar üzerinden gerçekleşiyorsa ve onda duygu yoksa, insan neden bir duygu varlığı olarak dünya yaşamını deneyimlemededir. Bunun cevabı her düşünende bilgisi ve düşünce sistemi içerisinde vardır. Ama gerçek yine bilinmez. İnsan sanki düşünme ediminin içinde bulunduğumuz bu boyut enerjisini yaşamak için dünyaya gelmiştir. Gerçekten düşünmediğinde, robot gibi yaşadığında boyutsal varlığından söz edilemez. O bir başka boyutta yaşıyordur, dünyada zamanın enerjisi içinde yaşıyor gibi görünse de. Olması gereken boyutta yok etmiştir varlığını, buna farklı bir kendini yok ediş, kısaca intihar da diyebilir miyiz?

Şimdi bu soruya farklı sorularla devam edelim. Ruhun en değerli Dünya aracını, yani bedeni olmayacak şekilde gıdalarla doldurarak onu hastalandıran ve ölüme götüren insanlar O’nun planındaki zamanda mı ölmüşler yoksa adım adım kendilerini yok mu etmişlerdir? Buna kader mi diyebiliriz yoksa bilinçsiz intihar gözüyle mi bakabiliriz?

Aynı şeyi uyuşturucular, insanı hayal alemine taşıyan kimyasallar ya da bitkiler ve onların kullanıcıları için de söyleyebiliriz.

Zamanın enerjisinden habersiz, geçmişi yaşayan ve düşünme ihtiyacı içinde olmayan insanlar da aynı eylem içinde değil midirler? Ve bilen ama bildiklerini kendilerine göre nedenlerle uygulayamayan insanlar da pasif bir intihar olayının adımlarını yaşamıyorlar mı?

İnsana insanı kırdıran teknolojiyi maddi kazançları uğruna her gün yeni buluşlarla gerçekleştiren, bir anlamda ruhlarını gün be gün karartan insanlar da, tüm o görkemlerine karşı ceplerine giren her değerle intihar eylemini varlıklarında gerçekleştirmiyorlar mı?

Örnekler her şekilde çoğaltılabilir ama bir şey vardır dikkat edilmesi gereken. Anında her hangi bir araçla intihar etme, ya da uzun vadede bilinçsizce intihar etme. İkisi arasında fark yoktur. Ve dünyamızda her gün belki de milyonlarca kişi bu yöntemlerle intihar etmededir ve birileri de onları intihara sürükleyerek. İkisinin birbirinden hiç farkı yoktur. Her iki grup da yaratıcının ölümsüz ruhları için kendilerine dünya armağanı olarak sunduğu muhteşem aracı ve harika düşünme yetisi armağanını yok etmektedirler. Her iki yönde de ruhlar kararmadadır. Işık kaybolmadadır gönüllerden. Ve çığ gibi akacaktır üzerlerine şimdi bilmediğimiz olan.

İster iyi ister kötü
İster akıllı ister deli
İster zengin ister fakir
Siz, Sizi Var Eden’in mükemmel eserisiniz
Ve o eser size emanet
Öyleyse,… O’na layık olmak için yaşamalısınız. Sizi siz yapana.

Aysel Ongun. 13 haziran 2011

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap