Dinlemek Duymak Değildir

 

 

-14-



DİNLEMEK, DUYMAK DEĞİLDİR

İşitme duyumuz, yani kulaklarımız ve onda çalışan sistem, bize ses olarak titreşimsel bilgiyi kusursuz yansıtmaya çalışırken, insan o yansımanın gerçek değerlerinin çoğunlukla ayırdında değildir ve sesi sadece kısıtlı değerlendirmeleriyle yaşamaya devam eder. Burada önemsenen konu bilimsel anlamda sesin ve duymanın incelenmesi, mekanizması, gerçekliği değil, gerçek anlamda dinleme ve duyma arasındaki farka dikkati çekmektir. Yani beyinsel aktivitenin anlama için gösterdiği doğru çabaya.

Her insan şayet biyolojik bir gereksizliğin içinde değilse duyar ve dinler. Duyma, dinleme değildir. Kulak sahip olduğu algı frekansına göre her sesi duyar ama beyin her sesi dinlemek için çaba göstermez. Algıladığı sadece onu rahatsız edici bir frekanstır arttıkça biyolojik rahatsızlıklara da neden olan. Sesi duymanın ötesinde gerçekten dinlemek için dikkati devreye sokmak gerekir ve dikkat çeşitli yönleri, biçimleri, dereceleri olan ve gerçek dinlemeyi insana yaşatan, incelikli ve çalışmayla geliştirilecek önemli bir mekanizmadır. Sese ve bilgiye karşı doğalında yaşanan dikkat, dikkatin en alt düzeyidir. Bu her hangi bir ses, ya da sözcüklerle iletilen ses olabilir. Daha sonra ilgiye ve dikkat üzerinde gerçekleşen derinliğine göre anlama seyri değişir. Bu düzeyden yola çıkıp insanın bir diğer insanı dinlemesi konusu üzerinden bir örnekleme yaparsak, genelde iki kişi arasındaki konuşmada dikkatin sadece duyma üzerine yönlendiğini, konuşmaların sadece duyma düzeyinde yapıldığını çok net görebiliriz ve insanlar arasındaki iletişimsizliğin nedenlerinden birinin hatta en önemlisinin de bu olduğunu anlayabiliriz böylece.. İnsanlar çokça konuşmayı, istediklerini duymayı ne kadar çok isterlerse, gerçekten dinlemeyi ve özellikle dinlediğini gerçekten anlamayı pek bilmez, ihtiyacını da çoklukla hissetmez ve o nedenle de gerçek dinleme gücüne erişmeye yönelik bir istekleri olmaz. Bunun için gerçekten dinlemeyi bilen, dinlerken söylenenleri doğru anlayabilen insan çok nadirdir; bu iki arkadaşın sohbeti veya ciddi ve önemli bir bilginin aktarımı da olsa böyledir.

Ahmet ve Mehmet arkadaştırlar. Yıllardır birbirlerini kendilerince tanımada ve yine kendilerince sevmededirler. Bazen çok iyi arkadaş olduklarını bile düşünebilirler. Ahmet Mehmet’in nasıl bir ailesi olduğunu, çocukluğunun nasıl geçtiğini, okul ve iş hayatını, yaşamını, Mehmet’in anlattığı veya düşünceleri, davranışları, önerileri ile sergilediği değerlerle kendi bakış açısından bilir; Mehmet de Ahmet’i aynı şekilde. Birbirlerini çok iyi tanıdıklarını ve çok iyi arkadaş olduklarını düşünürler sık sık. Her konuyu konuşurlar, sıkıntılarını ve mutluluklarını paylaşırlar, o andaki algılarına ve duygularına göre anında hükümde olurlar. Ya bir onaylamadır bu ya da “ben olsam” la başlayan dünyanın en gereksiz ve yanlış yönlendirme sözcükleri dökülür ağızlarından, karşısındakinin kendisi olmadığını hiç düşünmeden. Akıl verirler, yol gösterirler duyduklarına göre. Gerçekte hiç dinlememişlerdir birbirlerini. Sadece kelimelerle üretilen cümleleri duymuş, yüze, bedene yansıyan öfke, sevinç, ya da heyecanı kendilerince, anlayabildikleri kadar değerlendirmiş ve ona göre kişisel yargıları ve bakış açılarıyla bir karara varmışlardır. Ahmet Mehmet’in umutsuzluk dolu cümlelerini duyduğunda, duyduklarına göre ilk tepkiyi verir. Diyelim ki patronu ile bir sorun vardır arasında “ Aldırma” der. “Biliyorsun o adamı” ya da farklı bir cümle kullanır “o öyle şey yapmaz ama nasıl olmuş da öyle söylemiş” veya çok daha bir sert bir tepki cümlesi dökülür dudaklarından kendi ruh halindeki dengesizliğe göre “kapıyı çarpıp çıksaydın” gibi. Duyduklarına tepki, o anın kısıtlı algısına göredir. Aslında Ahmet Mehmet’i dinlememiş sadece duymuştur. Belki görünüşte çok büyük bir dikkatle dinliyor gibidir ama dikkatini derinleştirebilmiş midir orası belli değildir. Dikkatin incelikleri burada başlar. Gerçek dinlemede.

Gerçek dinleme, dikkatin tek yönlü algısı üzerinden, dinleyenin kişiselliğini çekmesiyle mümkündür. Gerçek dinleme karşılıklı iki algı noktasının doğrudan bağlantısıyla oluşur. Dinlerken kendi kişisel yargılarınızı devreye sokuyorsanız eğer, dinlediğiniz karşıdan dökülen kelimler değil, onların tetiklediği düşünceleriniz duygularınızdır. Anlatılanlara karşı kendinizi koyuyorsunuzdur, yani düşüncelerinizi, duygularınızı. Duyduklarınızın bütünlüğünü parçalıyorsunuzdur böylece.

Diyelim bir konferanstasınız. Konuşmacıyı önce dikkatle dinlemeye başladınız. Sonra onun söylediği bir cümle veya kelime sizi bambaşka bir bilgiye doğru çekmeye başlar, biraz üzerinde düşünürsünüz ya da size çağrıştırdığı bambaşka şeyleri ve yeniden konuşmacıyı dinlemeye döndüğünüzde, konunun akış seyrine göre arada önemli veya çok da önemli olmayan boşluklar oluşmuştur. Böyle bir durumdan sonra siz sadece duyarsınız artık. Aklınızdan pek çok şey geçmeye başlar. Bazı yerlerde duyduklarınız sizi ilgilendirip yeniden dinlemeye başlasanız da dikkatiniz bütünlük içinde değildir artık. Parça parça anlar, anladığınıza göre kendinizce bir bütünlük yaratırsınız. Sonuçta o getirişlerden anladığınız gerçek anlatılanlar değil, sizin anlatılanlardan kendinizce bütünlediğinizdir. Onun için herkes aynı konuşmayı farklı farklı anlar. Buna anlama kapasitesi de denebilir ama gerçekte dinleme kapasitesidir.

Burada anlatılmak istenen şey hiç bilinmeyen ya da çok az bilinenler için bir yere kadar geçerli değildir tabii. Çok az bilinen bir şey de eğer, anlatılanlar dikkatle gerçekten dinleniyorsa ilgi uyandırır ve o anda olmasa bile içsel bir ışıklanmayla bizi o konuda bilgilenmeye, düşünmeye çeker.

Gerçek dinleme tüm bedenimizle gerçekleşir. Her bir hücremiz kendi hafızasında dinlenenin doğal enerjisini barındırır ve arada parazit kişisel düşünceler olmazsa, dinledikleri hücre hafızasında bir bütünlük taşır. Bir gün yeri gelip de ihtiyaç duyduğunuzda o bilgi size bir uyaranla anında ulaşır. Bir konuşmacının anlattıklarını ya da bir dostunuzun size söylediklerini neredeyse kelimesi kelimesine hatırladığınız zamanlar olmuştur mutlaka, eğer gerçekten dinlemişseniz. Ya da sadece duyduysanız onun güzel bir şeyler anlattığını hisseder ama ne anlattığını unuttuğunuzu, hiç hatırlayamadığınızı hayretle görürsünüz. Hatırladıklarınız o anda aklınıza gelen, gerçeğiyle pek de ilgisi olmayan parça bölük bilgilerdir. Bu insanın değişik haller yaşamasının da bir nedenidir. Hani denir ya insanoğlu benliğinde pek çok farklı benleri de taşır diye. Gerçekte olan yaratım mekanizmasında doğru işletemediği çarkların çıkardığı garip seslerdir. Benlik tek’dir. Onu çoğaltan ne içini ne de dışını dinlemeyi bilmeyen insandır; Bütün’ün bütünlüğünü algılayamayan insan.

İnsan duymanın ötesine geçip gerçek dinlemeyi başardığında nerede, neden, nasıl bulunduğunu çok iyi bilecek ve zihinsel gürültünün ardındaki muhteşem müziği dinleyebilecektir. Var olan her şey bir şey anlatır insana kendi müziğiyle. Bunun için dinlemeye en küçükten başlamalıdır yazımızda örneklediğimiz gibi. Önce en yakınınızdakinden başlayınız. Anne-babanızı, kardeşinizi, eşinizi, çocuğunuzu, arkadaşlarınızı, size bir şeyler öğretmeye çalışanları, bir biçimde duyduklarınızı gerçekten dinliyor musunuz; yoksa sadece duymakla mı yetiniyorsunuz, zihninizdeki büyük gürültünün ardından!..

Aysel Ongun26 Ocak 20010

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap