Söz Üzerine

 


SÖZ ÜZERİNE 

Söz, düşüncelerimizde anlam kazanan ve zamanda yer tutan sestir; düşünce boyutunun süptilliğinden uzaklaşmış bir anlamda sesle bütünleşerek maddeleşmiştir.

Söz söylendiği andan itibaren söylenene, düşünce, ses, hal ve an kullanım enerjisiyle birlikte yansır.

Bu nedenle söz, düşünmekten çok daha fazla etkilidir, ses ve an gücünü de üzerinde taşıdığı için.

Buna bir de niyet eklendiğinde ki, niyet doğrudan hedeftir, sözün gücü bir kat daha büyür.

Niyet, duygu/düşünce ikilisinin söze önderlik ettiği durumlarda doğal olarak gelişir. Temelinde bilgiyle birleşenlerin kullanılma isteği vardır. Ayrıca niyet etmek gibi bir talepte bulunulmasına gerek yoktur. Yasa, haldeki ince değerler üzerinden olması gerekeni anında yerine getirir, olan her şeyde. Bu demektir ki insan yaşadığı her anda yasaların kontrolu altındadır. Boşa olan, ya da fark edilmeyen hiçbir an yoktur. Ürettiği her şey anında ilgili yasasında yer bulur evrensel kayıtlara geçerek.

Düşünmeden yapılan konuşmalar ki, günlük konuşmaların çoğu böyle sözlerdir; anlık ve sıradan değerler, geçmiş / gelecek bağlantılı konular, istekler, sevinçler, kızgınlıklar ve ego güdümü üzerinden gelişir; düşünmeden yaşama gibi, savruk, çoğu zaman gereksiz ifadelerdir, duygularla ve egoyla çarpışmadığı müddetçe. Çarpıştığında ise güçlenir tıpkı niyetle söylenen söz gibi; yeni bir boyutta yeni bir anlam yaratarak. Bu anlam hem yapıcı hem yıkıcı olabilir. Kişinin karşılama seyrindeki gelişmişliği yönünden. Sözün değersizliği kadar karşılayanın da aynı değersiz algıda olması sözü yanlış akışlara çekebilir.

Düşünerek ortaya dökülen söz üzerinde söyleyenin büyük sorumluluğu vardır, bunun farkında olmasa da. Aura olarak adlandırılan duygusal alan, renkleri, yoğunluğu ve biçimiyle sözün iletimini ve karşılayanın halini açıkca anlatır gören göze. Karşılayan halini hiç söze dökmese bile. Sessiz kalmak sadece görüntüdedir. Hiçbir güç yaratılan enerjiyi kamufle etmeye yetmez.

Söz birde beden ifadesiyle destekleniyorsa, ki bu çoğunlukla farkında olmadan alınan bir durumdur, buna gözler, eller başta olmak üzere bedenin tüm duruşu dahildir, dinleyen üzerinde daha da büyük etki yapar. Söz’e bedenin iştirak etmediği durumlar ancak yoğun bir kontrol altında sağlanır ki, o hal bile anlayabilene çok şey ifade eder; olduğu gibi görünmediğini anlatarak.

Genelde beden dili, düşünmeden söylenen söz gibi kontrolsuzdur. Duyguların ve hislerin serbest bırakılmış görüntüsünü yansıtır. İncelikleri olmayan bir sıradanlık içindedir, doğal haldir. İlk değişen gözlerdir. Hareketleri, ışığı, izleyene çok şey anlatabilir. Gören bir göz, söze iştirak eden bu görüntülerden sözün ve söz edenin gerçekliği üzerine destek bilgilere de sahip olabilir. Hükümsüz gözlem yapabilme becerisine erişmek bu nedenle sözün içselliğini anlamada önemlidir.

Genelde söz kişide, sözün arkasındakileri yansıtan diğer faktörleri incelikleriyle anlamadan sadece taşıdığı enerjinin algılanabilen şekliyle yer bulur ve karşılığı da o şekilde gerçekleşir. . Bunun için sorumlu olur her söz sahibi söylediklerinden; kime ya da kimlere söylüyor, ne söylüyor, nasıl söylüyor, sözün gücünün farkında mı ve en önemlisi söz ağzından çıkmadan kendinin ne halde olduğunun farkında mı!.

Varlık gerçek insan olabilmek için çok şeyi öğrenmek, uygulamak zorundadır. “Ben zaten her şeyi biliyor ve uyguluyorum” diyenlerin aslında hiçbir şey bilmedikleri de o ifadeleri dile getirmelerinden bellidir. İnsan başı sonu belli olmayan yolculuğunda sürekli bir şeyleri öğrenecek, uygulayacak ve edindiği güçle bir üst öğrenime aday olacaktır.

Bu yazıda söz üzerine düşündüklerimi, hissettiklerimi paylaşıyorum. Bilgi der ki: “önce söz vardı” Acaba O’, sözü tanımlamaya çalıştığım gibi, düşüncesini seslendirip söze dökmekle mi yarattı tüm mevcudatı. Öyleyse İlk Ses ne olabilir?...

Aysel Ongun 14 Kasım 2011

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap