Gerçeği Okuyabilmek

 

 

 

GERÇEĞİ OKUYABİLMEK

Gerçek, Sayfayı Çevirip  Yeni Sayfadan Okumayı Bilene Açıktır 

 

Nasıl yaşıyoruz ve yaşamımızın bize getirdiklerini nasıl algılıyoruz. Bu her insanın zaman zaman düşünmesi gereken önemli bir sorudur. Çünkü bunu kendi kendimize sormak, aslında yaşam seyrimiz hakkında hiç farkında olmadığımız noktalara götürür bizi ve böylece yaşam yolumuzu çizen halimizin ne olduğunu anlamaya açılırız. İnsanı gerçek farkındalığına götürecek adımlardan bir diğeri de budur.

İnsan genelde istekleri doğrultusunda yaşamaya çalışır ama yaşamı çoğunlukla hiç aklına bile gelmeyenlerle seyrine devam eder. . Peki bu istekler onda nasıl, nelerin etkisiyle yer bulmuş ve bir yaşam biçimi halini almıştır? Bunun için bilinmesi gereken çok önemli noktalar vardır.

Bunları basite indirgeyerek anlamaya çalıştığımızda önümüzde iki yol belirir.

1- Fizik ortam yapılanmamız

2- Ruhsal yapılanmamız.

Fizik ortam yapılanmamızda isteklerimizi biçimlendirenler önce ikiye ve oradan da yeni dallara ayrılabilir.

1-Doğum /ölüm arasındaki yaşam sürecimiz.

2-Geçmişten gelen potansiyel sürecimiz.

Doğum/ölüm arasındaki yaşam sürecimizde insan denen varlık yaradılışında sahip olduğu tüm almaçlarını kullanarak ya da kullanmayarak gelişimini sürdürür. Bu süreç içinde almaçlar da ikiye ayrılır.

1-DNA larda yer bulan potansiyel birikimimiz

2- Yaşarken elde ettiğimiz ve duyularımızla DNA larımıza geçecek birikim ki, bu birikim DNA da değişime neden olur.

Bu demektir ki istekler öncelikle potansiyel birikim ve fizik ortam birikimlerinin etkisiyle gerçekleşir.

Fizik ortam birikimlerinde istekler potansiyel verileri zemin olarak kullanarak onun üzerinde gelişir. Bu varlığın karakteri ve gelişkin özelliklerinde biçimlenerek yaşam seyri olarak ortaya çıkar. Bilime, sanata, hitabete, yazıya, yöneticiliğe, hizmete, şifacılığa yatkınlık ve başka üst özellikler ve farklılıklar potansiyel değerlerden kaynaklanır. Bunun tam tersinde değerlerle işleyen yaşam biçimi de aynı şekildedir. Karakterde de işleyiş aynıdır ve her iki değer de gelişime açıktır. Varlığın karakter hanesinde getirdiği değerler DNAsının özgün yapısından kaynaklanır ve onun dünya yaşamındaki sınav mekanizmasında kullanımı için ihtiyacı olan değerlerdir. Varlık eğitimine oradan devam edecektir. Gelişkin özelliklerse varlığın diğer varlıklara hizmet boyutudur ve karakterle birlikte yol alırken aynı sınavların değişik biçimlerinden geçer.

Ruhsal yapılanmamız ise varlıksal yapılanmanın ruhsallığın kazancına dönüşebilecek değerleriyle gelişir. Ruh bilinmeyendir. Ruhsallığımız ise çok az bilinen ya da bildiğimizi zannettiğimizdir. Zihnimizin ötesindeki alem. Zaman zaman girip çıktığımız ama bir türlü içinde kalmayı başaramadığımız alem. Belki de varlığın dünya yaşamında buna tümüyle ihtiyacı olmadığı için bu böyle oluyor. Varlık için tümüyle ruhsallığa geçiş, gelişmişliğinin farklı bir boyutta yer almasıyla mümkün olacak. Ve insan denen varlık bu yolun yolcusu.

Şimdi biliyoruz ki isteklerimizde iki oluşum yönümüz bizi temelde etkilerken, onlar da içlerinde pek çok kola ayrılıyor.

İnsan gelişkinliği nispetinde şartlandırılmaya açıktır. Bu gelişkinlik yaşla, akılla, ünvanla, parayla, şöhretle daha pek çok dünyasal değerle ilgili değildir. Anlatmak istediğim ruhsallığın gelişkinliğidir. Dünyamız bu gün içinde bulunduğu duruma tamamen gelişkinliğin boşluklarından faydalanılarak etki altına alınan zihinsel şartlandırılmayla girmiştir. Denilebilir ki, insanlar değişik biçimlerde sürekli şartlandırılıyor. Sorabiliriz “kimler tarafından?” cevap “daha güçlüler tarafından” olabilir. Peki onları da şartlandıran daha güçlüler kimler? Potansiyel değerlerinde ve dünya yaşamlarında bunu çok güçlü taşıyan varlıklar. Onlara gelişkin varlıklar diyebilir miyiz? Hayır, çünkü onlarda şartlandırılmış varlıklar; Ruhsallıktan nasibi olmayan. O halde insan öncelikle şartlandırılmaya yol açacak şuur zafiyetinden ve gönlünü karartandan kurtulmalıdır.

Ruh yaratılışın her zerresinde vardır. O yaratılışın ana temasının özüdür. Bunun için öylesine yüce, öylesine bilinmez ve öylesine etkilidir. Ruhsallıksa her varlığın O’nun izniyle payına düşenidir. Ve insan çoğunlukla bu tarif edilemez değeri ego yaptırımına değişir. İstekler genel olarak egodan gelirken çok nadir olarak da ruhsallığımızın bir türlü zihin titreşimiyle eşleştiremediğimiz titreşimlerinden kalbimizi etkiler. Hani varolan her şeye karşı duyulan o bir yumuşaklık, sıcaklık, hizmet, tolerans, bağışlayıcılık duygusu.. Gerçek bağışlayıcılık, farkındalıkta yetkinleşmiş varlıkların bilinçli olarak yaptıklarıdır. Tüm insanlık için söylenemez. Gerçi insanlar arasında çok kullanılır ama geçicidir çünkü içerdiği yasaları bilmeden ve uygulamadan bir anlık farklı bir titreşimin etkisiyle söylenir çoğunlukla. Kuma yazı yazmak gibidir, ters bir rüzgârla bozulur gider. Ve insan böylesine geniş bir etki/tepki alanı içinde doğruyu bulmaya çalışır. Bir üst anlayışta ise gerçeği bulmaya uğraşır. Bu kolay mıdır? Elbet ki hayır. Potansiyel değerlerin yanlışta seyreden yönleri fark edilip doğruya yönlendirilmedikçe, o insanda yer tutması istenmeyen değerler nesilden nesile aktarılacaktır. Oysaki evrensel yasalardan olan telafi mekanizması varlığa her an açıktır. O zaman görecektir ki, o güne kadar hiç görmediği yeni bir yaşam sayfası önüne açılmış ve gerçek oradan kendine bir başka şekilde gülümsemede. Potansiyel değerlerdeki istenmeyenler tamamen yok olmuş, şuur aşkınlaşmış ve insan gerçeğin farkındalığına bir adım daha yaklaşabilecek bilinç yapısına ulaşmıştır.

Aysel Ongun 10 kasım 2010

 

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap