İnsan

 


İNSAN

Düşündüğüm kadar varım, vardığımı anladığım kadar yaşarım, yaşadığım kadar insanım.

Düşünmek anlamak, anlamak yaşamak değildir.

Aysel Ongun

İnsan denen enerji akışı kaç bin yıldır evrenin yaratım ve gelişim programı içinde devrede?

Dünyamız güneş sistemimiz içinde kaç bin yıldır var?

Güneşimiz ve sistemi kaç bin yıldır galaksi sistemimiz içinde ve Samanyolu olarak adalandırdığımız galaktik sistemimizin oluşumu ne zamana dayanıyor?

Ya diğer galaksiler, bilinen bilinmeyen.

Ve de yaratılışın sırrı olan siyah bölgeler. Siyah O’nun sırrıdır. İçinden bize göre beyazı, bilemediklerimize göre başka renkleri, başka sesleri doğurur. O’ saltanatını siyah Nur’unun içinden çıkarmıştır. Öyleyse,

Yaratılışın ilk cevheri nedir, bu günkü bilimsel anlayışın dışında?

Yaratılışı meydana getiren yüksek matematik, geometri ve elektriğin fiziksel, kimyasal ve belki de hiç bilinmeyen kozmik tepkimelerinin yanında, o değerleri yaratan, programını düzenleyen ve gerçekleştiren proje sahibi, Ulaşılmaz ve Tanımlanamaz güç bu oyunu acaba kaç defa kaç boyutlu oynadı.

Bir bilinmezin, insan tarafından bilinmesine açık edilen kısmında henüz pek çok soru kesin yanıttan uzak. Çünkü insan denen varlık, özgün enerji akışında, yaratılış sahnesinde daha çok yeni ve gideceği çok yol var, bilimsel olarak tahmin edilen geçmişinin çok daha gerilerine uzanan bir geçmişe sahip olsa da.

Geçmişini ve geleceğini bu gün ne bilimsel olarak ne de ruhsal bilgiler olarak bilmemize imkân olmayan bir galaktik oluşum içindeki küçük Dünyamız’da bilinenler, yaratılışın sadece küçük bir noktası ve yaratılış efsaneleri diyebileceğimiz bilgilerde sadece insan gelişime açık edilmiş birer nokta değer, belki o bile değil. Belki de insanlık yaratılışın sadece bu masal gibi anlatımı içinde galaksimizin ve güneş sistemimizin oluşumunu anlamaya davet edilmekte, Onun gerçekliği yönünde, Onun planının şuursal/deneysel gelişimi içinde.

“Hiçbirşey yokken ve her yer karanlıkken” belki de evrenin bambaşka köşelerinde yine karanlıktan başka hiçbirşeyin olmadığı yerlerde, O TEK GÜC’ün “OL” emriyle oluşanlar gelişimlerinde muhteşem yollar katetmişler ve yaratan olabilmişlerdir. Daha sonraki tüm yaratımlar evren yasalarını kullanmayı hak ederek, yaratan olmaya hak kazanmış yaratıcılar tarafından meydana getirilmiş olabilir mi? Ve insan yeni bir yaratıcı olma yolunda binlerce yıldır başı/sonu belli olmayan bir yolculuk içinde midir?

Bu gün insan olarak adlandırdığımız değişim ve gelişim enerjisi, geçmişinde nasıl bir adla anıldı, geleceğinde –insanüstülüğünde- nasıl bir adla anılıyor?

Bu sorulara elbette ki bazıları inandığınca cevaplar verebilir; hem de her yönde, her şekilde. Kimilerinin ise aklına bile gelmez yaratılışın ve insanın ne olduğu, nasıl olduğu. O sadece dünya yaşamıyla ve onun getirdikleriyle ilgilidir. Her insan gelişiminde farklı bir seyir içindedir ve her insan kendi doğrusunu yaşamadadır ruhsal gelişimi içinde. Bu nedenle O’nun gözünde her insan varlıksal gücüyle bir deneycidir; yol ne olursa olsun deneyip yaşayacak ve yaşadıklarından sonuçlar çıkarabilecek donanıma sahip olan. Önemli olan doğru sonuca ulaşabilmektir.

Üstte yazdığımız sorulara verilecek cevaplara yeniden dönecek olursak onların, dinsel öğretiler, kendini çeşitli isimlerle tanıtan enerji yoğunlukları, gelişkin ruhsal varlıklar, bilgeler, grular, ekoller, öğreticiler ve bilim insanlarının ifadelerine dayanarak verildiğini açıkça görürüz. Ama özgür insanın, özgün düşünce ve hissetme sistemine dayanarak benimsediği, her yeni bilgi ve anlayışla değişebilecek olan inancı pek bilinmez. Düşünmeden inananların ifadelerinde dayandığı nokta, “kitap böyle yazıyor” “öğreticiler böyle diyor” “kozmik bilgiler şöyle anlatıyor” “özümden alıyorum” gibi özgün düşünme gücünü gölgede bırakan ifadelerdir. Gerçekte kendi özgün düşüncesi ve hissedişinden bir parça inancında yer almışmıdır o da bilinmez. Yazılmış, çizilmiş, söylenmiş ve yorumlanmış şeylerin dışına çıkmak insana zor gelir. Ortam onu aykırı, hatta düzen bozucu olarak kabul eder ve dışlar. Çünkü kontrol altında tutulmaktan uzaktırlar. Oysaki baştan beri bu aykırılıklar olmasa, insanlığın bir kısmı bu günkü düşünsel, sanatsal, bilimsel seviyesine ulaşamazdı.

Dünyamızın yaşı bilimsel olarak tahmin edilebiliyor, çeşitli öğretilerde de oluşum şekli sembollerle anlatılıyor, ama hepsinin değindiği insanın dünya üzerinde son sahneye çıkışıyla ilgili.

Bir ruhsal bilgi insanın yeryüzünde üç kez ortaya çıktığını söylerken, diğer bir ruhsal bilgi bunun onüç kez gerçekleştiğini söylüyor. O zaman düşünüyor insan dünyanın yaratılışı bu günkü bilimsel verilerin çok öncesindeki bir geçmişe mi dayanıyor yoksa insanlık önceki dönemlerini başka gezegenlerde mi geçirdi?

İnsanlığın oluşumu o kadar eski mi? Her bir değişim/dönüşüm döneminden sonra ortaya çıkan Adem/Havva ikilisi kendilerinden önceki Adem/Havva’dan daha farklı bir modelde mi oluyor yoksa başta esasları belirlenmiş tek bir modelin, yeni dünya şartlarına göre adapte edilmiş şekli mi oluyor?

Dünya ilk varedilişinden beri doku olarak aynı mı, yoksa o da mı değişiyor? Değişik maden ve mineraller, değişik bitki örtüleri ve değişik bir atmosfer mi oluştu her büyük değişim döneminde ve şimdi yeni bir Adem/Havva dönemi yaşanmadan dünya, insan ve tüm barındırdıkları ile yeni bir boyuta mı geçecek.

Dünya’nın 13 yıkım devresi geçirdiğini söyleyen bilgi, bu geçişin yeni bir Adem/Havva dönemi olmadan olacağını söylüyor. Yani insanlık bütünsel olarak yaratıcılığa bir adım daha yaklaşmış olacak.

Daha öncekiler böyle toplu bir geçişi başaramayıp yok mu oldu da, Adem/Havva ikilisi insanlığa nüve oldu, ya da tam bir geçiş yaptıkları için mi Adem/Havva ikilisiyle yeni bir başlangıç yaptılar.

Bilgiler bu dönemde belli bilinç düzeyine ulaşmış olanların bu geçişi yapacağı yönünde. Diğerleri 3. boyut deneyimlerine devam edecek. Öncekiler de ilkel insandan başlayıp böyle bir gelişim seyrini yaşamışlar mıydı acaba?

Ya da onlar bilmediğimiz bir biçimde gelişkinlikleriyle yaratıcı olduklarında dünyayı ve üzerindekileri yeniden mi biçimlendirmişler di? Bizim yaratıcılarımız onlar mıydı? Baştan beri İnsan denen enerji ve güç bütünlüğü ulaştığı değerlerle içlerinden yeni yaratıcılar çıkararak bu seyri devam mı ettirmişlerdi? Ya da bazı dünya dışı varlıkların insanları kanal olarak kullanıp anlattıkları bilgilere göre “Pleiadesliler” gibi yaratıcılarımız bu dünya dışı varlıklar mıydı? Ya da bizleri yaratanlar dünya dışı birleşik varlıklar grubu muydu?

İnsana olmaz dedirtecek bu seyir ve bilgi karmaşası genelde insanı Tek Bir yaratıcı inancına götürür. Bazı bilgiler “Sizler yaratıcılarsınız” der. Yine bazı öğretiler “insanın mükemmelliğinden, hatta Yaratan’ının halifeliği”nden bahseder. Bilgi doğru ise insan bu sıfata neden layık görülmüştür?

Halifelik, üzerinde çok düşünülmesi gereken önemli bir konu; İnsan kimin halifesi?(!..) Geçmişi daha önce değindiğim gibi çok, çok, çok eskilere ve farklı yaratıcılara dayanıyor ve bin küsur yıl önce gelen bilgiye göre halifelikle taçlandırılıyorsa, o, O’nun halifesi değil, kendini O’nun esaslarına uyarak, yasalarıyla geliştirmiş ve bir mertebeye ulaştırmış Yaratıcılarının halifesi olabilir ancak. Kendi uygunluğuyla yaratıcı sıfatını kazanabilmek için. “Sizler yaratıcısınız” diyen pek çok kozmik bilginin işaret ettiği bu nokta olmalı. Özde sahip olunan güç. O güce yaşanmakla eklenen yeni yaratıcı güçleri ve sonunda yaratıcılık. İnsan enerji ve güç boyutu böylece gelişimini sürdürmeli. İnsanlığa tüm yapılan yardımlar, fiziksel, ruhsal, bilgisel ve şuursal, bunun içindir.

Evreni sadece bu enerji mi yaratmadadır. Buna rahatlıkla hayır diyebiliriz. O’nun bilmediğimiz, belki de hiç bilemeyeceğimiz varediş planının içinde bizlerin dışında çok farklı yaşamlar olmalı; Bizlerden daha güçlü, daha bilgili ve daha yüksek. Evrende her an yeni bir oluşum gerçekleşmede, Onların ve insanlığın emeğiyle. Her an gittikçe genişleyen bir evren, bir noktadan sonra belki de tüm gücüyle bir öz olarak yeni bir evreni yaratacak. Kimbilir…

İnsanlık bu muhteşem gelişim seyri içinde bilenler ve yol gösterenler tarafından hiç yalnız bırakılmadı. Bilimsel verilere göre o ilk varediliş sonrası, ona “tesadüf “ diye yakıştırılan buluşlar acaba öyle miydi? Ateşi gerçekten kendi kendine mi bulmuştu yoksa onu koruyan ve gözeten güç sayesinde o buluşa yönlendirilmiş miydi? Anlamsız seslerden kelimelere dökülen konuşma başarısı da yine bu etkilerle ortaya çıkmış olabilir. Sonra yazı. Önce resimle ifadelendirme. Mezopotamyada, Mısırda, Mayalarda görülmüştür. Batık kıta Atlantis’in armağanıdır. Düşünceler belli simgelerle anlatılır. Sonra hecelere geçilmiş, daha sonra da harflere. Bu seyir de elbetki O’nun yardımıyla olmuştur Atlantis’de de, sonrasında da. Sümer kil tabletlerinde bu yardım açıkca anlatılmıştır “Tanrı’nın katibi”nden ifadesiyle. Mısır da ise tanrı Thoth tüm üst bilgileri öğretmişti halkına yazı da dahil olmak üzere. Musa yazıyı “görünmeyen tanrı”dan öğrenmişti. Bu da gösteriyorki insanlık kazandığı her ileri adımı O’nun sistemleri’nin yardımıyla aldı. O’ her zaman gözetti varettiği canlıları, ama gerçekten bilinmesi gereken O’ yaratılışın hangi seyrinde, kozmik hiyerarşinin hangi kademesinde yer almadadır. Her şey O ulaşılamaz O’na bağlanamaz. O’ gücünü, bilgisini ve programını verdiği hiyararşik sistemine Esaslar ve Yasalar içinde yaratma iznini vermiştir. Şimdi insan kendi gelişim seyri içinde ve yaratıcılarının çizdiği çerçevede Yaratma yolundadır. İnsan sadece yaratımlarını gerçekleştiren sistemlerin, yeni yaratıcıları olmak için halife olmak durumundadır. Bu nedenle İnanılmaz büyüklüğün karşısında küçüklüğünü bilip, gelişim yolunda hızla ilerlemeye çalışmalıdır O’nun yasaları içinde. Hayır bundadır.

Düşündüğüm kadar varım, vardığımı anladığım kadar yaşarım, yaşadığım kadar insanım.

Düşünmek anlamak, anlamak yaşamak değildir.

O’nun yasalarını

Yaşayan ve yaşatan ancak halife olabilir, kendinden sonra geleceklere de yaşatabilmek için.

 

Aysel Ongun 4 Kasım 2011.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap