Artılar Eksi Olunca 1. Bölüm

 

ARTILAR EKSİ OLURSA
Her şey
RESİMLERDE KALIR

 

 

BELDE 19 Mayıs 2012 

 

-1- bölüm

 

Bir zaman doğdu bir zamanın içinden 1984 de ve o zaman geldi bu güne, kendi özgün akışı içinde. Her şey masal olur dönüşmezse gerçeğe ve masallar bir gerçeği barındırsa da içinde, masaldır netice de.

Anlatacağım öykü henüz masal değildir, dilerim olmazda. Resimlerle süsledim, gözden gönüle insin diye.

 


 Yıl 1986

Birlikte paylaşmaya başladık bir zamanda başlayan ve bir zamana gidecek olan hayrın ilk adımlarını. Bilgilerini karşılıksız bizlerle paylaşan beş dostumuz artık aramızda yok. Bizler yaşlandık, paylaşarak zaman içinde umutlarımızı, bilinçli insan olma çabalarımızı ve karşılıksız hizmeti.

Yeni bir zamana doğru

Yıl 1989 aylardan Kasım sonu.

Bir sonbahar sabahı düştük yollara hayallerimizi geçeğe çevirmek için. Bu gün düşünürüm, çok mu hayalperesttik o zamanlar diye. Her şey tozpembeydi gözümüzde. Olacak mutlaka olacaktı hayır olan şekliyle. Yeşilden kırmızıya, sarıya dönen yapraklarıyla neredeyse tepesi görünmeyen muhteşem kayın ağaçlarının arasından kıvrıla kıvrıla uzanan köy yolu bizi yıllarımızı geçireceğimiz dağ köyüne taşıdı. O gün beğendik yerimizi. Oturduğumuz yerde toprağın bize yolladığı titreşimleri hissettik ve büyülendik. “İşte” dedik “ burası. Başka bir yer aramamıza gerek yok.” Ve şimdi o günden bu güne gelişen Belde öykümüzü kısaca anlatalım bolca resimlerle süsleyerek.

 

O günlerde yerimizden köyün aşağıdaki yerleşim yerlerinin görünüşü. Önde lahana tarlası ve üstü örtülmüş kışlık odun yığını. Ufuktaki dağın ardında Karadeniz var.

İnsan bir şeyi gerçekten yapmak isteyince önündeki tüm engelleri aşmayı, pek çok yoksunluğu göze alarak savaşmayı bilir. Biz de o yolu izledik. Toprağımıza giden yol yoktu, barınacağımız yer yoktu ama içimizde bitmeyen bir sevinç ve artıda büyüyecek umut vardı.

 

İşte evin yeri ölçülüyor. İki büyük ceviz ağacının arası. Harika bir yer.

 Aşağıda kıvrıla kıvrıla uzayan ana yol. Yemyeşil dağlar ve neredeyse hiç bitmeyen sis. Dağların tepeleri bazen durgun bir denizde yer alan adalar gibi duruyor sisin aşağılarda çok yoğun olduğu zamanlarda. Sisin olmadığı yerlerde pırıl pırıl bir güneş. Doğa o kadar güzel ki.

 

 

Orada sisin bir esrarı var sanki. Kapladı mı her tarafı, göz gözü göremeyecek kadar, sesler biter ve dünya onun içinde kaybolur. Artık tek başınızasınızdır âlem içinde âlemde, âleme karışmak için.

 

 

Arsa sahibimiz

İşe koyulduğumuzda bize tarlasını satan köylünün gecekondu evinde kalıyorduk, her tarafı böcek ve örümcek dolu. Ben örümcekten çok korkarım. Yine de kalmak zorundaydık. Onların yoksul hayatlarını bizimle paylaşmalarına şahit olduk. Yer sofrasının etrafında o aileyle nefis dağ çileğiyle yapılmış reçeli, evin ineğinin sütüyle yapılmış peyniri, tereyağını paylaştık. O gün bir yumurta yumurtlayan tavuğun yumurtasının tereyağında pişmiş haline beş-altı kişinin kuzinede pişmiş ekmeği batırarak yiyişini izledik, bizimle birlikte misafir olan arkadaşlarımızla beraber. Sahip oldukları her şeyi ikram edebilen kişiler. Gönül zenginliğinin ne olduğunu gördük. Şimdi rahmetli ama eşi hala dostumuz olan yer sahibimiz. Ruhu huzur içinde olsun.

 


1990 da evimizi yapmaya başladık ve sonbaharda bayrağımız dalgalanıyordu çatıda. Orası bizimdi ve biz oraya Belde dedik.

 Biz işe 1989 sonbaharında koyulmuştuk, bir dağ kışının nasıl geçeceğinden habersiz tüm acemiliğimizle. Kasımda kar düştü köye ve işler başladığı gibi kaldı.

Bütün kış arkadaşlarımızla orada geçireceğimiz zamanları düşledik, Gerçek konularını, yapacaklarımızı. Neler yapmadık ki hayallerimizde, ekip biçtik, şifa çalışmaları yaptık, hatta muhteşem bir şifahane kurdum hayalimde tüm köye ve çevre köylere karşılıksız hizmet vermek için. O günlerde Filipinlerdeki mucizevi şifa olaylarını gerçekleştiren şifacıların konusu çok gündemdeydi. “Neden bizde de olmasın” diye düşünüyordum. Duru bir sevgi içindeydim ve insanları, özellikle de kendilerini şifalandıracak kişileri ihtiyaçları olduğunda bulamayacak insanlara yardım edebilmeyi hayal ediyordum. Kış öyle geçti. Ruhsal konularda bilgilenme, bahçede yetiştireceğimiz bitkileri düşünme ve hatta küçük bir göl yapıp pekin ördeği beslemek hayaliyle. Tavuklarımız olacaktı, belki bir de ineğimiz. Hayaller güzeldi.

 


O yaz ev ortaya çıktı, öylesine mutluyduk ki. Yıl 1991

Baharda işe yeniden koyulduk. Eşim emekli olmuştu ve köyde işçilerle beraber çalışıyordu, hatta zaman zaman işçilerden daha da fazla. Paramız çok azdı, kardeşlerim de yardım ediyorlardı ama yetmiyordu. Borçlanmak yerine değerli olan her şeyimizi sattık, parmaklarımızdaki alyanslarımıza kadar ve evi bitirdik lüksten uzak sıradan bir ev olsa da.

Bu arada ben de boş durmuyordum tabii. O yaz kendimize kalacak bir ev de bulmuştuk, içinde küçücük farelerin cirit attığı. Fareden korkmam ama örümcekler kâbusumdu. Sürekli ilaçlıyorduk evi, yine de bitmiyorlardı.

Kırsal alanda hiç yaşamamıştım ve doğa ile yaşamayı beceremiyordum. Hep korkuyordum, küçücük örümcekten, böcekten, rüzgârın salladığı otlardan bile. Sanki içinde bana saldıracak bir örümcek ya da başka her hangi bir canlı varmış gibi. Yine de pantolonumu orada edindiğimiz lastik çizmelerin içine sokup, ellerimi de bahçe eldivenleriyle korumaya aldıktan sonra otların arasına girip gereken temizlikleri zevkle yapıyordum.

Tarla yıllardır ekilmediği için böğürtlenlerin, mürver otlarının ve eğreltilerin rahatça yayıldıkları bir alana dönüşmüştü. Bazı yerlerde adım atmak bile olanaksızdı ama her tarafı temizlemeye kararlıydım. O yaz bu işle geçti. Bir yıl için başarılı olmuştum ama ertesi yıl yeniden sürdüler. Böğürtlenlerin yayılış sistemlerini o yıl anladım. Köylüler uzaktan izliyorlardı çalışmamı. Onlara göre tarlayı sürdürmek en kolay yoldu ama biz tüm alanı kupkuru bırakmaya razı olamıyorduk. Yüzey yemyeşil çim olmalıydı. Ve ev bittikten sonra dağdan çim getirtip çevresini kaplattık evin. Boşa bir emekmiş. Ertesi yıl tüm alanın çimle ve değişik otlarla kaplanacağını hayal bile edemiyorduk. Sonradan öğrendik havanın genelde sis yüzünden sürekli nemli olduğunu ve toprağı da böylece nemli tuttuğunu. Yazın eğer çok kurak giderse birkaç ay o nem azalıyor, bitkiler sararıyor ve toprak yüzeyde çatlıyordu biraz.

 


Yaşasın bir kök daha söktüm..

 Bahçede çalışmak güzeldi. Hele bir de bir metrelik böğürtlen kökünü söküp çıkarmak daha da güzeldi. Bir şeyi başarmak çok da küçük olsa insanı yeni başarılar için heveslendiriyor. “Yaşasın”  diyordum  "Bir kök daha söktüm"  Sanki dünyayı fethediyordum da.

 


 

Harika bir gökkuşağı

 Sonbaharda gördüğüm en büyük ve en güzel gökkuşağıyla taçlandı baldemiz. Muhteşemdi. O günden sonra da öyle bir manzarayla bir daha karşılaşmadım.

 

Kışa giriş

 


Evin dışının tamamlanmasından sonra üzerine düşen ilk kar

 

Oralara ilk kar kasım ayının ilk haftasında düşüyor genelde. Az da olsa kendini hissettiriyor ve sonra hava yeniden düzeliyor.

 

Bittikten sonraki ilk kış

Çıtır çıtır yanan bir soba. Tertemiz bir hava ve soba üstünde pişen kestaneler

O yaz ev bitti ve biz olanaklarımız ölçüsünde onu yerleştirip geçireceğimiz ilk kışa hazır ettik. Dağda kış nasıl olurdu bilmiyorduk. Fırınlı sobamız, odun ve kömürümüz hazırdı. Bodrum katını bunlar için kullanıyorduk. Su ihtiyacımızı ise köyün durmadan patlayan su borularından gelen suyla karşılıyorduk çok temiz olmasa da. Ve kış geldi. Hayatımda o yükseklikte bir kar içinde hiç kalmamıştım, olağanüstü bir sessizlik ve güzellik; yaşamın bambaşka bir yüzü şehirde hiç görmediğim.

 



Yolumuzu kendimiz açtık



 

Doğu da insanların evlerinden çıkabilmek için tünel kazdıklarını duymuş resimlerini görmüştüm ama yaşamak bambaşka bir şey. Ona benzer bir kışı yaşadık o yıl. Daha sonra da birkaç yıl karın 1.50 cm aştığı zamanları.

Köyde elektrikler sık sık kesilirdi ve telefonda yoktu evde, köyde hat olmadığı için. Acil durumlar için telsizimiz vardı ama ona hiç gerek olmadı. Ertesi yıl ilk cep telefonumuzu edindik.

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap