Anlamak

 


ANLAMAK

Gerçekten anlamak mı yoksa anladığını zannetmek mi?

İnsan denen varlıksal bütünlük, bulunduğu program gereği, bir ana boyut içinde yer alan çeşitli deneyleri, gelişim seyrine göre yaşayan çok boyutlu bir varlıktır. Bu boyutları, O’nca verilen esasların yasalarının anlaşılması ve değerlendirilmesi yönünden alabiliriz. Bu insanın gelişim aşamasının da seyridir. Gelişim; bilmek, bildiğini anlamak, anladığını olaylar zincirinde ispatlamak durumunun sonucudur ve anladıklarına göre yaşayan insanın seviyesidir. Ne yazık ki çoğunlukla bu seyirde insan her hangi bir şeyi anladığını söylerken, bir yerde davranışları ve sözleriyle de anlamaktan çok uzak olduğunu göstermektedir.

Anlamak, çok basit olandan, gerçekten üst olan değerlere kadar insan yaşamının temel faktörüdür. Çoğunlukla fizik ortam ilişkilerini içerir insanlıkça. Bahsetmek istediğimiz bu yönü değildir. Elle tutulup gözle görülmeyen ama doğru anlaşılması zihinsel ve ruhsal gelişmeyi sağlayan tümlüğü anlayabilme yönüdür. Varlık, boyutsal titreşimindeki ahengi bu anlayışla elde eder. Ahengin gerçekleşemediği yerde yaşam yanlış algılanmaya mahkûmdur.

Her varlığın şuur yapısına göre zihnine kaydettiği bir izleme yolu vardır. Gözlemleri ve hükümleri buna dayanır. Bu nedenle tek bir olay çok somutta olsa her insan tarafından farklı anlaşılır. Zihin onu yaşanmış ya da şartlandırılmış olanlarla birleştirir hemen ve hüküm o yönde olur. Oysaki yaşanmışlıklar ve bilişler de zaten tam anlaşılamamışların bulanıklığını içerir. Yani zihinde tam anlamıyla anlaşılmış ve yerine oturtulmuş çok az bilgi vardır, çok az insanda. İnsan yaşamını hiç anlamadığı, daha doğrusunu anlamak gereğini hiç hissetmeden benimsediği bilgilerle sürdürür her şeyi anladığını zannederek.

En küçük topluluk olan aile topluluğuna bakarsak bunu çok net görürüz. Annenin, babanın ya da çevrenin kendine göre yanlışlarla dolu bir anlayış çerçevesi vardır. Çocukta düşünsel veya çevresel etkilerle kendine göre farklı bir anlayış geliştirebilmektedir. Her iki tarafta anlayışlarına sımsıkı sarılmışlardır. Çünkü zihinleri o değerlerle doludur. Görüşleri o değerlerin kısırlığını içerir. Bir yerde gelişimlerine kişilik dediğimiz varlıksal potansiyelden gelen ego biçimlendirmesi ve ruhsal gelişimdeki anlayış seviyesi de karıştığında, ilişkideki anlayışı değiştirmek neredeyse imkânsız olur ve farklı anlayışlar yaşanır. Oysaki anlayış (anlama) insanın varlıksal gelişimi için, eğer düşünebiliyorsa, düşündüğünden çok daha önemlidir. Varlık gerçekten anlamadığı değeri kazanca çeviremez. Kazanca çevrilemeyen değer bilinç yükseltisi yaratamaz. Bilincin bulunduğu seviyeden daha üst seviyelerde gerçekleşemediği yerde tekâmül denen olgu yer bulamaz. Bu nedenle de insan anladım dediği her şeyde, anladığını defalarca kontrol edebilmelidir. Çok basit bir bilgi de bile, eğer düşünme edimi şartlandırılmışlığın ötesine çıkmaya çalışarak tekrarlanırsa, sonucun bir öncekinden farklı olduğu görülür.

İnsan anladığını zanneder, yanılgıda olduğunu hiç düşünmeden. Oysaki gerçekten anlamak; insanı, bilgiyi, olayı, kolay değildir. Her şeyi gölgesiz görebilmek, etkileyen yasaları gerçek farkındalıkla hissedebilmek ancak üst bir şuurla bakabilmekle mümkündür. Bu üst şuur hemen yanı başımızdaki değildir. Seviye seviye ulaşılır ama insanın beklendiği yerdir. İnsanın bu gün sıkça söylediği “anladım” kelimesinden kurtulması gerekir. “Anlamaya çalışacağım” ifadesi çok daha uygundur, eğer gerçekten anlamak için bir çaba göstermeyi göze alacaksa. Yoksa biline ki her anladım ifademiz ya hiç anlamadığımızın göstergesi, ya da şöyle/böyle anlamış gibi olduğumuzun ifadesidir.

İnsan kendini bile tam anlayamamışken çevresinde olanları nasıl anlayabilir!... Genelde empati kurmaktan bahsedilir, ama gerçekten üst işlemeyen bir akıl, ki bu akıl/gönül birlikteliğidir, gölgelerin içinden bakan bir göz, hangi doğru empatiyi kurabilir ki!. İnsan bunun için ruhsal gelişimini sağlamak mecburiyetindedir. Bunun için O’nun yasalarına göre yaşamayı öğrenmelidir. Bunun için bütünlenmesi gerektiğini bilmeli, bilgi baskısından ve karmaşasından kurtulup, öz olanı fark edebilmelidir. Gelişim yolunda böyle yürünür. Ve insan ne olursa olsun bu yolu bin bir zorlukla da olsa yürümek zorundadır. O’ insan denen enerji boyutunun kendine daha yaklaşmasını beklemektedir çünkü.

Aysel Ongun2 Şubat 2011

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap