Kendini Bilmeye Giden Yol

 

FARKINDALIK, KENDİNİ BİLMEYE GİDEN YOLDUR

Kendini bilmek Bütün’ü bilmenin ilk adımıdır

Ve

Adımlar sonsuzdur

O’nca bilinen Bütünlüğe kadar.

-1-

İnsan, ruh, ruhsallık, ruhsal gelişkinlik, tekâmül, farkındalık, bütünlenmek, bütüne karışmak, özünü fark etmek, özden getirmek, gibi bütün’ün parçalanmış ifadeleri bu güne kadar insana, doğaya ve yaratılışa farklı bakmaya çalışan pek çok insanın zaman zaman üzerinde az veya çok düşündüğü bir konudur.  Bu yönde tüm dünyada, ruhsal bir arayış içinde olan insanlar, sayısı her geçen gün biraz daha çoğalan, farklı bilgileri farklı ifadelerle kendilerince açıklamaya çalışan topluluklara karışmadalar. Çoğunluk henüz evrimsel kazancını pek de bilemediği bir arayış içinde, duygularının, aklının, egosunun, şartlandırılmasının ve moda olanın  “git” dediği yerlere gitmeye, dünya hayatını biraz daha renklendirmeye, sadece bilgiyle yetinmeye ya da kendinde ve çevresinde bir değişim yaratmaya çalışmadadır. Ruhsal olarak ihtiyacı olanı gerçekten bulduğu yerde ise bilgiyi anlayarak kullanmaya ve değişimini gerçekleştirmeye çalışırken, bulamadığında, ya da bulup da fark edemediğinde kapı kapı gezmede, “ben her çiçekten bal alıyorum” felsefesiyle aklını daha çok karıştırmada, gerçekten öğrenmesi gerekenlere şuursuzca sırtını dönmededir. İnsanlığa ulaşan bilgiler her şuur seviyesinden nakledicinin –ki bu bir üst eğitici sistem planı olabilir, yükselmiş bir bedensiz varlık olabilir, birleşik bir şuur alanı olabilir, insanlara bildiklerini/yaşadıklarını naklederek yardım etmeye çalışan astral seviye varlıkları olabilir, hatta bir fırsatçı olabilir-  kendi amacı doğrultusunda olduğu için çok çeşitlidir. Bu bilgi karmaşasında kişinin doğruyu seçmesi, gerçek ihtiyacını bulabilmesi ise bilgiyi kayıtsız şartsız kabul etmesinde değil, bilginin üzerine sual üretebilmesinde, onu çok yönlü düşünebilmesinde, tutarlılığı ya da tutarsızlığını fark edebilmesindedir. Sonuç analiz/sentezde gönle yatandadır. Bu bir histir kendini derinden duyurmaya çalışan.  İnsanın bu işlemi yapabilmesi için önce şuurca yükselmeyi ve şuurun yükseltisine temel olan “arınma”yı başarabilmesi önemlidir. Arınma, varlığı saran gölgenin kaldırılması, görüşün, dolayısıyla fark edişin netleşmesini ve alanının genişlemesini sağlayan bir gelişim mekanizmasıdır.  Dar şuurla dar alanlarda gezilir, Bu alanlar kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi en kolay alanlardır. Bu yaşamı ve onun muhteşem amacını fark etmemek,  bir yerde fizik olarak canlılığını korurken şuursal olarak yaşamın gerçekliğinden uzak kalmaktır. Şuursal olarak kısıtlanmak bir çeşit ölüm halidir de. Çoğunlukla insan varlıksal yapısını tam açıklığıyla bilemediğinden dünyasal ölümü fizik canlılığın sonlanması ile her şeyin biteceği şeklinde olarak düşünür ki, bu ölüm denen kozmik olayın esasta en yüzeysel anlayışıdır. Bazı bilgiler olaya daha geniş bakarak ruhun ölmezliği üzerinden ölüme daha farklı bakar ama bu da ölümü fazla açıklamaz.   Gerçekten ölmek bunların çok ötesinde, bir daha varolamamak halidir ki, Bilgi onu sadece “var” olarak tanımlar ve üzerinde hiçbir açıklama yapmaz.

İnsan ne olduğunu,  bedeninden başka da bir şey olduğunu, bildiğimiz kadarıyla gerçekte bir ruh varlığı olduğunu acaba ne zaman anlamaya başladı? Bu biliş, bilincinde olmasa da varoluşuyla beraber varlığında yer bulan bir bilgi miydi yoksa onu zaman içinde geliştikçe mi hak etti. Henüz ne olduğu açıklıkla bilinmeyen Ruh kendini nasıl hissettirdi ve her insanda aynı derecede mi hissettiriyor kendini. Bu gün bile onu umursamadan, sadece kelimelerde kullanan ve beden/akıl/ego/duygu olarak yaşamaya devam eden insan, gerçekte o olduğunu neden bilmiyor, bildiğinde de neden kabullenip onun gerçekliğini anlamaya çalışmıyor. Beden ve aklın istekleri neden hep ön planda?  Yoksa o muhteşem yapı, beden,  bu gün bilinenlerden çok daha farklı ve üst bir gizi mi içeriyor? Bilgilere göre beden yaşadığımız boyutta ruhun kendine seçtiği ve biçimlendirdiği deneysel araç ise, ruh bilmediğimiz boyutlarda kendini o boyut şartlarına göre nasıl ifade ediyor? Ruh yaratılışın bütünlüğünde mi işlevini sürdürüyor, yoksa ruhu olmayan yaratılış alanları da var mı? Yaratılış bir tek bütünlük mü yoksa bütünlükler bütünlüğü mü? Holografik evren teorisi gerçeği ne kadar ifade ediyor. Zaman içinde değişen bilgi ve algı evren tanımına da nasıl yeni biçimler getirebilir. Hayal dünyasında gelişen modeller onun ön sezişleri olabilirse, düşüncelerimizde bu gün bilinenden farklı nasıl bir evren oluşturabiliriz? Bunun için bilim insanı veya ruhsal eğitmen olmaya gerek var mı? İnsan yaratılışta var olmayan bir şeyi düşünme kapasitesine sahip değildir. Düşünülen ne ise, bir yerlerde var olandır. Bunun için bugün abes gibi görülen bazı sorular ve hissedişler büyük gerçekliklerin küçük hissedişleri olabilir. Böylece bu konularda örneklediklerimizden başka daha pek çok soru üretebiliriz. Çoğuna da binlerce yıldan süzülüp gelen bilgilerden kendimizce cevap verebiliriz. Çünkü bilgileniyoruz o çok çeşitli kanallardan!.. Yine de düşünerek ürettiğimiz her bir sorunun cevabını açık gerçekliğiyle bilmiyoruz. Nedeni bilgiye her zaman bir bilenden kolay yolla ulaşma çabasıdır. Böyle olunca da bilinen bilenin bilgisi olmada, yol özgür düşünceyle, yani bilinçli tercihle gidilen yol değil, öğreticinin anlayışının yolu olmadadır. İnsan şuurca açılıp, kalıplardan kurtulup, dar alanlardan çıkmayı başardıkça, cevabını aradığı sorulara kendi özgür düşüncesiyle ulaşacaktır. Bu bilinenden çok farklı olabilir. Geçmişin öğretileriyle zıtlıklar içerebilir, geleceğin öğretisi denenler ise sizde yeni sorular uyandırabilir, ama olması gereken de budur zaten. Kaos gibi görünen bir düşünce yoğunluğunu yaşamak ve o karmaşada bilinmesi gerekeni fark etmek. İnsanın kaos dediği mutlak düzendir. Anlayıştaki ve fark edişteki kısırlık kaos yanılsamasını yaratır.    

İlgimizi çeken sorunun ne olduğunu araştırmaya başlamamız bize gerçek varlığımız (ruhumuz) hakkında daha fazla bir içsel aydınlanma sağlar. Bu zaten bildiğimizi hücresel bilgi arşivlerinden çekip alabilme başarısı mı yoksa bu güne kadar hiç sahip olunmayan bilginin bilinmesine hak kazanmak mı bilemeyiz ama bir şey çok açıktır ki o safhada düşünmeye başlamadan önceki biz değilizdir artık. Ve gerçekte DNA’ larımız bir bütünlenme döneminde ise bu insanlığın bazı gelişimlere hak kazanmaya başladığının da işaretidir bir yerde. Uzun yıllar sürecek gelişimin ilk adımlarıdır şimdi yaşananlar. Elbet ki tüm insanlık için bir çırpıda olmayacaktır değişim. Hak ediş inceden, tedricen işleyecektir. Hiçbir şey bir anda olmaz. Sonucunu görüp “bir anda oldu” dediğimiz her şey uzun bir değişim/gelişim sonucudur. Evren yasaları bir tek nedenle işlemez. Tek bir yasanın hükmünde pek çok yasanın işleyiş etkisi vardır.   Şuur alanımızın genişlemesi bu yönden çok önemlidir. Genişleyen bu alan insana bu gün “farkındalık” olarak tanımlanan biliş halini yaşatır.  Bilmek her insana açık bir yoldur, yeter ki insan o yola adım atsın ve yürüyüşünü evrensel yasalarla iletişimini koparmadan sürdürebilsin. Geçmişin bilgeleri, öğreticileri bunu başaranlar olmuştur ve bu gün de o azim ve farkındalık içinde elbet ki o mertebeye ulaşabilenler de vardır ve olacaktır da.

Ayseli  30 Eylül 2010

 

-2-

Farkındalık: İnsanın kendi gerçekliğini unuttuğu/unutturulduğu zamandan beri türlü adlar altında yeniden öğrenmeye çalıştığı esaslardan biri ve günümüzde önemsenen bir tanım olarak devrede. Yasalar yaratılışın değişmezleridir. Her hangi bir yasa, Bir’in Değişmeyen Yasası’nın amacının bir yönünün açıklığıdır ve böyle olduğu için de inceden diğer yasalarla bağlantı içindedir. Bu demektir ki bir yasanın sonucu düşünülürken onda sonucu etkileyen pek çok yasanın yer aldığı unutulmamalıdır. Yasaların alt açılımları esasları içerir. Ve farkındalık, “sebep-sonuç” yasasının alt esaslarından biridir.

Dünya, Dünya dışı kültürlerin öğretileriyle beraber, üzerindeki farklı kültürlerin öğretilerinin de çığ gibi insanlığın üzerine çöktüğü bir dönemi geçirmede.  Bu bilgi akışı bir yerde ayrışmalara neden olurken bir yerde acaba gerçek doğrunun pek de kısa olmayan bir zaman içinde fark edilerek yeni bir şuursal bütünlüğün meydana çıkmasını mı sağlayacak. Bu zamanda öngörülen farkındalığın son noktası bu mudur? Elbet ki bilişimiz bu yöndedir ama henüz kendinin bile farkında olmayan insan bunu ne zaman başaracaktır.

Kadim öğretilerden başlayarak,  bilinen dinler, gelişkin düşünceler gerçeğin bir yönünden üst değerleri taşımışlardır; zaman zaman sembollerle bazen de çok açık ifadelerle, benzetmelerle, hikâyelerle ama mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir biçimde çok ince noktaları içlerinde saklayarak.  Bunun için zaman, taşınan bu değerlerin değişime uğramamış özlerinin bütünlenmesi ile ortaya çıkacak bir üst şuur varlığının ortaya çıkma zamanıdır. Bu gün “Farkındalık” olarak tanımlanan gerçek, içinde tüm bunları barındırmadadır ve bu insanın bilincinde yer bulan esaslarla olacaktır. . Hal böyle ise insanlığın önünde aşması gereken yüce bir dağ vardır ve şimdi insan onun eteklerinde oyalanıp durmadadır tırmanabilmek için önündeki dağa, atacağı ilk adıma yol arayarak. Elbet ki bunu her insan için söyleyemeyiz. Dağı aşmak için azimle esasları yaşayarak yola çıkmış olanlar belki de inişe geçmiş, yeni bir boyut yaşamına ulaşmış hatta geçmişlerdir bile o yaşama, ancak bunu tüm varlık kafileleri için söylemek mümkün olmadığından, tüm geçişin yüzyıllar alabileceğini söyleyebiliriz.

İnsan öncelikle neyin farkında olmalıdır. Bunu herkes kendince bulacaktır ve bu onun farkındalık yoluna adım atması için yeterlidir. Kalıp olarak çokça söylenen bir ifade vardır. “Kendini bil” Bilmek bir yerde “farkında olmaktır”  Peki “kendi” dediğinin ne olduğunu insan biliyor mu?  Bilgiyi üzerinde hiç düşünmeden papağan gibi tekrarlamak çoğu insanın yaptığıdır. Çoğunluk insanı beden ve ruh olarak tanımlar. Gerçekte tüm esasların bağlı olduğu yasalar, yerince ve doğru olarak açılabildiğinde insanın doğruya en yakın tanımıdır. . Çünkü “Beden ruhun maddeleşmiş halidir”. Bu en kısa ve öz tanımdır, ama açılamadığında insanı en dar alana sıkıştırır.   Bu dar alana birinci kalıp diyebiliriz. Kimisi ikinci kalıbı söyler. “İnsan ruh-beden- akıl” dır. Kalıp genişlemeye başlamıştır. İçinde yeni bilgiler yeni enerjiler yer alır.   Sonrasında bu ifadelere bir yenisi eklenir. “gönül” Ve bilgiler gönlün yüceliğinden bahseder. Bunu  “şuur”, “öz” takip eder. Tüm bu ifadelere rağmen insan kendinin hâlâ iki oluşumdan olduğunu düşünür, beden ve ruh; Biri dünyaya has, dünya maddesinden mamul ve ölümlü olan, diğeri  ölümsüz olan ruh.. “Ruh” ise tanımlanamaz durumdadır hâlâ. Tüm bunlar gerçek farkındalığı yaşamadan bilgi kalıpları üzerinden getirilen ifadelerdir.   İnsan içinde bulunduğu kalıbın sadece adını bilmededir, tıpkı dillerden düşmeyen “kendini bil” ifadesi gibi. Oysaki gerçekte bilmesi gereken, “kendi” dediği şeyin de dahil olduğu, bilmesine evrensel yasanın müsaade ettiği kalıbın tüm bütünlüğüdür. Farkındalık bu biliştir.

Herkes bu bilişin neresinde olduğunu, dikkatine, düşüncelerine, duygularına, merak ettiklerine, gözlediklerine, algılamalarına, hissettiklerine, yorumlarına, hükümlerine, sahip olmak ya da uzak kalmak istediklerine, yaşamına, ondaki başarı ve başarısızlık dediklerine, ilişkilerine, paylaşımlarına ve inancına bakarak anlayabilir; tabii şartlandırılmalarından uzaklaşabilirse.  Dikkat biliş için başta gelen bir esastır. Öylesine önemli olmasına rağmen çok az kullanılır ve onların da çoğu varlığa hiçbir şey kazandırmayacak hatta kaybettirecek gereksiz kullanımlarıdır. Geçmişte yaşayıp o enerjiyi canlı tutmaya çalışırken zamanı ve anı elden kaçıranların gereksiz ve karanlık dünyaları dikkatlerinin hâlâ orada olmasındandır. Farkında olacakları şeyler, dikkatlerinin gereksize odaklanmış olmasından, hemen ellerinin altında bile olsa ulaşamayacaklarıdır. Bu nedenle insan öncelikle dikkatin yasasını anlamalı ve yaşamında ne büyük yer tuttuğunu fark ederek onu doğru kullanmaya çalışmalıdır.

Farkında olarak yaşanan hal, gerçek bir biliş halidir. O bilişi destekleyen büyük bir güç alanı vardır çünkü. Ona gidiş yolu her adımında biraz daha güç ister ve varlık kendini o güçle boyutsal olarak aşar. Orada “kendi” yoktur artık. Temel anlamdaki güç varedilmemiştir. İlk devinimdir. Bizlerin yaşadığı güçse bu devinimin uzantılarıdır. Bunun için ne kadar yüksek devinilirse güç içindeki biliş o denli yüksek olacaktır. Titreşim hızı önemlidir. Belli akışları kullanabilmek için belli hıza erişmek gereklidir. Bu yüzden yüksek bilgiler insanda her zaman titreşimin yükseltilmesini ister ve bekler. Güç insanlığın henüz bilmediği bir yapıdır. Bizler onu hissettiğimiz hallerle tanımlarız ama esasta GÜÇ yaşayan bir organizmadır ve hayatiyetini deviniminden alır. Bilgiler her zaman açılmalıdır. Gerçek zihinsel aktivitenin arttığı her yerde onun titreşimi yükselir ve insan her şeyiyle yenilenir. O bilmediğimiz organizma insanı besler. Güç her zaman yaşatılmalıdır çünkü o insanda yaşamını yitirdiği anda insan için her şey son bulur

Aysel Ongun 4 Ekim 2010

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap