Yaradılış Sarmalında

 

Yaşlı Karaağaç, Işık ve Küçük Kız… Bunlar bir zamanlar birbirlerinden ayrılmayan üç dost, üç can arkadaştılar. İşte bu öyküde onların serüvenleri vardır.

Bu dostların tanıtımına Işık’tan başlamalıyım. O kadar yaşlıdır ki yaradılışı evrenle bir tutulur. Her yaradılış efsanesinde onun adı geçer. “yeryüzünde daha hiçbir şey yokken” diye başlayan anlatılarda O hep oralarda bir yerlerdedir. Dünyamızdaki serüvenine gelince yıllardan söz etmek abesle iştigal etmek gibidir. O kadar çok uygarlığın üzerine ışımış o kadar çok uygarlığın doğuş ve batışına tanıklık etmiştir ki… Denilen odur ki kuruluşlarda, savaşlarda, zirveye tırmanışlarda, güç gösterilerinde, kırımlarda, göçlerde, göz yaşlarında, kıranlarda, taunlarda o hep oradadır. Olaylara hep aynı tarafsızlıkla yaklaşır herkese her yere eşit olarak paylaştırır aydınlığını. Gül yüzlü bir çocuğun gözbebeğinde de, bir mezarın üstünde de aynı parlaklıktadır. Her yaşam formu ondan alacağını gereksinim duyduğu kadar talep eder. Çoğu zaman döngünün kaynağı olmanın nasıl bir güç olduğunu bilir ama zerrece umursamaz. O nasıl her zerrenin oluşumunu, var oluş anını sonsuz bir zamandan beri biliyorsa: Elbette ki Yaşlı Karaağaç’ın topraktan ilk baş verişinin de, çok çok uzun yıllar sonra; dünyalar güzeli Küçük Kız’ın yaşama ilk merhabasının da, ilk tanığı olacaktır. Onların yaradılış tarafından seçilmiş oldukları ve tüm yer yüzünün ruhunu taşıdıklarını bilmesi ilişkilerdeki odak noktasıydı.

Karaağaç’a gelince kök saldığı bu yerden tüm dünyayı izler. Gök yüzünü okur, rüzgârlarla konuşur, yıldızlarla söyleşirdi… Her şeyden, her zaman haberdar olur, yorum yapar dağarcığında saklardı. Bu zaman zarfında her canlı gibi: Kaç kez göverdi, kaç kez kuruyup yellerin önünde savruldu,

Her seferinde de bir önceki hayatından kalan öğretilerini yeni yaşamının artı hanesine devretti. Söylenilen o ki; bilge olmak böyle bir birikimi gerektiriyor.

Yaşlı Karaağaç Işık’ı başını topraktan çıkardığı o ilk andan beri tanıyor. Onun kendisini sevecenlikle kucaklayıp “Hoş geldin” değişini hiç ama hiç unutmuyor. Her yeni geri dönüşünde onun aynı sevecenlikle sarıp sarmalayışını ışığıyla kutsayışını da. Bu yüzden dostuyla tanyerinin ilk anında buluşarak söyleşir oldu. Işık ona dünyanın dört bir yanından olayları, öyküleri taşıdı, o da onunla topraktan kökleriyle dinlediği yer altına ait olan her bir şeyi paylaştı. Yaşlı Karaağaç dünyanın ta öbür uçundan gelen bilgi akışının yer yüzüne çıkış kapısı gibiydi. Bu akış o kadar güçlü idi ki kök kökten öğrenirdi, böcek böcekten… Araya okyanuslar mı girdi? Akış kesinti olmadan deniz altı bitkileri ve cemi cümle hayvanatıyla devam ederdi. O döngü hiç kopmaz akış hep sağlanırdı. Bu bütünlüğü yaratılan her bir zerre bilirdi de bir insanoğlu bilmezdi. Haksızlık etmeyelim yaradılışının ilk evrelerinde o da farkındalık adına epey yetenekli idi. Ne zaman evrenle bağını kopardı onun için yalnızlıklar çağı başladı. Neden? Sorusunu Işık “İns” her zaman saçmalamıştır” diye yanıtlardı.

Bu arada seçilmiş insanların olduğunu onların çok özel bir görevle dünyaya gönderildiklerini de Yaşlı Karaağaç’a sır olarak fısıldardı. Bu ikilinin arasına Küçük Kız’ın katılmasına daha asırlar var. Ama zaman dediğin doğa için nedir ki bir göz açıp kapama anı…

Bir seher vakti Işık sevinçli bir telaşla Karaağaç’a müjdeyi verdi: “ Bütünün eğitmemiz için bize emanet ettiği Küçük Kız’ı bu seher Hızır ile İlyas ailesine teslim edecekler. O kız da kutsanmış bir bebek; yaradılış ona da bazı sırlarını hediye etti. Umalım ki; o da en az senin gibi onları doğru kullanabilsin.” Yaşlı Karaağaç bu habere çok sevindi. Kızın ailesinin bahçesinde asırlardır boy vermiş bir varlık olarak zamanın bir yerinde, seçilmiş bu kızla buluşacağını hep hissederdi. Onunla karşılaşacağı anı binlerce kez Işık’a anlatmış, Işık’ta her seferinde onu hep aynı sabırla dinlemiş, Karaağaç’ın coşkusunu paylaşmıştı. Yaşlı Karaağaç o ailenin yaşamındaki her şeyi en ince noktasına kadar bilirdi ve Işık’a derdi ki “Ağaç olmak çok önemlidir ama insan oğlu bunu nereden bilecek. Bu aile ile o kadar uzun zaman birlikte yaşadım ki… Hepsini teker teker o kadar iyi gözlemledim ki Küçük Kız ailesi olarak bunları seçmekle çok doğru bir karar verdi.”

Yaşlı Karaağaç kızın doğum müjdesini Işıktan alır almaz kendince hazırlıklara koyuldu: İlk önce ta dipten başlayarak gövdesinden yeni küçük eşkinler çıkartmaya ve alışılmadık bir şekilde bu genç dalları ilerde birer basamak olacak şekilde gövdesine dolamaya başladı. Her ay bir önceki aydan biraz daha biraz daha da kalınlaştırarak basamaklarını oluşturmaya devam etti. Ona kıyamazdı, ağaca tırmanırken başına kötü bir şey gelmesine dayanamazdı. Bir gün Işık Yaşlı Karaağaç’ın bu telaşına takılmak istedi. “Dostum kız daha kundakta bu acelen ne böyle?” diyesi oldu. Karaağaç dostunun bu ince dokundurmasını aldırmazdan geldi sadece “ Çocuklar ne kadar çabuk büyüyorlar biliyorsun, ben o kadar yaşlıyım ki bu basamakların oluşumunu ancak yetiştiririm. Bir de küçüğüme üst dallarımın arasında oturabilmesi için sağlam bir yer hazırlamalıyım.” diyerek; düşündüğünü yapmaya koyuldu. Ara dallarını uzattı uzattı birbirlerinin arasın geçirip sağlamlaştırdı tam bir koltuk şeklini verdi. Bütün bu uğraşı boyunca elbette Işık’tan da yardım aldı. Işık seve seve kadim dostunun yardımına koştu. En erken onun üzerine doğdu, en geç onun üzerinden çekti ışıklarını. Gerektiğinde sıcaklığıyla gecenin çiyini kurutmadı, gerektiğinde rüzgârı yolundan döndüren oldu. Böylece yoldaşının uğraşısına kendince birçok katkıda bulundu.

Elbette ki bu kadar sevgiyle hazırlanan şey en mükemmeli olur. Dallardan hazırlanan koltuk her gün bir önceki günden daha mükemmel oldu. Ayların akışı içinde Işık her gün Küçük Kız ile ilgili ne kadar haber varsa - önemli önemsiz fark etmez- Yaşlı Karaağaç’a ulaştırdı. İki eski dost kâh kıvanarak, kâh kaygıyla günlerin üstüne gün koymaya başladılar . Sayılı gün çabuk geçer …

Bir gün minnacık bir çift ayak paytak paytak yürüyerek düşe kalka Karaağaç’ın yanına geldi. O yıllarca hasretle beklenen sevgili varlık işte hemen orada. Ağaç gözlerine inanamadı. Sevinçten öleyazdı. Dalları ıspazmoza tutulmuşçasına baştan ayağa dek titreyip durdular hışırdadılar, hışırdadılar. O ses küçük kızın çok hoşuna gitti, kıkırdadı minicik ellerini çırptı “Selam” dedi ağaca “Sen Yaşlı Karaağaç mısın? Beni beklediğini biliyorum. Işık çok uzun zamandır beni beklediğini söyledi, bu doğru mu? Üçümüzün çok çok iyi dostlar olacağımızı da biliyorum. Ayrıca gövdende benim için hazırladığın özel bir yer varmış onun için de sana teşekkür ederim” Karaağaç dondu kaldı ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. Bebecik elleriyle gövdesine dokunuyordu. Aralarında geçen konuşma ise sözlü olan bir şey değildi. Kız o kadar minicikti ki evdekiler onunla ancak birkaç sözcük üzerinden anlaşmaya çalışıyor ve her yeni sözcüğünü sonsuz bir mutlulukla karşılıyorlardı. Işık ise ikisinin arasındaki bu konuşmayı sıcacık bir tebessümle takip ediyordu. Karaağaç mest ü harap… Karşılaşmalarının bu ilk anını o kadar uzun yıllar düşlemişti ki her seferinde sil baştan yapmış yeni şeyler katıp yeniden düş kurmuştu. Ama bu kadar minicik bir varlığın daha paytak paytak yürüyerek düşe kalka yanına gelebileceğini düşleyememişti. Nice bir zaman sonra kendine geldi fısıltıyla “Hoş geldin küçüğüm, dediğin gibi olacak, biz üçümüz çok iyi anlaşacağız ve de senin bu yolculuğunda ilk rehberlerin biz olacağız. Senin ne gereksinimin varsa bilgiden yana sana öğreteceğiz.” Sonra aklına yeni gelmişçesine “ Senin için hazırladığım oturma yerini ise sevgimle oluşturdum. Bunun için teşekküre değmez küçüğüm. Bu yüzden ben seni beklerken yeteri kadar keyif aldım bu da benim senden yana ödülüm oldu.” Kız ellerini bir kez daha ağacın gövdesine dokundurdu. Ne söyleyecekse söyledi, o sır; biri ağaç diğeri insan gövdesinde evrenin seçilmiş yeminli varlıkları olarak aralarında sonsuza kadar mühürlü kalacaktı. Mühürleme işini Işık üstlendi. Şimdiye kadar hiçbir âdem oğlunun görmediği bir tür menevişlenme ile ışıyıp ikilinin üzerine harmani gibi dolandı, bir süre onlarla birlikte kaldı…

Bebeğin bakıcısı telaşla ağacın altındaki kızı kucaklayıp eve doğru seğirtirken durmaksızın “Sen nasıl, ne zaman evden bahçeye çıktın?” diye yineliyordu. O an kucağındaki varlık sadece küçük tatlı bir bebecikti. Bu küçük masum kaçışlar sonraki günlerde de devam etti. Küçük Kız fırsat bulduğu her an doğruca yaşlı Karaağacın yanına geliyor onu kucaklayarak selamlıyor daha sonrasında aralarında o derin sözsüz sohbet başlıyordu. Dışardan bakan gözün gördüğü, karaağacın toprak üstüne yaydığı, çağlar öncesi yaşamış dinozor pençelerini andıran muhteşem köklerinde oturup duran bir bebekti sadece. Bu dönem küçük için oldukça ilginç öğretiler zamanıydı. Örneğin: Kayaların da konuşabildiğini, suyun fısıldadığını ve de öfkelendiğini, rüzgârın şarkılar söyleyebildiğini, cümle mahlûkatın hiç birinin diğerinden ne daha az ne daha fazla ayrıcalıklı olmadığını, hele bu bütünün sadece bir parçası olan insanın büyüklenerek kendine taktığı o “Eşref-i Mahlûkat ” sıfatının çok yersiz ve de çapını çok aşmış bir söylem olduğunu öğrendi. Bebek bedeninin içinde bütün bu öğretilerin zaten var olduğunun ayrıtına vardığında hiç şaşırmadı. “Küçüğüm saptamanda haklısın. Doğadaki her varlık zaten bütünün bilgisiyle bu yolculuğa çıkıyor” diyerek bu bilgiyi pekiştirdi yaşlı bilge Karaağaç. Ve devam etti “ Kulağını gövdeme daya içimdeki yaşam uyumunu dinle. Bunu her hangi bir başka bitki, çakıl taşları ve bir bardak su ile de deneyimliye bilirsin.” Bebeğin bakıcısı Küçük Kız’ı ağacı kucaklamış başını ona dayamış bir şekilde yüzünde müthiş huzurlu bir ifade ile buldu. “Hiç olmazsa artık evden kaçtığında seni nerede bulacağımızı biliyoruz” diye söylenerekten onu kucakladı. Bebek eve doğru götürülürken bir dahaki sefere Yaşlı Karaağaç’a soracağı soruyu çoktan hazırlamıştı bile.

ESİN ÜÇÜNCÜOĞLU

ESİN ÜÇÜNCÜOĞLU

Trabzon doğumludur. İlk yazın denemelerine Trabzon Lisesinde şiirle başlamıştır. Daha sonraları İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenciliği süresinde bu uğraşını çeşitli yazın dergilerinde de yer alarak sürdürmüş ve çok sayıda antolojide de yer almıştır. Bu güne kadar şiirleriyle ve farklı yazın türlerindeki çalışmaları ile okurlarıyla hep birlikte olmuştur.

Eserleri:

Sonsuza Yazılı Şiir ( 2007 )

Adım Sende Trabzon Şehir- Anı ( 2012) Heyemola Yayınları

Mührüm Olsun Anka Şiir (2014 ) Ceres Yayınları

Yayına Hazırlananlar :

Hınzır Kuş Öyküleri Öyküler

Anlat Trabzon Derlemeler, Trabzon çocuklara kadim masallarını, hikâyelerini, fabllarını anlatıyor. Özgün diliyle bulmacalarını soruyor.

Esin Üçüncüoğlu ayrıca Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı ve Türkiye Gençlik Vakfının da gönüllü üyesidir.

Birinci vakıf , hakim karşısına çıkan suça itilmiş çocukların bu süreçteki zorlukların üstesinden gelebilmeleri için gerekli yardımı sağlar ve eğitimleri için uğraş verir .

Türkiye Gençlik Vakfı ise ülke gençlerinin yüksek öğrenimlerindeki eğitim kalitelerini yükseltmeleri için onlara maddi ve manevi yönden yardımcı olur.

 

ESİN ÜÇÜNCÜOĞLU

ÇAMLIK MAHALLESİ İKBAL CAD. ELMALI SOK. NO: 61 KAT 6 DAİRE 14

ÜMRANİYE / İSTANBUL

 

Tel: 0216 508 24 67

Gsm: 0 532 724 08 19

e-mail: esin34@ yahoo.com

 

 Yorumlar


Henüz yorum yapılmamış


Yorum yap