Ruhsal Anlamda Zaman

 


RUHSAL ANLAMDA ZAMAN

Her şey zaman; zaman hem varoluş hem yok oluş; yaratılış varsa zaman var yoksa yok. Hem de zaman büyük bilmece. Bu öyle bir bilmece ki tüm yaratılanlar biliyor ama insan bilmiyor. İnsan aklını ve gönlünü bir edip bulmak, bilmek, anlamak zorunda. Bugünkü zaman bilgimiz henüz kısıtlı, kendimizi ne kadar biliyorsak o kadar.

Eğer zamanımızı bilirsek, eğer seversek, sevdiğimiz şeyi taklit ederiz, sevdiğimiz gibi olur, onun gördüğü gibi görürüz böylece kendimizden başka olana benzeriz, ne kadar çok şeyi seversek o kadar çok şeye de benzeriz ki bu zamanın bütünselliğidir.

Zaman an'da gizleniyor. Çünkü şuurumuza göre bir zamanı yaşıyoruz ama an'ı fark edemiyoruz. An'a ne kadar enerji verebiliyorsak o kadar büyüyor, bir bakıyorsunuz an upuzun oluyor, bir bakıyorsunuz an göz açıp kapamayla geçiveriyor.

An'a enerji vermek onu bilinçli kullanmaktır. Mesela gereksiz konuşmamak, sözün güzel değilse susmak zamanı yavaşlatmaktır ki bu ana enerji vermektir. Bugünün işini yarına bırakmak, zaman var yanlışlığına düşmek zamanı yok etmektir, çünkü sonra yaparım deyip de yapmadığınız o isin yerine yaptığınız her neyse asla verimli olmaz kişi huzursuz ve mutsuz olur, zaman da kaybolur. Çünkü zaman O'nun Rızasına uygun yasadıkça vardır.

Zaman yaratılanların algısında mevcut. Dışımızdaki evrende durum şöyle: Renksiz, kokusuz, ışıksız farklı frekans dalgaları var. İnsan beyni nasıl muhteşem bir yapı ki bu frekans dalgalarından inanılmaz zamanlar ve mekanlar yaratıyor.

Zaman her insan için farklı kullanımdadır. Zaman öyle lütuf dolu ilahi bir enerjidir ki her insanin elinden farklı tutar, farklı olayları bize seçtirip kurarak ki O'nun Yolunda emniyetle yürüyebilmemiz için. Gerçi çoğu zaman o lütuf anlaşılmaz ıstırapmış gibi algılanır. İşte bu nedenle seçip istediklerinize çok dikkat edin hakikat oluverirler sonra da ben bunun böyle olacağını bilemedim demeyelim. Şüphesiz ki o sıkıntılar da hayrımızadır, ama siz üzerine gelen sıkıntılara şükredeni gördünüz mü?

Zamanı saatle, yılla kavrayabildiğimiz için, zamanın herkes için farklılığını anlayamıyoruz. Zamanı anlamak bilgiyi eyleme geçirmekle mümkündür. Bilgiyi eyleme geçirmek ayni zamanda hizmeti ve sevgiyi eyleme geçirmektir. Önce hizmet vermeden sevgiye ulaşılmaz. Anneler neden bebeklerini canları pahasına sever ve korurlar... Verilen emek ve hizmeti bir düşünün. Ki anne sevgisi sevgilerin en kolayıdır. Aile bizim birinci hizmet alanımızdır. Ama ruhsal bilgiyi alanlar tüm insanlığa hizmet etmek zorundadırlar. Görev budur. Kendi bilincimizi yükseltmek ise tüm insanlığa yapacağımız hizmettir.

Zamanı zamansızlıktan biz düşüncelerimizle çekip kendimize özgü bir dünya kuruyoruz, ama bunu bilincimizle yapmıyoruz ve yasadıklarımızın yüce bir gücün üzerimize yazdığı kader olduğuna inanıyoruz. Aslında insan için tek kader vardır, o da bilinçlenme zorunluluğudur. Bunun dışındaki şeyleri kendimizin yarattığını farkında olmalıyız.

Bir başka açıdan, zaman bizlere bir armağandır. Bu armağanı hoşnutlukla karşılamayı ve üzerimize kendi çekimimizle getirdiklerimizi bilinçle karşılamayı başardığımızda, bu beden dediğimiz sistemin tüm olanaklarını, yani insani vasıflarımızı geliştirip tam olarak kullandığımızda, yaşamın güzelliğini anlayacak ve şükür içinde kalacağız. Bugün ise yaşamın ne olduğunu yanlış beklentilerimiz yüzünden bilmiyoruz.

Her şey yerince olduğunda zamanın akışı değişecek. Zaman zamanı davet edecek. Şöyle ki: Koşulsuz iyi davrandığımızda, koşulsuz doğru olduğumuzda, hizmet ettiğimizde, bilgi sahibi olduğumuzda, sevmeyi başardığımızda zaman bizim için farklılaşacak. Bu değişimin pek farkında olmasak da bir şeylerin eskiye göre farklı gittiğini hissedeceğiz. İçimizde bir hafiflik, nedensiz bir sevinç olacak. Bedenimizden sağlık fışkıracak. Ki bu doğruda olduğumuzun bir işareti sayılacak.

Zamanın zamanı davet ettiği yeni bir zamanda, o yeni zamanın, yeni bir mekânında bulunacağız. Bu durum, bizi yaşamın yeni bir anlayışına ulaştıracak. Bugün için davet edildiğimiz yer burasıdır.

Şimdi size Atatürk'ümüzün zamanı ve zaman enerjisini nasıl kullandığını anlatacağım: Olay 19 Mayıs1919'da Samsun limanına yaklaşan Bandırma vapurunda gerçekleşir. Samsun limanında Bandırma vapurunu bekleyenlerden biri de İngiliz komutan binbaşı Salter'dir ve Mustafa Kemal'i tutuklama emri almıştır. Ama kara çizmeli, kara kalpaklı Türk subaylarını görünce bunu limanda yapamayacağını anlar, iki askeri ile bir botla gemiye gider ve güverteye çıkar. Düşünün yanında sadece iki askerle! Bu durum küstahlık mı, kendine aşırı güven mi, bilgisizlik mi, cehalet mi siz karar verin; bence hepsi.

Türk tayfa onu Mustafa Kemal ve beraberindekilerin bulunduğu salona götürür. Herkes ayaktadır. Ortalarında duran mavi gözlü sarı saçlı adamın şimşek gibi bakışları ile karşı karşıya kalan Salter'in nutku tutulur. O ana kadar hiç düşünmediği şu sözler ağzından dökülüverir: "Taburum emrinizdedir!". Bunu nasıl söylediğini kendisi de bilemez Rum tercüman da şaşkındır.

İşte o anda yeni ve farklı bir zaman meydana gelmiştir. Bu durum, limandaki ve gemideki Türk subaylarının meydana getirdiği kollektif zaman enerjisinin, niyet üzerindeki gücü, Atatürk'ün gözleri vasıtasıyla İngiliz subayına aktarımıdır.

Yasa şöyle, her hangi bir şey düşünmeye başladığımızda beynimiz, bizi değiştiren kimyasallar üretiyor. Biz değişince zaman da değişiyor, hem olumluda hem olumsuzda.

Atatürk'ün gemiden inip İngiliz'in botu ile Samsun limanına çıkması da ayrıca anlamlıdır. Amaç Salter'i Atamız'ın gözlerindeki, hata yapanların çok korktuğu O MAVI GÜÇ'ün etki alanında tutmaktır. Şüphesiz bu beraberlik her ikisini bir arada görenlerin her hangi bir yanlış harekette bulunmamaları için de önemlidir.

Günal Gölhan - 2 Aralık 2011  

Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

 

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap