Tanrılar ve Kurbanlar

 



 TANRILAR ve KURBANLAR

Geçmiş sürekli kendini tekrarlar belli bir program içinde, değişik düzenlemelerle yaşansa da. Çünkü insanlığın kaderi bu İlahi program içinde gelişmek, boyutsal evrimini tamamlamak ve ulaşması beklenen noktaya ulaşmaktır yeni boyutları deneyimlemek ve yolculuğuna devam etmek için.. Bu O’nca bilinen yıldır böyle devam etmiştir. Bunun için geçmişte bu günkü insanlık seviyesinin çok üzerinde seviyeler yaşanmış ve bir gün program sonlandığında dünya üzerinden silinerek yerlerini yeni bir insanlık serüvenine bırakmışlardır. Bir bilgi bunun on üç kez tekrarlandığını söyler. Kim bilir kaç binlerce yıl süren on üç insanlık sayfası. Bu bizlerin algısını göre çok uzun bir zaman, ama aynı kaynak insanlıktan “yeni bir hamur” olarak bahsederken kozmik zaman içinde ne kadar yeni bir yaratım olduğunu anlatır. Kaynak geçmiş devirler hakkında hiçbir bilgi vermemiştir. İnsanlığın bu son devri ise Dünya’nın gizemleri parça parça çözümlendikçe ortaya çıkmadadır. Tüm kaynaklardan akan bilgiler bu geçmişin gizemlerinden bazen hikâyeler olarak, bazen yaşanmışların izlerinden yola çıkarak, bazen de üst boyut öğreticileri olarak insanlığı bilgilendirmeye çalışır. Bunlara antik kalıntılar, yazılı tabletler, doğu bilgelerince titizlikle korunmuş parşömenler, kil tabletler, semboller ve dilden dile aktarılan hikayelerdeki gerçekliklerle mağaralara çizilmiş resimler ve toprak altı buluntuları dahildir.

İnsanın ilk yaratılışından itibaren seyreden geçmişi ve onun yaşam/ gelişim süreci ile dünya dışı akışındaki hali bilinmez. Bu gün bilimin bilmeye çalıştığı kalıntılardan yola çıkarak insanlığın seyrini anlamaksa sürekli değişimlere uğrayarak devam etmededir. İnsanoğlu kaç bin yıl önce varedilmiş ve evrensel yaşam zinciri içinde kaç bin yıldır yer tutuyor bilgisi ise, bilimsel araştırmalardan çok uzaktır henüz. Çünkü geçmiş, zamanla bağını bir biçimde geçersiz kıldığında, yani zamansızlığa karıştığında, artık onüçüncü kuşak insanlığın genetik yapısında yer almaz. Bunun için de bilinen Adem/Havva ikilisinin başlattığı insanlık dönemi dışında bir şey bilmesine olanak yoktur, ayrıca gerek de yoktur. Bu yaşanmışlık devresinde bile bilinenler çok azdır. Onların bir kısmı da bilenlerce sır olarak saklandığından, ortada olan bilgiler yaşananların birazını anlatır. O bilgilerde ne var? Neden gizlenmede ve ne zaman ortaya çıkacaktır. Tibetli rahiplerin korumaya çalıştıkları emanetler nelerdir? Ellerinde hâlâ böyle emanetler var mıdır varsa ne zaman açık edilecektir. Lopsang Rampa’nın bir kısmını kitaplarında anlattığı bilgiler gerçek midir? İlkel dediğimiz dünyanın her yerindeki bazı kabilelerin bilgileri, benzer öyküleri farklı sembollerle anlatırken, modern insanın yeni yeni ulaştığı bilgileri hangi genetik aktarımla bilmededirler? Bunlar cevapsız sorulardır çoğunlukla. İnsanlık 5-6 bin yıllık geçmişini bilmeye uğraşmadadır henüz ve bilinenlerden de çok az insan haberdardır, çok azının da bilmek istediği gibi.. Bir anlamda insanlık büyük çoğunluğuyla geçmişi ve varlık değerleri hakkında cahildir henüz.. Yüksek ahlak öğretileri esasları ve meselleriyle şekle dönüştürülüp özünden saptırılarak yanlış kullanımlarla birbirleriyle çarpıştırılırken insanlığın şuursal, düşünsel ve ruhsal gelişiminden söz edilemez. Teknolojik boyutta evrene açılmak, yine aynı boyut üzerinden insanların ruhsal gelişimlerini büyük ölçüde yavaşlatacak kontrol mekanizmaları kurmak, diledikleri programları onların zihnine kazıyarak bir anlamda robotlaştırmak da bu cahilliğin önde gelen nedenlerinden biridir. Büyük bir hızla gelişen sadece teknolojik boyuttur ve o da varlıksal gelişimdeki dengeyi bozmadadır. Bu hal zamanın tanrılarını ve kurbanlarını da yaratmadadır. Zaten tanrılar ve kurbanlar her zaman var oldukları içindir ki, öğreti kitaplarında sıkça anlatılan kitlesel yok oluş hikâyeleri yaşanmıştır ve yaşanacaktır da elbet ki.

Tanrılar insanlar tarafından var edilmişlerdir. Onları böyle bir güce tapınmaya, sığınmaya iten hangi duyguydu? Korku insanın fizik ortamda var edilişinden itibaren sevgiyle birlikte devrede olan dualitenin bir gereği miydi? Öyle olduğunu düşündüğümüzde insan eksik kaldığı, kontrol edemediği, ilk defa fark ettiği bildiği dışındaki bir şeyi, ya da çok mutlu olduğunu hissettiği anların devamını dilemek için tanımlayamadığı ama varlığına inandığı bir gücü bilinçsiz olarak hissederken mi tanrıları yaratmıştı zihninde. Hem her şeye hükmeden, hem çok sevecen hem de cezalarında çok acımasız olan tanrıları. Bir kısmının Lemurya’dan, bir kısmının Mu’dan bir kısmının dünya dışı medeniyetlerden, güneşten, aydan, yıldızlardan, havadan, sudan, topraktan, ateşten ve daha pek çok şeyden geldiğine inanılan tanrılar, toprak üstüne ve toprak altına hükmeden. Canlıya ve ölüye de. Bu gün artık o tanrılar yok ama yerlerine konan başka tanrılar var. İnsan tanrısız yapamıyor tek yaratıcısına ve onun indirdiklerine, sistemine inanmış gibi olsa da!...Çünkü içinde varedilişinden beri yer alan güçlü bir tanrı var. Ego ve onun kurbanları.

Geçmişin tanrıları doğa ve onun tezahürleriyle biçimlenen sanal varlıklardı. Ya da aynı boyutu birlikte paylaştıkları insan ötesi dünyasal varlıklar ve kendilerine tanrı sıfatını yakıştıran hükümranlar. İnsan bir yerde onlardan korkarken bir yerde yaratılışındaki öz cevherin dürtüsüyle, adı konmamış ama hissedilen şükür duyguları içinde ona tapınma ve bir şeyleri kurban etme ihtiyacını hissediyordu. Bunu en iyi şekilde anlatan Dünya‘da bilinen en eski yazılı öğreti olan Popol-Vuh öğretisidir.

Popol –Vuh, Maya, – Kişeler’in Kutsal kitabıdır. Evrenlerin, dünyanın, insanlığın ve varolan her şeyin nasıl yaratıldığını kendine has sembollerle anlatır. Birbirini takip ederek geçip giden yaratılış çağlarından ve değişimlerinden bahseder. Dünyanın bilinen en eski ve bu gün bile insanları etkileyen takviminin yaratıcısı, ekip yiyeceği bitkinin, ki en önemlisi mısır’dır özelliklerini en ince detayına kadar inceleyen bir halk olmalarına rağmen, tek yaratıcı inancı içinde olsalar da ekip biçtiklerine de bir tanrı armağanı olarak tapınan, nesiller boyu insan kurban eden, kan döken bir halkın öyküsünü anlatır. İnsan neden bir insanı kurban etmeyi seçmiştir? Bunun arkasında olan düşünce ve algı sistemi nedir? Neden tanrıların öfkesini gidermek, ondan bir şey dilemek ya da bir anlamda biat edişini göstermek için tanrı sunaklarında seçilmiş insanları dinsel seremoniyle kurban etme ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu ilkel bir davranış mıdır yoksa insanın o zamanda çözmeyi başaramadığı bir değerler toplamının ki buna evrensel yasalar olarak bakabiliriz, ilk hissediliş dönemi midir?

İnsan kendinden birini kurban ederek yaratıcısının ya öfkesini dindirmek, ya bağışlayıcılığını dilemek, ya bir istekte bulunmak, ya da teşekkür etmek anlamında toplumu adına seçilmiş insanı kurban edebilen bir şuur yapısı içinde bu dönemi yaşarken, bu gün aynı şuur yapısının sunaklarda hemcinsinin kanını dökerek değil, bazı toplumlarda kişisel kurtuluşu için daha farklı bir inançla hayvanların kanını dökerek yaşandığını görüyoruz. Tanrıları sadece para ve güç olan çok az bir insanın da, geçmişin öğretilerine bilgileriyle hükmeden güçlü rahipleri gibi, insanlara bilgileri, hırsları ve teknolojileriyle hükmettiklerini görüyoruz. Onlar tanrılarına tüm insanlığı kurban edebilecek bir yapıya sahipler ve bunun ardında yatan gerçek sevgi denen o muhteşem güçten haberdar olamayan kalpleridir. Yani tanrıları yaratan insan onları şekilden şekle sokarak bu gün de yaratmaya devam etmededir. Bu günün dünyasında tanrı paradır, altındır, gümüştür, hükmetme gücü veren her şeydir. O’nun, O bilinmez ve bilinemeyecek olan Tek Güç’ün adı yoktur bu tanrılar arasında ve kalplerinde de.

Öyleyse ne değişmiştir Mayalardan bu güne dek!

Maya yaşamında köylüler çalışır; gerekli olanları üretir ve seçkinler lüks bir yaşam içinde egemen sınıf olmanın tüm ayrıcalıklarının getirdiği nimetlerden faydalanarak yaşamlarını sürdürürler. Onlar kutsal takvimi, tapınakların gizemini, sanatı, ileriye dönük pek çok şeyi bilerek yaşamlarını sürdürürler ve bu bilgelikleri soyları boyunca devam eder. Onlar farkında olup çözümledikleri her şeye tanrısal olarak bakarak bir yer vermiş, ama soylular dışındaki insanları bu özellikten uzak kılmışlardır. Bu noktada binlerce yıl önce yaşamış bir halkla bu gün yaşananlar arasında hiçbir fark yoktur. Gerçi bu gün tanrılar yoktur, bir tek tanrının varlığına inanılır ama bu görünüştedir. İnsanların farklı tanrıları vardır şimdi, kendilerine göre biçimlendirdikleri ve tapındıkları. Bu paradır, güçtür, güçsüzü güçlendirme değil daha da güçsüzleştirip yok etme sistemidir. Bu gün de dünyada onu sömürerek ve hükmederek yaşayan mutlu bir azınlık ve onlara, kendilerine sunulan sınırlı ve şartlandırılmış hayatı kader olarak benimseyen bir insanlık vardır. Onlar belki sunaklarda tanrılara seçkinlerin güç ve kazancı için kurban edilmiyorlar ama farklı bir kurban sistemi büyük kitleler halinde kurbanlaştırılmış insanları sunak yerine kendi yaşam alanlarında fütursuzca kurban edebiliyor. Mayalar ekip biçtiklerini tanrısal görüp tapınırken, bu günün insanlarından belki de varlıksal bütünlüğün çok daha farkındaydılar. Küçükte büyük olanı görüp onun tapınılacak değerde olduğunu biliyorlardı. Ama yine de O’na, inandıkları tek yaratıcıya, eserinin bir parçasını kurban edebiliyorlardı. Bu düşüncede bir dengesizlik olarak görülse de, ego faktörü düşünüldüğünde insanın her şekle girebileceği rahatlıkla görülebilir. Büyük mabetlerde, süslü sunaklarda yapılan kurban merasimleri elbette Maya rahiplerinin eseriydi. Kendi güç alanlarını sağlamlaştırmak için ortaya koydukları bir oyun. Yaratıcı adına O’nun yarattığının kanını dökmek, kalbine sahip olmak. Şimdi pek çok yerde yapılanlar da bu değil mi?

Mayalardan öncesine ait yazılı bir Kutsal Bilgi kitabı yok. Belki var, ama ortada yok. Onları kim gizliyor, niye gizliyor, kim insanlığı kontrol etmeyi başardığı bilgiyle yönlendirmeye çalışıyor? Bunların cevabını bulmayı araştıran ve düşünen insana bırakıyorum. Ama bir şey gerçek ki, fizik olarak insan kurban etmekle başlayan, çok sonraları hayvan kurban etmeye dönen sistem, bu günün Tanrıları para ve güç olanlarınca insanları toptan kurban etmeye başlamıştır. Yani tanrılar ve kurbanlar yeryüzünden hiç yok olmadılar şekilden şekle girerek.

Aysel Ongun 19 Ocak 2011

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap