Değişim

 



 
-3-

DEĞİŞİM 

 

“Hayatının amacı ne” diye sordu sesinde tüm bilmek isterliğinin otoritesiyle.

“Hayatımın amacı” bunun ne olduğunu gerçekten hiç ciddi ciddi düşünmüş müydüm, yoksa birtakım güçlerin akışına kendimi kaptırıp öylesine yaşayagelmiş miydim; soruya o anda cevap vermek oldukça güçtü.

“Düşünmedim” dedim kestirmeden.

“O zaman yaşadığını, bir hayatın olduğunu ve hayatın ne olduğunu düşünebilir misin?”

Şaşkın şaşkın baktım yüzüne. Bu nasıl bir soruydu. Tabii ki yaşıyordum ve tabii ki kendime has bir hayatım vardı. Onunla tanıştığımdan beri bana sorduğu en ilginç soru olduğunu düşündüm. O bilge kişiliğine güvenim sonsuzdu ve o bu soruyu büyük bir ciddiyetle bana yönlendirdiğine göre bunda anlamam gereken bir şey vardı.

“Düşüneceğim” dedim aynı ciddiyetle.

“Çok geç. Daha ne kadar yaşayacağını düşünüyorsun?”

Aslında çok uzun bir yaşamı da düşlüyor değildim. Her an evime geri dönebileceğimi düşündüm.

“O halde neden geldin” diye girdi düşüncelerimin arasına. “Neden geldin neden?”

Bu soru bana yıllar evveli sorulmuş olsaydı cevap çok kolay olurdu. Bilinen ve de hala milyarlarca insan tarafından kabullenilen kalıpları sıralayıverirdim. “Doğanın en tabii olayı” derdim. “çoğalma içgüdüsünün sonucu, anlık hazlardan tesadüfen” gibi daha pek çok şey. Şimdiyse cevapların hiçbirinin yeri yoktu bende. Dünyaya geliş nedenimin bunların dışında temel bir işleyiş üzerine dayandığını biliyordum. Üreme içgüdüsü, tesadüf, sıradan zihinlere has kabullenişlerdi ve bunların ötesinde işleyen muhteşem bir kozmik plandı beni ve tüm yaşayanları dünyaya getiren. Plan bu işleyişi gerçekleştiriyordu ama karşılığında ne istiyordu milyarlarca insandan. Sesi yeniden yankılandı zihnimde.

“Sen milyarlarca insanı bırak da kendini düşün. Gerçekten yaşıyor musun?”

“Aman tanrım” diye inledim zihnimde çakan şimşeğin gücüyle. “Aman tanrım.”Biyolojik yaşam ve onun gereksinimleri için gösterilen çaba ne ifade ediyordu ki Gerçeğe karşı. Hiçbir şey. Gerçek kendine kendi için değerlendirilmiş bir yaşam istiyordu ve o da “çok zor” dedim usulca,” anlamak da uygulamak da çok zor.”

“O senin düşüncen; en kolayı en zor yapmakta nedense insanoğlu çok mahir.”

“”Kolay değil” diye yineledim “hem hiç de kolay değil. Bir biçimde dünyaya geliyorsun, iyi veya kötü bir yaşam için. Ve Pavlov’un köpekleri gibi içinde yaşadığın ortamın kurallarıyla şartlandırılıyorsun ki bu genelde, bol kazanç temin edebilecek bir eğitim veya iş, sonra kendine uydurabileceğin bir eş, kopyanızı yaratmak arzusuyla dünyaya getirilen çocuklar, olanaklar oranında seyahatler, bol bol yemek, arada sırada sanatsal uğraşlar, gereksiz hobiler ben merkezinde devleşirken BİZ’i göz ardı etmeler ve sonra ardımızda bıraktıklarımızın “ben şimdi ne yapacağım” ağırlıklı gözyaşları arasında olabilecek en görkemli uğurlanışla süslü mezar taşlarının altına giriş.

“Sen bunların hangisini benimsiyorsun ve hangisine uymak istiyorsun?”

Aklımın erdiğinden beri kurallara karşı olan içimdeki tepkiyi düşündüm ve kendimi mecbur hissetmeye şartlandırıldığım için istemeden yaptığım, yaparken beni boğan şeyleri ve isteyerek yaptığm gereksiz görülenleri.

“Farklısın da ondan” dedi her zamanki sevecen yumuşak sesiyle.

Ne zaman o ses tonuyla konuşsa içimde bir şeylerin çözülüp dağıldığını hissederim. Sesin o çok özel frekansı beni çekip götürür bir yerlere ve o yerlerde hiç yaşamadığım şeyler yaşarım. Bu defa da öyle olmasını beklerken hiçbir şeyin olmaması ilginçti.

“Beklentini aradan çek, sana gerçek hayatı ve onun amacını göstereceğim.”

Farklı ama yüksek bir boyutla iletişim içine girmenin ve onların açacağı yolda yürümenin temel esaslarından biri hiçbir beklentinin olmamasıydı. Yapılacak tek şey bilinçli olarak zihinsel ve duygusal frekansın yükseltilerek iletişim için hazır duruma getirilmesiydi. Bunu bildiğim halde alışkın olduğum zaman içinde başlamayan olay beni süratle beklenti havasına sokmuştu. Zihnin kaypaklığının kurbanı oluyordum ki uyardı. Süratle gevşemeye çalıştım, zihnimden beklentimin izlerini silmeye. Yoğun sessizlik içinde o hafif vınlama etrafımda belirmeye başladığında seyahatimin de başlayacağını hissettim. Bir yerlere gitmek için ellerimi göğsümde parmak uçlarım çeneme değecek şekilde birleştirdim ve zaman değişmeye, yeni bir boyut belirmeye başladı. O güne kadar hiç görmediğim, anlatılması imkânsız bir varoluşun içindeydim şimdi; öylesine huzur ve sevgi dolu.

“Nasılsın?”

Gülümsedim sadece, hiç yaşamadığım biçimde tüm varlığımla.

“Mutlusun değil mi?” diyen sesi geldi yüreğim zannettiğim bir yerden.

“Hem de çok”

“Çünkü burada gerçekten yaşıyorsun. Gerçek yaşamın içindesin. Bir parçan, daha doğrusu aslın burada gerçekten yaşamaya devam ederken sen bir oyuncağın oyuncağı olmaya devam ediyorsun.”

Anlattığım bazı şeyleri anlamak gerçekten zor. Ben yaşadığım açıklıkta anlatamazken, dinleyen veya okuyan için de düşünce, duygu ve hissedişlerdeki farklılık buna neden olmada. Ama yine de şunu söylemeliyim ki insan denen varlık her ne kadar dünyada yaşıyor görünse de onun asıl yaşadığı yer birkaç boyutun iç içe bulunduğu farklı bir zaman ve mekân. Bölünmüşlük kavrayamayan zihinlerde heyecan hatta korku yaratabilirse de gerçek bu.

Bir zamanlar çok düşünmüştüm “Gerçek nedir” diye ve çoğunlukla da net bir cevaba ulaşamamıştım. Ama şimdi çok ufağından yaşamaya başladığım “Gerçek” ve ordaki “gerçek yaşam” dünya yaşamıyla o kadar farklıydı ki, bana o soruyu neden sorduğunu çok iyi anlıyorum artık. Dünya hayatımın amacı “gerçek yaşam”a kavuşmaktı ve o çok yakınımdaki çok uzaktaydı!..

“Bu kadar tatman yeter” dedi kesin bir ifadeyle. “artık onu ebediyen kazanmaya bak, çünkü bundan sonraki gelişimin o gerçekliğin içinde olacak ve sonra"

“Devam et” dedim heyecanla.

“Yeni bir gerçek seni bekleyecek ve değişeceksin, değişeceksin, değişeceksin.”

Sesi dalga dalga uzaklaşırken zaman ve boyut farklılaşmaya başladı. “DEĞİŞİM” varoluşun tek amacı, hangi bilinmezlerin içinde hangi bilinmezlere doğru, sadece “D E Ğ İ Ş İ M”..

Aysel Ongun Haziran 2001

 

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap